Pandemi bitecek mi sorusunun yanıtı elbette evet. Ancak yine en başından beri söylediğimiz gibi pandeminin bitmesi değil nasıl biteceği ve bu süreçteki hasarın ne kadar olacağı daha önemli bir soru.

Pandeminin bize anlattıkları

Yaklaşık iki senedir yaşamımızda çoğu noktada birinci planda olan ve neredeyse her şeyi derinden etkileyen bir süreçle karşı karşıyayız. Pandemi, onu anlamlandırmaya çalışmakla onu bitirmeye çabalamak arasındaki gerilimli bir dönem olarak sürmekte.

2020 yılının başında pandemiyi oluşturan virüsün özelliklerini anlamak üzerine geçen bir süreçte dünyada günlük ortalama vaka sayıları Ağustos 2020’de 250.000 civarında iken geçen sene kış aylarında bu sayı yaklaşık 800.000’e çıkmıştı. 2020 yılı, aşıları elimizde olmadığı bir dönemde Pandeminin ilerleyişini nasıldır sorabiliriz üzerine çokça konuştuğumuz bir yıl oldu. Kapanma önlemleri, maske mesafe ve tüm diğer artık aşina olduğumuz tedbirler 2020 yılında uygulandı ve aşıların varlığına ulaştığımız 2020 Aralık ayından sonra pandemi başka bir sürece değişti. Geçen seneki değerlendirmede, 2021 yılının aşılar eğer tüm dünyaya adil ve eşit bir şekilde uygulanabilirse ve yüksek oranda aşılama gerçekleştirebilirse ölümlerin çok azalacağı fakat virüsün değişiminin aşılamayan kişilerde gerçekleşmeye devam edeceği, yeni varyantların ortaya çıkabileceğiydi. Maalesef bu öngörü doğru çıkmış durumda. 2021 yılı içinde virüsün iki büyük biçimi olan Delta ve bugünlerde baş etmeye çalıştığımız Omikron varyantları dünyada yayılmaya devam etti. 2021 Şubat ayında dünyadaki ortalama günlük vaka sayıları 550.000 civarındaydı. Haziran’a doğru virüsün yayılması ile bu 800.000 civarına ulaştı. Yaz sonu bir düşüş gerçekleşse de çok kısa süre içinde bir yükseliş ile tekrar karşılaştık ve artık yeni ve çok daha hızlı yayılan varyant olan Omikron ile mücadele ediyoruz.

Karşılaştırma olması açısından dünyada günlük ortaya çıkan vaka sayıları son birkaç günde yaklaşık 1.400.000. Yani 2020 senesinde pandeminin en yüksek zamanındaki ortalama vakaların iki katı. Bu yüksek sayıların ortaya çıkmasının birçok nedeni var. Birincisi elbette varyantın çok daha hızlı sayılabilecek değişime uğraması. Daha fazla vakayı görmemiz ve tanımlamamız, daha geniş test yapılması ve test kapasitesinin artmasına da bağlı. Bu varyantın bu kadar hızlı yayılmasının bir sebebi de artık çok yorulmuş olmamız. Toplumlar 2020 senesindeki yaşamı kısıtlayan önlemlerin artık geçerli olmadığına bir şekilde kendilerini ya sürece inanmayarak ya da reddederek angaje etmiş durumdalar. Elbette maske ve mesafe halen geçerli ancak yaz aylarında dünyada ve Türkiye’de pandemi bitmiş gibi bir sürece gelindi. Elbette aşılama önemli ve aşılamanın yüksek seyrettiği ülkelerde de bu varyant yayılımda. Ancak burada şunu net olarak belirtmemiz gerekiyor ki 2020 senesinde pandeminin en yüksek noktaya ulaştığı dönemde günlük ortalama ölüm sayıları 18.000 civarına yükselmişti, şu anda Omikron varyantı o dönemki vaka sayısının iki katı vaka ortaya çıkartıyor ancak ölümler ortalama günlük 7000 seviyesinde. Yani iki katı vaka yarıya düşmüş ölüme yol açıyor. Bu elbette sevindirici bir gelişme, ancak bu virüsün daha zayıf olmasından çok aşılamanın yapıldığı kadarıyla bir koruyuculuk sağladığı anlamına geliyor. Dünyada örneğin Birleşik Krallık’ta yüksek aşılama yapıldığı için şu anki günlük ölüm sayıları yaklaşık 70 civarında, çıkan vaka sayısı ise 180.000. Amerika Birleşik Devletleri‘nde ölüm sayıları yaklaşık 1500 günlük seviyede ilerliyor, ABD’de geçen gün 600.000 vaka ile dünyada bir günde bir ülkede çıkan en fazla vakayı tanımlamıştı.

Ölümlerin düşüyor olması, hastaneye yatışlardaki istatistiklerde de belli oluyor. Veri paylaşımını ve tanımlamayı iyi yapan bölgelerde hastanelerde yatanların %90 dan fazlası aşısızlar. Dolayısıyla aşılar hem ağır hastalıklara karşı hem de ölüme karşı etkili bir koruma sağlıyor. Bunu geçen seneden beri söylüyoruz ve artık 2021 bize aşıların etkili olduğunu net bir şekilde kanıtlamış durumda. Ancak her aşının etkisi aynı değil bunu bir kere daha belirtmek gerekiyor. Etkili olan aşılar özellikle mRNA aşıları Omikron varyantına karşı üçüncü dozdan sonra etkili koruma sağlıyor. Bu nedenle hem Türkiye’nin hem de dünyanın çeşitli aşı uygulama rejimlerini, hastaneye yatışlar, ağır hastalıklar ve ölümlerin önlenmesi üzerine kurması gerekiyor. Çünkü yanlış bir anlaşılma, aşıların hastalığı ve semptom göstermeye önlemesi üzerine. Aşılar, bir kişinin korunaklı olsa bile virüsün dolaşımda olduğu bir ortamda virüsü vücuduna almasına engelleyebilecek bir tıbbi araç değil. Aşılar, virüsün vücuda girdikten sonra vücutta hastalığa yol açmasını engellemek için oluşturulan bir savunma mekanizması. Dolayısıyla aşılardan beklentimiz semptomatik hastalığı önlemesi değil ölümleri ve ağır hastalığı önlemesi, hastalığın hafif geçmesini sağlaması. Dünyadaki aşılamaya baktığımızda gördüğümüz tablo çok iç açıcı değil. Yine bir karşılaştırma yapmak açısından 2021 yılının Şubat ayıyla bir karşılaştırma ile başlayalım. Aşılamanın çok düşük olduğu bu dönemde, Amerika Birleşik Devletleri‘nde %5 dünyada ise %0.5 tam aşılama gerçekleştirilmişti. Vaka sayıları ve ölümler oldukça yüksekti. Bugüne baktığımızda dünyada tam aşılanmış kişilerin oranı %49’a ulaştı. Amerika Birleşik Devletleri‘nde %62, Birleşik Krallık’ta %70, Almanya, İtalya ve Kanada’da %70’in üzerinde. Türkiye’de tam aşılanan nüfusun oranı %60. Aşılanan bu kişilerin Omikron varyantı ile karşılaştıklarında hastalığı çok büyük oranda hafif geçirebileceklerini söyleyebiliriz. Ancak dünyanın yarısı halen aşılanmamış durumda ve yeni varyantların ortaya çıkması, ölümlerin artması, maalesef kaçınılmaz. Yüksek aşılama yapan ülkelerde bile örneğin Amerika Birleşik Devletleri‘nde %40 aşısız insan var ve bu insanlar varyantı yayıyorlar, hastalığı yayıyorlar ve maalesef ölüm sayılarını artıran grup özellikle bu grup. COVID bir grip değil ve ölüm oranlarındaki düşüş aşılananların Aslında pandemi ile ilgili konuşurken ve yılın değerlendirmesini yaparken biraz önce bahsettiğimiz gibi aşıların kesinlikle etkili olduğunu öğrenmiş durumda olduğumuzu belirtmemiz gerek. Aşı karşıtlarının söyledikleri gibi aşılar insan sağlığını ve toplum sağlığını etkileyen değil aksine koruyan tıbbi bir gelişme. Pandemiyi bitirmenin sadece aşı ile mümkün olmayacağını söylemiştik ve bu doğru çıkıyor. Çünkü toplumların yaşam biçimini pandemiye endekslemeden, yayılımı kendi haline bırakıp yapılması gerekenleri yapmadan aşılar kendi başına yeterli olmayacak. Doğal evrim virüsün aşıların etkinliğini küçük de olsa düşürebilecek değişimlerine yol açıyor ve bu küçük düşüşler milyarlarca insan düşünüldüğünde vaka sayılarını, ölümleri binlerce artırma şansına sahip.

Türkiye, 2021 yılında sadece pandemide değil yaşamın tüm alanlarında bir başarısızlık hikâyesinin net ortaya çıktığı bir coğrafya. Pandemide veri paylaşımında zaten eksikler vardı. Artık neredeyse veri paylaşılmıyor, bize verilen sayıların ne anlama geldiği hakkında kimsenin bir fikri yok, Omikron varyantı dünyada yaylımdayken genetik testlerin ve genetik dizin analizini yapılmaması sonucunda Türkiye’de bu varyant hızlı bir şekilde yayıldı ve son birkaç günde vakalar beş katına çıkmış durumda. Aşılanmayan, hassas yaş grubundaki kişiler ağır hastalıklarla ve maalesef ölümlerle karşılaşma riskine sahip. Türkiye ve onun pandemi yönetimi, bilim inkârcılığının toplumda nasıl bir felakete sürükleyebildiğini net olarak göstermiş durumda.

Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de hepimizin aklında birçok soru var. Güçlendirme aşılarını olmalı mıyız, pandemi bitecek mi, önümüzdeki süreç bizi neler bekliyor? Aşılama stratejisi Türkiye’de oldukça karmaşık bir duruma gelmiş durumda. Pandeminin başında her aşının etkisinin aynı olmayacağını söylemiştik ve bilimsel çalışmalar artık bize inaktif aşıların varyantların karşı etkisini düşük olduğunu, mRNA aşılarının etkilerinin daha yüksek olduğunu gösteriyor. Türkiye, aşı tercihinde inaktif aşıyı tercih etmesinden kaynaklı bir koruyuculuk düşüklüğü yaşamış durumda. Bunun üzerine diğer güçlendirici aşılardan olan kişiler şu anda yeterli koruyuculara sahip gibi görünüyorlar ancak güçlendirme dozlarının kesinlikle etkisi yüksek aşıyla yapılması gerekiyor. Aşılama böyle karmaşık bir süreçle işlerken geçtiğimiz haftalarda politik bir şov olarak ortaya çıkan yerli aşı ve onun üretim süreci medyada yer aldı. Bu aşının hiçbir bilimsel çalışması yayımlanmadı, inaktif bir aşı olmasından dolayı etkisinin düşük olacağını net olarak söyleyebiliriz ve virüsün daha önceki varyantlarına karşı dizayn edilmiş bir aşı olduğu için hem güçlendirici etkisi hem de koruyucu etkisi oldukça düşük olacak. Herhangi bir tıbbi ilerlemenin bilimsel verilerini görmeden net bir yorum yapamayacağımızı belirterek hiçbir bilimsel verisi açıklanmamış bir aşının insanlara yapılamayacağını net olarak söylememiz gerekiyor. Yerli aşı süreci Türkiye’nin pandemiye bakışını net olarak yansıtıyor. 2020 senesinin başında Pandemi sürecinin akıl bilim ve vicdan ile sürmesi gerektiğini söylemiştik. Türkiye’de bu üçüne de başvurmadan götürülmeye çalışılan de pandemi süreci var ve vakalar ile ölümler gördüğünüzün çok daha üstünde.

Pandemi bitecek mi sorusunun yanıtı elbette evet. Ancak yine en başından beri söylediğimiz gibi pandeminin bitmesi değil nasıl biteceği ve bu süreçteki hasarın ne kadar olacağı daha önemli bir soru. Aşılamanın yüksek yapılması, sistemin virüs yayılımını ve takibi kolaylaştırıcı şekilde kurulması, genetik dizin analizlerinin ve bölgesel risk haritalarının gerçekçi şekilde yapılması, verilerin şeffaf paylaşılması bu pandemi sürecini daha az hasarla atlatmanın en önemli yolları. Türkiye’de bunların yapılmadığını görüyoruz ki geçen sene pandemi ile ilişkili istatistiki verilerin halen yayınlanmadığını da buna eklersek durumun vehameti gözler önünde. Pandemi elbette kendi başına da bitebilir ancak bu çok daha yüksek ölüm sayısına yol açar. Pandeminin başında sürü bağışıklığı kavramı ortaya atıldığında tam da bu sebeple sürü bağışıklığının ya da pandeminin kendi haline bırakılması fikrinin geçerli olmadığını belirtmiştik. Dünya çok kısa süre içinde bilim insanlarının aşıları bulmasıyla büyük bir avantaj elde etti. Bugün yaşadığımız 1,5 milyon günlük vakada ölümlerin düşük olmasını çoğunlukla aşılara borçluyuz. Bu nedenle rasyonelitenin ve bilimin bu alandaki öngörülerine kulak tıkamamak ve onları reddetmemek zorundayız. Buna rağmen bahsettiğimiz gibi dünyanın yarısı aşılanmamış durumda ve bu pandemi nasıl bitecek sorusunu büyük ihtimalle bir dahaki sene yılbaşında yine konuşuyor olacağız.

Son olarak, yaşadığımız iki sene belki toplum içinde birçok kişiye bilimsel bilginin nasıl paylaşılmasının doğru olduğu, bilimsel bakış açısının nasıl sorgulayıcı olması gerektiği, bilim insanlarının geleceğe dair yorumlarının kötümser olarak adlandırılmadan gerçekçi olarak nasıl ele alınmasının faydalı olacağını da anlatmış durumda. Hiçbir bilimsel bilgi kesin değil ancak bu veriler ışığında ve bilgi dağarcığımız kapsamında geleceğe dair bir öngörü yapmaktan daha iyi bir mekanizmamız da bulunmuyor. Çünkü iş siyasetçilere kaldığında politik bir gelecek yorumu yapılırken, bilim karşıtlarına kaldığında komplocu bilinemezci ve dezenformasyonu ön plana çıkartan bir yorumla karşı karşıya kalıyoruz. Bu süreçte kendilerini en fazla eleştiren grup belki de bilim insanları oldu. Bugünkü bilgimizle yaptığımız yorumlar yarın başka bir olguyla karşılaştığımızda değişmeye mahkûm çünkü veri analizi ve bilimsel bilginin yarattığı uzlaşı böyle bir değişim doğasına sahip. Bu nedenle şunu net olarak söyleyebiliriz ki hem bu sayfalarda hem de sosyal medyada söylediklerimiz, iki senedir maalesef doğrulanmış durumda. Aşılarını yaptırmış olanlar tedbirlere ellerinden geldiğince uyuduklarında bu pandemiden ağır hasta olmadan çıkacaklar. Aşısız kişiler ise hem toplumsal yaşamı, hem toplum sağlığını, hem ekonomiyi daha kötüye götürüyor. Bunu artık net olarak söyleyebiliriz.

Bu senenin değerlendirmesini bitirirken, yanlış bilginin yayılma hızının toplumda ne kadar zarar verdiğinin de bir kere daha altını çizmek gerekiyor. Sosyal medyada ve arkadaş gruplarında ortaya konan bilgiler genelde uzmanlardan gelmediği sürece bir anlam ifade etmiyor. Herkes titri doktor ya da profesör bile olsa her konuda uzman ve yetkin anlamına da gelmiyor. Türkiye akademisinin durumu göz önüne alındığında, büyük titri olan birçok kişinin aslında temel bilimsel bilgi ve onu yorumlamaktan yoksun olduğunu, ancak buna rağmen büyük laflar ettiğini görebiliyoruz. Bilim kurulunun işlevsiz bir hal alması ve bilim kurulundakilerin aslında bilimden uzaklaşmış durumda olmaları da Türkiye’deki durumu maalesef gözler önüne seriyor. Şu tavsiyeyi yapmak gerekiyor: bilimsel verileri anlamlı bir şekilde yorumlayıp farklı senaryoların ağırlıklandırılması üzerinden konuşan, kesinlikten uzak ama verileri yorumlayabilen, spekülasyona yol açmayacak şekilde bunları paylaşan bilim insanlarını ve hekimleri dinlemekte fayda var.

Bir yılı geride bırakıyoruz ancak pandemi, yılbaşını bir milat olarak almıyor ve günlük 100 binlerce vaka sayısıyla yarından itibaren de yayılmaya devam edecek. Bu konuyu daha çok konuşacağız. Huzurlu, umutlu, mutlu, dayanışma içinde, daha iyiye doğru bir değişimin olduğu, sağlıklı ve bilimle dolu, rasyonel aklın egemen olduğu yeni bir yıl dilerim.