Ortadoğu’ya ABD müdahalesi

Öncelikle Suudi Arabistan’ın ABD güdümünde bir ülke olduğu çok açık. Bu müdahalenin birinci nedeni Yemen’de konuşlanmış olan CIA kökenli Amerikan Özel Güçleri denen birliklerin Yemen’deki Husiler tarafından atılmış olmasıdır. Amerika hem Ortadoğu’daki genel lojistik faaliyetlerini sürdürmek için hem de Hürmüz Boğazı’nı kontrol etmek için burayı çok önemli bir üs olarak görüyordu. Husiler tarafından bölgeden atılmaları; hatta büyük ölçüde dosyalarını, gizli bilgilerini Yemen’de bırakarak apar topar kaçmak zorunda olmaları bu müdahaleyi tetikledi. Aslında bu Irak’ta başlayan Libya ve Suriye’den Ortadoğu’ya müdahale sürecinin tek tek ülkeleri nasıl iç savaşa ve kaosa sürüklediğinden ders alınmadığının aynı senaryonun Yemen’de uygulandığının çok açık bir göstergesidir. Şimdi olan, aşağı yukarı bütün Ortadoğu’yu Şii-Sünni ekseninde mezhep çatışmaları temelinde bölen, halkları birbirine kırdıran anlayışın en son Yemen’de vücut bulmasıdır.

Şİİ-SÜNNİ EKSENİ
Yemen’de de Husilerin İran destekli bir güç olduğu söyleniyor. Doğrudur. Sonunda Şii kökenli bir tabana sahip oldukları için İran’la daha sıcak ilişkileri var. Ama diğer taraftan da Amerika’nın kuklası olarak görülen Başkan Hadi doğrudan doğruya Amerika’dan, Suudi Arabistan’dan ve diğer körfez ülkelerinden hem silah, mühimmat hem de para desteği alıyor. Bir de “meşru hükümet” diye nitelendiriliyorlar. Burada müdahale eden Yemen’i bombalayan Suudi Arabistan’ın kendisi bir kere seçilmiş meşru bir yönetime sahip değil. Kendi meşruiyeti son derece tartışmalı bir ülke. Başka bir ülkenin rejiminin meşru olduğunu, gayrimeşru güçler tarafından yönetimi ele geçirildiğini iddia etmesi sadece komik bulunabilinir. Diğer taraftan Suriye’ye baktığımız zaman Suriye’de de seçilmiş, meşru denebilecek bir yönetim var. Buna ise dışarıdan müdahale etmeyi, neredeyse yetmiş düvelle birlikte oradaki yönetime müdahale etmeyi mazur ve meşru görüyorlar. Bir taraftan da meşru dedikleri bir yönetime karşı isyan etmeyi bir yana bırakın, doğrudan doğruya ülkenin iç dinamikleriyle yönetimi ele alan bir gücü tamamen gayrimeşru ilan ediyorlar. Bu tabii ki büyük bir çelişkidir. Ama aslında şunu öngöremediler; Ortadoğu bölgesini mezhep tadında böldüğünüz zaman ister istemez bir Şii- Alevi hattı doğdu. İran’dan Irak, Suriye üzerinden Lübnan Hizbullah’ına kadar uzanan bir hat doğdu. Bu da Amerika’nın istediği bir şey değildi. O nedenle bu cihatçı güçleri desteklemeleri, IŞİD fenomeninin ortaya çıkması aslında Şii hilaline karşı olan rahatsızlığa bir müdahale etme, içine bir kama sokma çabasından oldu. Ama her müdahaleleri bölgeyi daha fazla acıya, ateşe, mutsuzluğa gömdü. Yemen’in de bir dönem ulus devleti olduğunu hem de Marksist bir yönetimin bulunduğunu hatırlarsak özellikle Amerika destekli Suudi Arabistan, Katar, Kuveyt, Bahreyn gibi gerici rejimlerin bölgenin yaşanılan acılarında ne kadar sorumlu olduklarını görürüz. Yani Ortadoğu neresinden bakarsanız sorunlu bir coğrafya haline gelmiş durumda. Ama emperyalist güçler elini çekmediği sürece bölge halklarının rahat etmesi mümkün değil. En kötüsü bundan iyi olur.  Ben eminim ki; Amerika başta olmak üzere emperyalist güçler ellerini çekerlerse Ortadoğu halkları kendi aralarında barışı sağlamakta her şeye rağmen daha başarılı olur.

Türkiye’nin de hemen Sünni eksenine cumburlop atlaması dış politikadaki büyük hataların son halkasını oluşturdu. Türkiye aslında bu eksenin istenen ve muteber bir ülkesi değil. Çünkü bilindiği gibi Mısır rejimiyle ve Suudi Arabistan’la da ilişkileri iyi değil. Yani burası tarafından da istenen bir ülke değil. Zaten bölgedeki Şii-Alevi güçler tarafından Türkiye hiçbir şekilde meşru kabul edilmeyen veya hiçbir şekilde dostça görülmeyen bir ülke haline geldi. Bölgenin en yalnız, dışlanmış bir anlamda Katar’la birlikte sürekli yanlış atlara oynayan bir gücü haline geldi. Zaten dikkat edilirse Ortadoğu coğrafyasının farklı noktalarında farklı ittifaklar gündeme geliyor. Yani Amerika kendi yarattığı canavarı olan IŞİD’ye karşı Irak’ta Şii güçlerle işbirliği halinde görünüyor. Libya’da Mısır ve Suudi Arabistan daha Batıcı, seküler güçlerden yana tavır alırken Türkiye ve Katar cihatçı güçleri destekler pozisyonda. Türkiye’nin zaten bölgenin değişik noktalarında aldığı pozisyonların kendisi de meşru ve tutarlı değil. O yüzden Yemen aslında AKP rejiminin yanlış dış politika anlayışının bitmek tükenmek bilmeyen hatalarının son halkası gibi görünüyor.

TÜRKİYE DAVETSİZ MİSAFİR
İran burada aslında dolaylı olarak Husi güçlerini desteklese de çok daha meşru bir konumda. Doğrudan doğruya Yemen’e bir müdahalesi yok. Dış müdahale yapan güçleri bölgeden elini çekmeye çağırıyor. Bu bakımdan İran’ın konumu Uluslararası Hukuk tarafından çok daha anlaşılabilir meşru bir konum. Türkiye ise kendiliğinden önce müdahale güçlerinin muhtemelen bir sonra gelecek olan işgal güçlerinin bir parçası oldu. Halbuki Türkiye bölgede tarafsız, barış isteyen, ateşkes isteyen, sorunların barış, diyalog yoluyla çözülmesini talep eden bir ülke kimliğiyle çok daha inandırıcı bir pozisyonda olabilirdi. Ne yazık ki Türkiye kendisine bir davet olmadan doğrudan doğruya Yemen coğrafyasıyla komşuluk bağı olmaksızın saldırgan güçlerin bir parçası oldu. Buraya bir davet de olmadı çünkü Suudi Arabistan’ın açıkladığı on üyeli ittifak güçleri arasında Türkiye’nin adı sayılmamıştı. Türkiye davetsiz misafir olarak da bu çatışmada da haksız, saldırgan cephesinde yerini alacak gibi görünüyor.