İki kült edebiyat eserinin tiyatro uyarlaması ile seyirciyle buluşan usta sanatçı Taner Barlas BirGün TV’ye konuştu: “Hiçbir zaman bir baskı dönemi varlığını uzun süre koruyamamıştır çünkü bu özgürlük düşüncesi yok edilemez.”

Özgürlük düşüncesi diktatörleri yener
Kürk Mantolu Madonna, 25 Ocak Perşembe günü saat 20.30’da Beylikdüzü AKSM’de sahnelenecek. (Fotoğraflar: BirGün)

Işıl ÇALIŞKAN

Ömrünü tiyatro sahnesine adamış bir isim Taner Barlas. Onlarca unutulmaz karaktere hayat veren Barlas, sanat hayatında 40 yılını doldurdu. Usta oyuncu, şimdilerde iki kült edebiyat eserinin tiyatro uyarlaması ile sahnede. Barlas’ın uyarlaması ve rejisiyle sahnelenen Sabahattin Ali’nin unutulmaz eserlerinden ‘Kürk Mantolu Madonna’, seyircinin beğenisiyle karşılandı. Usta oyuncu ayrıca 2019 yılından bu yana George Orwell’in distopya türündeki ikonik eseri 1984 ile tiyatro sahnesinde. Tiyatro sanatçısı Taner Barlas ile oyunlarını ve serüvenini BirGün TV için konuştuk.

Taner Barlas sanat serüvenini BirGün TV’ye anlattı.

1984’le başlayalım istiyorum, bugün bu oyunun sahneleniyor olması neden önemli?

Biz oyunu 6 sene önce kotardık. O dönemde de bugün de bir baskı ve bir otoriter rejim yaşıyoruz. 1984, George Orwell’ın yazdığı distopik bir hikâye ve bir baskı rejimini, bir otoriter rejimi, Büyük Birader’in baskısı altındaki bir rejimi anlatıyor. Dünyayı üçe bölmüş; Doğu Asya, Avrasya ve Okyanusya diye. Okyanusya’da geçiyor olay. Okyanusya, İngiltere’yi ve diğer bölgeleri kapsayan bir bölge. Orada büyük biraderin baskıcı, faşizan bir yönetimini anlatıyor. Her şeyi gören, duyan, bilen bir Büyük Birader var ve herkesi sindiriyor. Sloganları, “Savaş barıştır, özgürlük köleliktir, cehalet kuvvettir.” Ve maalesef umutsuz bir şekilde bitiyor roman. Halbuki ben inanıyorum ki umutlar en son ölür ve hiçbir zaman bitmez. Biz biraz oyunun sonunu değiştirip umutlu bir şekilde bitirmeye çalıştık. Yaşadığımız dönemle paralellikler var, o yüzden bu roman ve bu romanı oyunlaştırmak, bu dönemde seyirciyle buluşması açısından çok değerliymiş gibi geldi ve bu seçimi yaptık.

Biraz rolünüzden bahsedelim istiyorum, Winston Smith’ten. Çok etkileyiciydi, işkence sahnelerine nasıl hazırlandınız?

İşkence sahneleri gerçekten benim için de etkileyici ve zor sahneler oldu ama Rutkay’la beraber çalışmamızın, (Rutkay benim 50 senelik arkadaşım 60 senelik arkadaşım ve beraber çok şey ürettik) onunla yaptığımız sahnedeki o ortak dayanışma, rolü daha sağlıklı, daha doğru, daha seyirciye aktarılabilir bir şekilde kotarmamıza neden oldu.

Yeni oyununuza geçelim, Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sına. Bu uyarlamayı yaparken nelere dikkat ettiniz?

Açık söylemek gerekirse büyük bir cesaret gösterdim diyelim çünkü Sabahattin Ali çok önemli bir yazar, Türk Edebiyatına büyük katkıları olmuş bir yazar. Üç tane romanı var, Kuyucaklı Yusuf, İçimizdeki Şeytan ve Kürk Mantolu Madonna. Öyküleri var, şiirleri var. Kendi deyimiyle tek sosyal içerikli olmayan uzun hikâyesi Kürk Mantolu Madonna. Bir aşk öyküsü ve bugün yaşamadığımız, görmediğimiz bir aşk öyküsü bu. Çünkü böyle bir bağ, böyle bir sevda artık günümüzde yok. İnsanlar sevdasını sevdiğinin elini tutarak, gözünün içine bakarak söylemiyor artık. Sevdasını bu telefonla söylüyor, karşılıklı oturuyorlar, “Seni seviyorum” diye buradan söylüyor. O kadar duyarsız bir toplum olduk. O yüzden Kürk Mantolu Madonna Türkiye’de en çok okunan roman çünkü bu duyarlılık, bu samimiyet, bu içtenlik var. İnsanlar okudukça kendini ya Maria Puder’in ya da Raif’in yerine koyup bu aşkı tadıyor. Bu yüzden önemliydi benim için bu aşk, bu sevda. Ve o yüzden de bunu oyunlaştırmak istedim.

SABAHATTİN ALİ YAŞASA YİNE DEVRİMCİ OLURDU

Sizce Sabahattin Ali bugünleri görse ne düşünürdü?

Sabahattin Ali bugünün devrimcilerinden biriydi. O gün de devrimciydi, bugün de devrimci. Bugün yaşasa yine devrimci olurdu, önder olurdu. Fikirlerinden hiçbir zaman ödün vermezdi. Sağlam, dik ve kararlı bir Sabahattin Ali olurdu ve çok daha eser verirdi. Bizi çok daha aydınlatırdı. Keşke yaşasaydı.

İfade özgürlüğü sıralamasında sonlarda yer alıyoruz ülkece. Günümüzde yaşayan bir sanatçı olarak bunu nasıl yorumluyorsunuz?

İfade özgürlüğü yok ülkemizde. Bireysel çıkışlarda insanlar gözaltına alınıyor, hapse atılıyor, birtakım gerekçeler uydurularak hapislere atılıyorlar ve bu insanlar senelerce hapislerde kalıyor. Vicdan yok, yani bugün yaşlı başlı subayların hapishanede ölümü beklemeleri beni çok üzüyor ki bunlar orduya ve ülkeye çok iyi hizmetleri olan insanlar. Bu vicdansızlık nereye kadar gidebilir. Ben bu yaşa geldim, hiçbir zaman Türkiye’de yandaş sanatçı, iktidardan yana sanatçı, muhalif sanatçı ayrımını görmedim, tanık olmadım. Bu dönemde ilk defa iktidara yakın sanatçılar ve muhalif sanatçılar diye bir ayrım var. Yani davetlere giden, iktidarın yanında olmayı şans gören sanatçılar var ve bunlar da iktidardan besleniyorlar. Konserlere çıkıyorlar, dizilerde oynuyorlar ama onun dışında muhalif sanatçılar var. Genco Erkal var bir efsane. Benim tanıdığım Suavi var, Edip Akbayram var. Bunlar büyük sanatçılar ama seyirciyle buluşma olanakları ne yazık ki çok az oluyor. Hatta konserleri yasaklanıyor. İfade özgürlüğü dediğimiz şey bu. Yani insan sanatıyla da söylemleriyle de sanatçıysa da kendini ifade edebilmeli, görüşlerini düşüncelerini ifade edebilmeli. Düşünce engellenemez. 1984’te o kadar baskı, o kadar büyük bir kıyım varken düşünceyi engelleyemiyorlar çünkü insan düşünen ve düşündüğü için yaratan bir varlık.

Günümüzde politik tiyatro yapan sayılı isimlerdensiniz, 40 yıl olmuş. Şöyle geriye dönüp baktığınızda ne görüyorsunuz?

Ben 1964’te başladım tiyatroya, okulla başladım. Benim eğitmenlerim Muhsin Ertuğrul, Ayla Algan, Haldun Taner, Melih Cevdet Anday. Ben bu değerlerle çalışma ve onların eğitiminden geçmek şansına kavuştum. Bugün politik tiyatroyu yapıyoruz ve rağmen yapıyoruz. Ben şehir tiyatrosundan 80 sonrası sakıncalı bulunduğum için, politik nedenlerle kovuldum. Bir gün Aziz Nesin ile karşılaştım. Aziz Nesin’in hem ben çocuk oyununu koydum hem de Yugoslavya’da “Gol Kralı Sait Hopsait” oyununu koydum. Bir dostluğumuz vardır, kendisini Çatalca’da çok ziyaret etmişliğim vardır. Bir gün karşılaştığımızda “Taner n’apıyorsun” dedi. Ben dedim 1402 ile kovuldum hocam. Bana “Onurdur Taner, onurdur dedi. Yani bu dönemler de geçecek, belki biz göremeyeceğiz ama çocuklarımız iyi dönem görecekler. Hiçbir zaman bir baskı dönemi, bir otoriter dönem varlığını uzun süre koruyamamıştır çünkü bu özgürlük düşüncesi yok edilemez. İnsan her zaman özgür olmak ister. Bu düşünceyi hiçbir kuvvet insanın kafasından atamaz. Tıpkı 1984’te olduğu gibi.