Tarihi yenenlerin yazdığı söylenir. Bu söz, anaakım tarih, akademik tarih, geleneksel tarih veya en genel adıyla resmi tarih açısından doğrudur. Ormanların tarihini de aslanlar yazar. Çünkü diğerler yenmiş, yenilmiştir.

Şimdiki zamanda Türklüğü ve Osmanlıcılığı bir potada birleştirip, demirden tarih dökmeye yeltenenleri anlamak, hem çok kolay hem çok zor. Aslında buradaki zorluk, anlamaya çalışan bizler için değil, anlaşılmanın merkezindeki özneler için geçerli! Yani “yeni” Osmanlıcılar, başta devletin başı olmak üzere, radikal siyasal İslamcıdan en kaba ırkçıya kadar büyük bir kesimde yer alan bir çoğunluktan söz ediyoruz.

Bu toprakların tarihinde Celali isyanlarını yaşanmıştır. Siyasi açıdan bu bir ezilen ve ezen arasındaki mücadeledir. Ama tarafları çözümlediğimizde, bu mücadeleler bir yönüyle Osmanlı-Türk savaşıdır. Buyurun buradan yakın! Elbette, isyancıların tamamı etnik olarak Türk değildi. Ama çoğunluktaydılar. Onlar Türk oldukları için değil, iktidar zulmü altında oldukları için karşı koydular, can verdiler. Şimdiki zamandan bir çözümleme böylesi farklı sonuçlara ulaşmamızı sağlar. O dönemdeki isyancıların arasında ne faiz lobisi vardı, ne de başkaca dış güçler! Bir yanda genel olarak “Türkler” diğer yanda Osmanlı askeri!

Şimdiki zamanın ırkçılarına ve radikal siyasal İslamcılarına zamanda bir yolculuk yaptırabilseydik keşke! Onları, Osmanlı elitlerinden olan, ulema ailesinin önemli temsilcilerinden Hoca Sadettin’le tanıştırsaydık. Bu zatlar Hocaefendi’nin huzurunda Türklükleriyle biraz şişinseydiler. Hoca Sadettin onlara şöyle diyecekti; “… edepsiz Türk, doğuştan yaramaz Türk, yaradılışı dik başlı, aşağılık yapılı huysuz, başı kabak ayağı çıplak birkaç Teke Türk’ü, Türkmenlerin kara giysilerinden gözü kararan topraklar, kara giysileriyle inlerinden çıkan Türkmenler…” (Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t Tevarih, 3.4. cilt, Haz. İsmet Parmaksızoğlu, Kültür Bakanlığı y.)

Tarihe böyle yaklaşılmaz elbet. Şimdiki zamanda geçmişi değerlendirmek, retrospektif tarih bakışı çok farklı sonuçlara götürür. Tarihi bilim olarak değil, şimdiki zamandaki tahayyül ve tasavvurlarına bir temel referans yapan zatların tarzı tam da budur. Takım tutar gibi tarihe bakmak. Oysa tarihi takım tutar gibi değil, kitap tutarak ele almak gerekir. Yani kitabı elden bırakmamak asıldır. Yoksa günlük siyasete egemen hale getirilen ve daha da getirileceği anlaşılan “sahte” Osmanlıcılık, siyaset sahtekârlarını elinde gerçeğe dönüşür.

Sahteciler, tarihe kendilerince bir anlam yüklüyor, sahte elbise giydiriyorlar. Sonra o kendilerinden menkul sahte kostümü gerçekmiş gibi siyaset sahnesinde satıyorlar. Bunun üzerinden de bir epistemoloji, söylem ve politika kuruyorlar. İyisi ve kötüsüyle ortak kültürel değer olan bu toprakların tarihini ve Osmanlıyı, kendilerinin yetiştirdiği bir ağaç gibi ele almak büyük yanlış. Ama sahteciler, kendilerinin dikip, boyayıp satmaya çalıştıkları bu ağaca kendileri de tereddütsüz inanmaya başlıyorlar. Öyle ya da böyle, olmayan armutları toplayıp satıyorlar.

Hoca Sadettin’in kitabını da bozguncu solcular değil, Kültür Bakanlığı yayımlamıştır. Ancak, okumak müşkül bir iştir, bu cehalet ikliminde sahte Osmanlı armutları siyaseten para ediyor.

Haftaya dize; “her şey dindi, acıysa dinmemiş halde.” (Behçet Aysan, Düello, Adam Y.)