İronİk sayılabilecek bir 1 Mayıs yaşadık! Sokaklar ve meydanlar boş kaldı, sembolik biçimde meydanlara çıkmak isteyen sınıf sendikacıları gözaltına alındı. Oysa pandeminin de etkisiyle, kapitalizmin krizinin faturasının ağır biçimde çalışan sınıflara kesildiği bir dönemdeyiz.

Kanadalı kent bilimci Roger Keil, BirGün için kaleme aldığı ve bugün yayımlanan değerlendirmesinde pandeminin büyük kentleri öne çıkardığını vurguladıktan sonra, ekliyor; pandemi, söz konusu büyük kentlere referansla şekillenen yakın ve görece uzak çeperleri vuruyor. Keil, söz konusu çeperin sadece mavi yakalı işçilerin ve görece güvencesiz hizmet sektörü çalışanlarının yaşam alanlarına işaret etmediğini, yeni ekonominin dağıtım istasyonlarını, depolarını, dolaşımı sağlayan ara ofislerini de içerdiğini belirtiyor.

Büyük kentlerin çelişkileriyle öne çıkan çeper yayılma bölgelerini, yaşam ve çalışma alanlarıyla ne kadar biliyoruz? Geçtiğimiz günlerde, cep telefonu ve benzeri bilgiler kullanılarak, salgının İstanbul ve diğer büyük kentleri nasıl etkilediğine yönelik bazı kestirimler yapıldı. Kimlerin evde kalabildiği ve enfekte olanların dağılımı üzerine üretilen haritalar da çeper bölgelerine işaret ediyordu.

Bu bilgilerin başta telefon şirketleri olmak üzere (ulus-ötesi) sermayenin tekelinde olduğunun altını çizelim. Ulusal düzeyde bu bilgiler, şirketler yanı sıra merkezi yönetim tarafından kontrol ediliyor. Onlar izin verdiği ölçüde diğer kesimler bu bilgilere erişebiliyor. Bu konuda alternatif oluşturabilecek kurumlar, sınırlı yetki alanlarına karşın belediyeler. Geçtiğimiz dönemde kent haritalarının tek ilgi göreni her düzeyde imar planları oldu; ada ve parsellere, burada kim yaşar, ne yer ne içer, nerede çalışır, çocuğu nerede okur diye bakılmadı; imar haklarına, yoğunluk artışlarına ve yaratacağı ranta ilgi gösterildi.

Şimdi atılan bazı adımlara bakıp umuyoruz ki, yerel yönetimlerde o anlayış bir miktar değişecek! Ancak, bulunduğumuz noktada kentin bilgisine yaklaşımımız 1867 yılından daha geride duruyor. 1867’de ne olmuştu diye soranlara açıklayayım.

Marx, yaşamının gençlik sonrası yıllarında sanıldığı gibi sadece British Museum’da Kapital’i yazmak için çabalamamış; işçi sınıfının uluslararası örgütlülüğünü sağlamak için Enternasyonal’i kurmuş ve etkili olabilmesi için mücadele vermiştir.

Marx’ın öncülüğünde Enternasyonal, yerel temsilcilikleri aracılığıyla, yerelin bilgisine de detaylı biçimde vakıf olmayı hedeflemiştir. Marx, 20 Şubat 1867’de Cenevre Kongresi’ne bizzat sunduğu araştırma çerçevesini şöyle özetler:

Büyük uluslararası çabaların bir araya getirilmesinin bir örneği olarak önerimiz, işçi sınıfının tüm ülkelerdeki koşullarına ilişkin istatistiki bir araştırmanın işçi sınıfının kendisi tarafından tesis edilmesidir. Başarılı eylem üzerine çalışılan malzemenin bilinmesini gerektirir...Bu nedenle, Birliğimizin mevcut olduğu her yerel birimde, çalışma hemen başlatılmalı ve ekteki araştırma şemasında belirlenen farklı konularda veriler toplanmalıdır (Cenevre Kongresi Delegelerine Bilgilendirme).

Ek olarak sunulan anket formunda, sanayi ismi, çalışanların yaş ve cinsiyeti, çalışan sayısı, ücret koşulları, çırakların koşulları, çalışma saatleri, yemek ve dinlenme molaları, gece ve gündüz vardiyaları, çalışma ortamı koşulları ve sağlığa uygunluğu, işin çalışanların sağlığına etkisi, eğitim ve benzeri türden bilgiler istenmekte ve her yerel birimin, yapacağı araştırma konuları üzerinde, kendi koşullarına göre değişiklikler yapabileceği belirtilmektedir.

Yazışmalara bakıp, düşündüm; Marx bugün yaşasaydı, kanımca becerileri arasına çoktan “coğrafi bilgi sistemleri” uzmanlığını eklemiş ve çeperin bilgisini bilgisayarına kaydetmiş olurdu!

1 Mayıs vesilesiyle Marx’ın sözüyle bitirelim: “başarılı eylem, üzerine çalışılan ‘malzemenin’ bilinmesini gerektirir”.