Panama’da kayıtlı Fonseca hukuk şirketine ait 11.5 dokümanın sızdırılmasıyla başlayan süreç, 200 bin gizli hesabın erişilebilir hale gelmesiyle yeni bir boyut kazandı. Öncelikle kapitalizmin “kuralları” çerçevesinde vergi cennetlerine sığınmak kanun dışı sayılmıyor. Ama etik açıdan ciddi sakıncalar içeriyor.

Zaten en önemli vergi cennetleri olarak Cayman adaları, British Virgin adaları ve Belize sıralanıyor. Bu nedenle sızan bilgilerin ancak aysbergin su üzerine çıkan kısmı olduğunu söylemek mümkün. Küresel kriz sonrasında hem kurtarma operasyonlarının kamu bütçelerine getirdiği yük nedeniyle, hem de neoliberal politikaların iyice derinleştirdiği gelir ve servet adaletsizliğine kitlesel tepki kaynaklı olarak G20 toplantılarında vergi cennetlerini denetim altına alma kararı verilmişti. Gelgelelim aradan geçen sürede bu konuda neredeyse hiç bir somut adım atılmadı.

Şu ana kadar dünya kamuoyuna sızan bilgilerin doğruluğu ile ilgili neredeyse hiçbir itiraz yükselmedi. Ne var ki açıklanan enformasyonun seçici olduğu, özellikle ABD egemen çevrelerine ilişkin kayda değer bir ifşaat bulunmadığı eleştirisi yapılıyor. Rusya’daki Putin rejiminin, bu dönemde semiren oligarkların ne denli kirli ilişkiler içerisinde olduğunu tahmin etmek zor değil. Ama Batı basınının arkadaşı Sergei Roldugin’in gizli banka hesabı üzerinden Putin’in ismini öne çıkarması, yine Çin Komünist Partisi ile ilgili sızıntıları başlığa taşıması, tüm bu operasyonun küresel hegemonya mücadelesi ile ilişkilendirilmesine neden oluyor. Suriye ve Libya’daki Esad ve Kaddafi sülalelerine değen bilgilerin özellikle telaffuz edilmesi jeopolitik hesapları akla getiriyor. İngiliz Başbakanı Cameron’un kirli işlerinin açığa çıkarılması bile, Atlantik İttifakı’nın işine gelmeyen referandum macerasının müsebbibi görülmesiyle bağlantılı bulunuyor.

Her ne kadar seçici de olsa, önde gelen politikacılardan, ünlü sanatçı ve başta Messi gibi sporculara kadar bunca adaletsiz bir düzenin kendi kurallarını bile zorlayanların Panama belgeleriyle teşhiri, gerek dünya düzenine, gerekse de yerleştirdiği yolsuzluk ve sahtekarlıklara açık neoliberal ekonomik sisteme karşı tepkiyi, giderek direnişi örgütlemek için uygun bir zemin yaratıyor. Kapitalizmin meşruiyetini sorgulamak için de malzeme sağlıyor. Gelebilecek karşı hamleler de yine sistem karşıtlarına uygun bir iklime hizmet edebilir.

Konunun Türkiye ayağı ile de ortaya dökülen liste, Doğan, Sabancı, Zorlu gibi grupların, birtakım seküler müteahhit ve işadamlarının, Musevi kökenlilerin isimlerinin öne çıkmasıyla daha ziyade İstanbul burjuvazisini, TÜSİAD çevrelerini içeriyor. Her ne kadar Çalık Enerji’nin adı geçse de, bazı yandaş iş adamlarına rastlansa da, İslami sermayenin daha ziyade başka kanalları seçtiği, en azından Fonseca ile fazla ilintilenmediği görülüyor.

O bakımdan şu ana kadar ulaşan bilgiler toplumsal muhalefet açısından AKP ve Erdoğan rejimine muhalefetten çok, genel kapitalizm-neoliberalizm teşhiri için daha uygun bir zemin sunuyor. Bunca derin gelir ve servet bozukluğunun yaşandığı bir ülkede zenginlerin açgözlülüklerini , zaten dolaylı vergilerle büyük ölçüde emekçi kesimlerin sırtındaki vergi yüküne mevcut kurallar çerçevesinde bile katkı vermemek için her türlü dolambaçlı yola başvurduklarını gözler önüne seriyor.