CHP kurultayına günler kala başkan adayı Özgür Özel, üç aylık sürede oldukça mesafe aldıklarını söyledi. Özel, Türkiye'yi değiştirmek için başkan adayı olduğunu söyledi. Sınıf siyaseti önerdiğini kaydeden Özel, "Cesur ve kararlı bir siyaset izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Sokaktan kaçan değil, sokağı ve meydanı örgütleyen, 'Darbeci mi bu' denilmesinden korkmayan bir CHP" vurgusu yaptı.

Özgür Özel: Türkiye’yi değiştirmek için başkan adayıyım

CHP’nin 5 Kasım’da gerçekleşecek kurultayına günler kaldı. Kurultay’da genel başkanlık için yarışacak isimlerden olan Özgür Özel BirGün’ün sorularını yanıtladı. CHP Genel Başkan Adayı Özel, “CHP yetkin bir örgüt. Bu örgütü sokaktan çekmemek lazım. ‘Kararı aldık, fermana uyacaksınız, susacaksınız’ yerine ‘Tartışın, üretin, yapalım’ demek gerekiyor” diyor.

Kılaçdaroğlu ile uzun dönem çalışma arkadaşlığı yaptınız şimdi de karşısındasınız. Bu sürece nasıl gelindi?

İki tane kırılma noktası var. Birincisi 28 Mayıs’tan sonra partinin bir özeleştiri yapması ve bir değişim dönüşüm sürecinin başlaması, bunun da hep birlikte yapılması gerektiğini düşünüyordum. Bunun yapılmayacağını gördüğümde, seçmenle aramızda duygusal kopuş denilen meseleyi haziran ayının ortasına gelmeden kendim yaşadım. Kendime dair beklenti ve mevki ortaya koymadan “Değişim” dedim. “Fedakârlık da yapabilirim, sorumluluk da alabilirim” dedim.

Konuşmam gereken herkesle konuştum. Üye, önceki genel başkan, mevcut genel başkan, yönetici, geçmiş ve mevcut milletvekili herkesle konuştum. Sorumluluk almam gerektiğini düşündüm ama benim sorumluluk almam yeterli olmazdı. O yüzden bizim için durumu özetleyen tutum belgesi oluşturduk. Neyi, nasıl, hangi vadede ve kimin için değiştireceğimizi bu nasıl yapacağımızı 60 sayfalık bir tutum belgesi ile sunduk. Ondan sonra da tüm ülkeyi gezmeye başladık.

Çalışma arkadaşlığına gelince. Bülent Ecevit 1957’den bu yana İsmet İnönü’nün kabinesindeydi. Bu mantıkla Ecevit de olmazsa ne Kıbrıs Barış Harekâtı olurdu ne Karaoğlan olurdu ne de işçi sınıfının kazanımları olurdu. Bu partide bir genel başkan çıkacaksa kadrolardan çıkacak.

Partinin birçok kararında eleştirilerim ve itirazlarım olduğu biliniyor. Yaptığım itirazları herkes biliyor. Dokunulmazlık meselesinden, Yenikapı’ya gidilmesine, toplu müzakere ile ittifakın her aşamasına itiraz ettim. Kamuoyu önünde yapmadınız derseniz, AKP’nin medya düzeninde CHP’nin grup başkanvekili olarak “Ben bunu söyledim ama dinletemedim” desem doğru olmazdı. Bu sorumlulukla davrandım.

Cumhuriyet’in yüzüncü yılında Erdoğan gibi bir ismi iktidardan düşürememiş olmanın bardağı taşıran son damla olduğunu düşünüyorum. Adaylığım haricinde bir adaylık gelişseydi oraya da desteğe hazırdım.

Adaylık için başladığınız yerle gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Başladığımıza göre hedeflediğimizden daha iyi bir yerdeyiz. Düşünün “İmza toplayamazlar” açıklamalarından “Genel başkan kurultay ile gitmesin, zaten yerel seçimlerden sonra kendisine bırakacak” noktasına geldi. Mevcut yöneticilerden bazıları, “Yerel seçimlerden sonra parti zaten sizde olacak” diyorlar.

Nasıl yani?

Başarısızlık öngörülüyor ve kendiliğinden bırakmak zorunda kalacağı ima ediliyor. Yerel seçimlerde bir felaket öngörülüyorsa beklemeden şimdi adım atmak lazım. Bir seçim daha kaybetmeyi neden bekleyelim? İstanbul ve Ankara kazanılmış, bunun yarattığı yüksek motivasyon ortada, 11 il var. Bu illeri kazanmak ve yenilerini kazanmak mümkünken moral çöküntüsü ile neden yerel seçimlere gidelim?

SINIF VE SOKAK VURGUSU

CHP uzun süredir siyaset üretmede zorlanıyor. Tutum Belgesi ile Türkiye’nin temel sorunlarını bir kez daha tespit ettiniz. Ama hâlâ önce delege sonra CHP seçmeni nihayetinde ülke halkının neden sizi tercih etmesi gerektiği konusunda net önermeler yok. Bu konuda neler söylersiniz?

Parti içi delegasyon iktidar olmamız için bize oy vermeli. İktidar umudu, iktidara yürüyecek kadrolarım önünde, kadrolarından güç alan kadrolarına güç veren sosyal demokrat bir parti vaat ediyorum. Erdoğan’ın karşısına dikilip onunla didişecek birisini değil, onu geride bırakacak bir lider öneriyorum.

Erdoğan’ın dayattığı toplumu dikine kesen kimlik siyasetini reddeden, enine kesen ve sınıf siyaseti yapabilecek bir anlayışı öneriyorum. Kürt’e, Türk’e, Alevi’ye, Sünni’ye, sağcıya, solcuya, yoksula ve güvencesiz çalışana dokunacak bir siyaset vaat ediyorum. Bunu yaparken dünyayı yeniden keşfetmeye de gerek yok. Sol partiler ne zaman, nasıl başardı Almanya, İngiltere, Yunanistan sayısız örnek var.  Bunları değerlendireceğiz. Oralarda parti içi demokrasiden ekonomik politikalara kadar inceleyeceğimiz onlarca başlık var.

Biz tartışmaya “Önseçim olsun mu olmasın mı” ile başlıyoruz. Önseçim mutlaka olmalı. Ama nasıl olsun, en doğru temsil nasıl gerçekleşir bunları konuşmamız ve tüzüğümüze yazmamız gerekiyor.

Düşünün bu dönem milletvekili grubumuzda sendikacı yok. İnanılmaz eksiklikler var. 

Mevcut CHP yönetimi birçok konuda mahcup bir siyaset izliyor. Cesur ve kararlı bir siyaset izlenmesi gerektiğini düşünüyorum. Sokaktan kaçan değil, sokağı ve meydanı örgütleyen, “Darbeci mi bu” denilmesinden korkmayan bir CHP. Tek adamlar ve diktatörler korkar sokaklardan. Ne kadar sokak örgütlenir, meydanlarda olunur ve sendikaların arkasında durulur, sivil toplum ve meslek örgütlerinin tedirginliklerini aşmalarına yardımcı olunursa demokrasi o kadar gelişir. 

Beyaz Saray’ın önünde protesto mümkün, İngiltere’de 10 Numara’da mümkün ancak Türkiye’de Saray’ın 2 km yakınına yaklaşılamaz. Aldıkları ülkede cumhurbaşkanına yazarkasa fırlatılıyordu, şimdi cumhurbaşkanına göz atsan gözünü çıkarıyorlar. Burada sadece iktidar mı suçlu? Sokağın bizi beleyeceğini biliyoruz, meseleye buradan bakıyoruz.

AKP’yi eleştirdiğimiz alanlarda kendi partimiz içerisinde sıkışıyoruz. Atanmışların değil seçilmişlerin partisi. Parti meclisi var, MYK var ama esas kararların sağdan gelen danışmanlarla alındığını biliyoruz. Genel başkanımız kayıt dışı ekonomiyi en iyi anlatan kişi. Peki, karaların kim ve hangi amaçla verdiğini biliyor, maliyetlerini görüyor muyuz? O yüzden seçilmiş kurulları merkeze alan, PM’yi ve MYK’yi güçlendiren, karar verme merkezi olarak buraları meşru gören, il ve ilçe başkanın güçlü bir figür olmasını isteyen bir CHP inşa edeceğiz. Bir lider çıkacak ve Erdoğan’ı yenecek anlayışı geride kaldı.

Başımızın üzerinde 25 cam tavanı tuz buz edecek cesaret, kararlılık ve inançta olmamız gerekiyor. İttifaka mecbur kılan bir sistem var. Ama “iktidar değişmesin, değişirse de sağcılar kalsın” oyunun doğru okunması gerekiyor. Elbette ittifaklar kurulabilir ama yalnızlaşmadan ve ilkesiz olmadan olmalı. CHP nerede duracağına, kendisi karar veren bir parti olmalı.

Herkesin Endüstri 4.0’dan konuştuğu yerde, CHP endüstri 4.0’a direnmeyecek. Ama endüstri 4.0’ın yarattığı sonuçları görecek. Mesela verimlilik ve kar artışı patrona akacak, burada emeğin hakkını kim takip edecek? Haftada 4 günde çalışmayı, günde 5 saat çalışmayı CHP tartışmazsa kim tartışacak. Fabrikaların 5 vardiyaya dönmesini kim talep edecek, her bir robotun yarattığı istihdamsızdık karşısında vergi talebini kim tartışacak veya uzaktan 16-18 saat çalıştırılan gencecik avukatlar sömürülüyor, bunların mesai saati gözetimini, mesai başında fazla çalıştırmanın, erişilmeme hakkını kim savunacak, sosyal demokrat bir parti müdahale yapmıyorsa? Uzaktan çalıştırılan nerede olduğunu bilmediğimiz işçiler nasıl örgütlenecek? Bankalar, ödemeler temassız. Temassız örgütlenmeyi kim sağlayacak?

"YENİ BİR MÜCADELE ALANI YARATMAMIZ LAZIM"

Kurultay’a giden CHP’de bunların konuşulduğunu hiç görmedik. Nerede tartışılıyor bu konular?

Liderlik dediğiniz mesele verdiğini kararla tabanı dönüştürmek demek. CHP tabanını soldan bir tavırla iktidara geleceğimize inandırmamız lazım. Bunları ilk anlattığımda “Televizyonda olur ama il kongresinde olmaz” denildi. Ancak gördüm ki en olumlu reaksiyon buradan geliyor. Diğerini herkes konuşuyor çünkü. Sağ partiler de konuşuyor. Sadece keçe fabrikasında işçi sömürülmüyor. Evinde, sokağa çıkmadan kendi elektriğini yakan, sadece verilen maaşa mahkûm, evine hapsedilen uzaktan çalışanların da hakkını savunmanız lazım. Mevcut solu reddetmeyen ama yeni bir mücadele alanı yaratmanız lazım. Türkiye’deki sol kümelenmeyi doğru yerde tarif ettikleri için Ecevit ve ekibi başarabildi.

Dünyada esen sol rüzgârın doğru okunduğu takdirde nasıl siyasi sonuçları olacağını görmek lazım. Türkiye’de CHP’yi doğru bir yere konumlandırmak gerekiyor. Siyasetten ümidini kesmiş gençlerin, milyonların, küskünlerin sol söylemi duymalarının yaratacağı heyecana inanıyorum. Sadece meseleyi buradan da kurmamak gerekiyor.

CHP yetkin bir örgüt. Bu örgütü sokaktan çekmemek lazım. “Kararı aldık, fermana uyacaksınız, susacaksınız” yerine “Tartışın, üretin, yapalım” demek gerekiyor. Sağ ile solun arasındaki örgütlenme farkı budur. Mahalledeki örgütlenmenin ilçede tartışılması, ilde olgunlaşması, Parti Meclisi’nde hayata geçirilmesi ve uygulanması lazım. Yukarıda verilmiş kararları “Susun ve uyun” stratejisiyle sürdürdüğümüz son 3 yılın bedelini Türkiye’nin en önemli seçimini kaybederek ödedik.

Cumhuriyet’in 100. yıl kutlamalarında sokak çok hareketliydi. Bu fotoğrafı nasıl okuyorsunuz?

Vatandaşın bayramı da sokağı da sahipleneceğine inanıyordum. Ümidim arttı. Vatandaşlar iki şey için sokağa çıktı. Bir, iktidarın Cumhuriyet’e ilgisizliğini protesto etmek için çıktı ve bir cevap verdiler. İki, muhalefetin bu konuya tepkisizliğini de protesto etmek için sokağa çıktılar. Sokakta verilen mesajın iktidar tarafından okunmasından çok muhalefet tarafından okunmaya ihtiyacı var. “Sandık sonuçları bir mektup gibi okunmalı” diyoruz ya bence 29 Ekim akşamı da bir mektup gibi okunmalı. Vatandaş iktidara, “Ben rağmen Cumhuriyet’e sahip çıkıyorum” mesajını veriyor. Bize de “Ben bu tepkisizliğe artık kayıtsız kalmıyorum” diyor. Bu tepkiyi çok kıymetli buluyorum.

İnsanların kendi tercihlerine, yaşam biçimlerine, kendilerini ifade etmeye ihtiyaç duyduklarını ve bu konuda sokaktan, eylemden korkmadıklarını görmek gerekiyor. Esas mesajın muhalefete ve muhalefet yapış biçimimize olduğunu değerlendiriyorum.

5 Kasım’da değişim yaşanırsa Özgür Özel ve ekibi nereden başlayacak?

CHP’nin ittifak potansiyelinde bir gerileme var. Bu hem geçmişteki ittifak ortakları hem de toplumsal ittifak olanakları noktası için geçerli.

Kürt seçmen kayyum maddesine zaten kırıldı. Gizli protokol ortaya çıkınca “Biz Zafer Partisi’ni İçişleri Bakanı, MİT müsteşarı yapmak için mi oy verdik size?” dedi. Bu kırgınlık ancak CHP’deki değişimle aşılabilir. Mevcut ittifak ortakları ayrı ayrı kazanamayacakları yerlerde kaybettirme stratejisine girerlerse bu Erdoğan’ın arayıp da bulamadığı bir mesele olacak. Orada teslim olmadan, kimseyi de teslim almaya çalışmadan, boş bir masa ve açık avuçlarla yeniden müzakere yapmalı, yeniden el sıkışmak lazım. Bunun için çalışacağız.

Sol partileri dışlayan ve sol partilerin hem seçmenini hem de yönetimlerini kıran siyasetten vazgeçmeliyiz. Bu tutumu da son derece sorunlu buluyorum, üzerinde çok hassasiyetle duruyoruz.

CHP’nin toplumsal konularda, “Aman oyuna gelmeyelim, aman biz tepki vermeyelim, sendikalar konuşsun, barolar dava etsin, sivil toplum veya meslek örgütleri bir şey yapsın biz sonra destekleyelim” tutumu doğru değil. Onlara cesaret verecek, önünden gidecek, onlara alan açacak adımlar atmak lazımdı.

Laiklik konusu çok önemli. Parti “Aman dinsiz sanmasınlar” diye uzak durdu. Kimse dinsiz sanmaz, doğru anlatırsan laikliğin dini yaşamında güvencesi olduğu ortaya çıkar. Yaşam biçimine müdahale etmeyi dert etmekle, inandığı gibi yaşayabilmek, giyinebilmek meselesi laik çizgi üzerinden savunulmalı. Birtakım cemaatlere, tarikatlara karşı sürekli geri adım atınca ve sürekli onlara bir şey söyleyince dine bir şey söylüyor olmazsınız.

Laiklik başta olmak üzere CHP’nin geri durduğu, geri adım attığı her adımın hem Meclis muhalefetini hem toplumsal muhalefeti gerilettiği çok açık.

Bu sayede iktidar, muhalefete muhalefet yapma konforuna sahip oldu. O bize muhalefet yapıyor, biz kendimizi anlatmaya çalışıyoruz. Bunu tümden reddediyorum. Psikolojik iktidar el değiştirmeden siyasi iktidar el değiştirmez. Tayyip Erdoğan’ı, medyasını gündemine alan, ona kulak veren, ona göre davranan değil, doğru bildiğini konuşan bir muhalefete ihtiyaç var. Ancak o zaman iktidar olabileceğiz.

"PARTİNİN SIRTINA YÜK BIRAKMAK İSTEMİYORUM"

Bıçak sırtı bir kurultaya doğru gidiyoruz. Partide gözle görünür bir gerilim var. Bu durum bölünme benzeri bir sonuç üretebilir mi? Endişeli misiniz?

Birtakım eleştirilere rağmen dediğiniz olmasın diye üstün gayret gösteriyorum. Bana “Daha sert eleştirmelisin, hataları daha fazla söylemelisin” diyorlar. Genel Başkan, Atatürk’ün emanet ettiği koltukta oturuyor incitmemeye gayret gösteriyoruz. Eleştiriyorum ama üslup olarak kırıcı bir dil seçmiyorum. Şunu biliyoruz ki (geçmişte de yaşandı) kurultay süreçlerinde söylenen laf, kurultayın ertesi günü partinin sırtına yük oluyor. İstanbul İl Kongresi’nde yapılan bir adaylık konuşması İBB Meclisi’nde de TBMM’de de nasıl karşımıza çıktığını hep birlikte yaşıyoruz. Ben partiyi yönetecek olan genel başkan olarak da hiç beklemiyorum ama başarılı olamayıp daha sonrasında da partinin bir neferi olarak çalışacak bir üyesi olarak da 6 Kasım’da partinin sırtına bir yük bırakmak istemiyorum. Sorumlu davranacağım. Bu süreçte kurultayın adaylık arzu eden bütün adaylar için son derece adil, eşitlikçi, ön açıcı ve demokratik şekilde geçmesini bekliyorum.

Parti başkanlığını “devretme” çok konuşuluyor. Nasıl karşıladınız?

Son derece sıkıntılı. Biz bugün Meclis’te genel başkanına rakip çıkabilen ve çoklu yarışta genel başkanını değiştirebilen tek parti görünümündeyiz. AKP’de akıldan geçmez, MHP’de oldu başka İYİ Parti doğdu, HDP’de kendi süreçlerini tamamlayarak eş genel başkanlarını belirleyerek salona girdi. Bu biricik, kıymetli ve övünülebilecek durumu şu anda elimizden alan ve bambaşka bir yere savuran bir yaklaşım söz konusu. Bir, delegeler “Siz boşuna gelmeyin” diyor. Genel Başkan’a inanan Anadolu’dan bir delege Kurultay’a gelmez. Adaylar için çok nezaketsiz bir laf. Çünkü tanımlama belli “parti tarihini bilen iyi bir sosyal demokrat.” Bize diyor ki “Siz değilsiniz.” Üçüncüsü, partinin on binlerce bu özellikleri taşıyan çok geniş kitleler var.

Bugün 1 Kasım Saltanat’ın kaldırıldığı gün. Biz CHP olarak 1922 günü saltanatı kaldırarak seçimle iktidar devrine geçtik. Bununla övünürken şimdi delegelerin değiştiremeyeceği, liderin devredeceği konuşuluyor. Kime devredeceğimize partinin seçilmiş delegeleri karar verecek. Öbür türlüsü bambaşka bir yere savurur. O tartışmalar CHP’nin kaldırabileceği yük değildir. Ben bütün delegelerimize Genel Başkanı’mızın bu beyanından sonra ekstra sorumluluk düştüğünü düşünüyorum. Bu beyanı da göz önünde bulundurarak gelip CHP’nin seçilmiş delegelerinin Genel Başkan değiştirebildiklerini göstermeliler.

İnanıyorum ki cumartesi yaşanacak Genel Başkan değişikliğinin ardından pazar günü de gençlerden, kadınlardan, örgütten oluşan ve geçmişte sorumluluk almış arkadaşların fedakârlık yaptığı bir parti meclisi oluşacak. Kadrosuna güç veren bir adım öndeki sol, sosyal demokrat ve sol yapıya yakışır yani kararları tek başına alan değil, gücünü çok akıl almaktan birlikte yönetmekten alan bir genel başkanın eşitler arasında bir adım öne çıkacağını görüyorum. Ben öyle bir genel başkan olacağım.

"ESKİLER FERAGAT EDECEK"

PM'yi seçerken de üç temel noktaya dikkat edeceğiz. Birincisi örgütümüzün kendini görecek. Coğrafi ve mesleki olarak doğru tanımlanmış bir parti meclisi istiyorum. Kadınların hak ettiği noktaya taşınması gerekiyor. Genç ve yeni yüzler görülecek. Selin Sayek Böke etrafında çok güçlü bir ekonomi kadrosu kuruyoruz. Genç ve yeni yüzler göreceksiniz. Deneyimli arkadaşlar “Değişim bizden başlamalı” dediler. Tecrübeli arkadaşların fedakârlık yapması, eksik alanların da partinin dışından sol anlayışıyla bilinen isimlerle takviye edilmesi lazım. 52 kişilik PM’nin de partimizi tatmin edeceğini söyleyebilirim.

Kritik bir seçimi kaybettik. Deniyor ki “Yemeği birlikte yedik neden hesabı Kemal Bey ödesin?” Böyle bir şey yok. Biz yemek yemedik, seçime girdik ve kaybettik. Hesabı yoksullar, işsizler, güvencesizler ödüyor, hesabı bu iktidar değişmezse bu ülkede duramam diyen gençler ödüyor. O yüzden hesabı kimin ödediğini görüp, onlara hesap ödetmemeliyiz, hesap sormalıyız hem de hesabımızı bir daha kaybetmemek üzere yapmalıyız.