Toplumla kurdukları güven bağının demokratik ve güçlü yönetimlerin en önemli özelliklerinden biri olduğu varsayılır. Bu bağ aşınıp güvensizlik hasıl olduğunda iktidarların başarısızlığının kaçınılmaz hale geldiği düşünülür.

Bu düşünce biçimi, tümüyle temelsiz olmasa da bir miktar romantiktir. Hiçbir toplumda bir tarafta güven ve tolerans telkin eden iktidar diğer tarafta bu telkine tepki veren toplum durmaz. İktidarlar, hedefledikleri toplumsal tabana kimisi güçlü, kimisi gevşek irili ufaklı güven ağları aracılığıyla açılırlar. Bir başka anlatımla, merkez dediğimiz noktada belli yoğunlaşmalar olsa da iktidar ilişkileri, merkezden çevreye doğru yayılan güven ağları aracılığıyla yayılır ve topluma da büyük ölçüde bu ilişkiler aracılığıyla sirayet eder. Dini cemaatlerden, iş çevresi ve örgütlerine, esnaf yapılanmalarından patron-adamı ilişkilerine, finans çevrelerinden medya kuruluşlarına kadar uzanan geniş ve heterojen güven ağları ve hatta bazı durumlarda muhalif diye gördüğünüz bazı çıkar ağları bir asamblaja dönüşerek, iktidarı gerçek anlamda iktidar yapar.

Her biri kendi motivasyonu ile iktidar bloğuna eklemlenen bu ağların bu ilişkisinde belli ölçülerde bir inanç birliğinden söz edecek olsak da asıl çimentonun çıkarlar olduğunu belirtmek gerekir. İktidar, bağlarını ve sadakati canlı tutmak için her birinin özelliğine göre maddi ve manevi kaynakları bu ağlara pompalar. Bu tür bir etkileşim ve protokollere uyulan bir mesainin sonunda karşılıklı güven tesis edildiğinde iktidar ilişkileri, sağlamlaşmış ve görece kalıcı hale gelmiş olur.

Türkiye gerçekliğine dönecek olursak, AKP iktidarı, 2001 sonrası dönemde adım adım bu tür güven ağlarını başarılı biçimde tesis edip güçlendirdikten sonra, son 6 yıl içinde tersi yönde bir süreci yaşıyor. Kuşkusuz güven ağlarındaki aşınma ve çözülmede mihenk taşı, Cemaatle yaşanan ayrışma ve husumete dönüşen kopuştur. Farklı bir fazda ve gevşek biçimde Kürt hareketi ile kurulan ilişkinin, zaten sınırlı olan güveni de ağır biçimde tahrip ederek kopması, yakın dönemde iktidar adına ikinci büyük kayıp olmuştur.

Sonrasında ortaya çıkan durumun iktidarın merkezini de sarstığını ve kopmalara yol açtığını biliyoruz. Bu konuda Babacan, Gül, Davutoğlu gibi isimleri hatırlatmakla yetinelim. Ancak burada da temel sorun güven ilişkilerinin tamir edilmez biçimde kopmasıdır. Öte yandan yakın dönemde yaşanan gerileme, güven ağlarıyla ilişkili olduğu kadar güven ağlarının altyapısıyla da ilişkilidir. Yerel seçimlerde yaşanan büyükşehirler yıkımının, bu ağları ayakta tutan akışları önemli ölçüde kesintiye uğrattığını hepimiz biliyoruz. Sorunların çuvala sığmadığı bir ortamda beliren pandeminin işleri daha da içinden çıkılmaz hale getirdiğini hep birlikte yaşayarak gördük. İktidarın pandemi ve sonuçlarını yönetmedeki başarısızlığının yol açtığı genel hoşnutsuzluktan daha önemlisi, iktidar asamblajında yer alan kesimlerden gelen isyan haberleridir. Örneğin, şimdiye kadar sesi çıkmayan esnaf temsilcilerinden gelen feryat ve isyanlar, bu kesimlerde önemli bir hoşnutsuzluğun biriktiğine, iktidara olan güvenin temellerinden sarsıldığına işaret ediyor.

Geldiğimiz noktada, giderek artan ve şiddetlenen bu kopuşlar iktidarı, tabiri caizse hızla organsız bir bedene dönüştürüyor. İktidar denen bedene hayat veren kimi hayati kimi marjinal organlar güvenin sıfıra yaklaştığı bir ortamda ya bedeni reddediyor ya da beden onları! Sonuçta artık karşımızda fiyakası ve şekli bozulmuş içi boşalan bir beden var. Fiyaka bozulup beden yorgun düştükçe kopuşlar hızlanırken, iktidar ilişkilerinin karanlık yüzünde kavgalar ve hesaplaşmalar gündeme damgasını vurmaya başlıyor.

Geldiğimiz noktada, geçmişte iktidarın bedeninde organ-ize olanlar bu bedenden kopmuş ya da koparılmış vaziyette kendilerine yeni dünyalar arıyor. Kimileri Davutoğlu, Babacan örneğinde olduğu gibi yeni bir bedeni inşa etme derdine düşüyor. Bazı organlar, bedensiz ve güvensiz kalmış bir biçimde bilinmez bir yerlere sığınıp, geçmiş dönem yediklerini, safra ve pislik olarak dışarı atıyor. Görüntü çirkinleşiyor.

Organsız beden, bedensiz organlar… Çirkinlik…