Dünyanın en çok izlenen borsa göstergesi Dow Jones Sanayi Endeksi geçtiğimiz hafta 17 bin sınırını aştı

Dünyanın en çok izlenen borsa göstergesi Dow Jones Sanayi Endeksi geçtiğimiz hafta 17 bin sınırını aştı. 16 bin düzeyinden bu sıçramayı gerçekleştirmek için sadece 153 borsa seansı almış. Sırf New York borsası değil, tüm küresel hisse senedi piyasaları dolu dizgin yükseliyor. Ekonominin tıkırında gittiği, büyümenin hızlı seyrettiği, yeni istihdam olanaklarının yaratıldığı bir iklimde, kapitalizmin barometresi sayılacak borsaların da arş-ı alaya yükselmesini açıklayabilirsiniz. Ne var ki, ABD’de ilk çeyrekte ekonominin yüzde 2.9 daraldığı bir konjonktürde bu rekorlar kırılıyor. Üstelik, son tahlilde üretilen mal ve hizmetler için talep yaratacak geniş kitlelerin reel gelirleri de artmıyor. İstatistikler işçi saat ücretlerinin tüketici fiyatlarına paralel, sadece yüzde 2’lik bir yıllık kıpırdama kaydettiğini söylüyor. Bilindiği gibi avro bölgesinden de pek iç açıcı haberler gelmiyor. Almanya’da iş alemi güven endeksinin son altı ayın en düşük düzeyine indiği bildiriliyor.

ABD Merkez Bankası FED’in bir raporu, 2014’ün ilk çeyreğinde reel ekonomi daralırken, servetlerin 1490 milyar dolar yükseldiğini ortaya koydu. Bu müthiş servet patlamasının 361 milyar doları hisse senedi portföylerinin değerlenmesinden, 758 milyar doları da emlak fiyatlarının yeni zirveler yakalamasından kaynaklanmış. Financial Times’ın bir haberine göre 2008 ekonomik krizinden bu yana hane halkı serveti yüzde 43 artarken, emek piyasasındaki durgunluğa bağlı olarak ortalama çalışanın geliri aynı dönemde yüzde 7.6 gerilemiş. Peki gelirler düşerken servetler nasıl artıyor? Çünkü servet büyük ölçüde o ünlü %1’lik kaymak tabakanın elinde bulunuyor. Düşük faiz ortamı, likidite bolluğu finansal piyasaları ve lüks konutları uçururken, sade yurttaşların yaşam koşulları ve istihdam olanakları yerinde sayıyor.

Global Research sitesinde, “Finansal Balonlar” üzerine bir makalesi yayınlanan İsmail Hüseyinzade, zaten emlak fiyatlarındaki artışın da en lüks %1’lik konutlar için geçerli olduğunun altını çiziyor. 2014’ün ilk dört ayında, 1.67 milyon doların üzerindeki konutların fiyatı tam yüzde 21 yükselirken, geri kalan yüzde 99’un fiyatları yüzde 7.6 gerilemiş. “Refah Etkisi” diye adlandırılan, konut fiyatları ve borsalar uçuşa geçince, “zenginleşiyorum” duygusuna kapılan bireylerin harcamalarını artırıp, talebi canlandırması olgusu da haliyle bu garip durumun nedenleri arasında. Ama mutluluk rüzgarı sadece %1’e yönelik lüks tüketim mallarında esiyor. Louis Vuitton, Bulgari, Tiffany gibi elit markaların satışları artıp, yüzleri gülerken, işçi sınıfına yönelik perakende zincirleri kan ağlıyor. Nitekim Walmart’ın satışları %5 gerilerken, rekor kıran Dow Jones Sanayi Endeksini oluşturan 30 şirketten fiyatı düşen 5’i arasında Walmart ve Procter and Gamble gibi standart kitlesel ürün pazarlamacıları da bulunuyor.

Hüseyinzade, bir yandan finansal oligarşi zenginleşirken, öte yandan geniş kitlelerin yoksullaşmasını, yaşayan bir organizmada bir parazitin kan emerek, beslenme kanallarını tıkayarak semirmesine benzetiyor. Bu sonuca piyasa mekanizmasının görünmez eli veya kapitalist ekonominin rekabet güçleri marifetiyle filan değil, bilinçli olarak tasarlanan neoliberal istikrar politikalarıyla ulaşıldığını vurguluyor.

Bol kepçe likidite yaratan para politikalarının yeni bir finansal krizin tohumlarını attığını sadece kapitalizme muhalif iktisatçılar değil, “finansal mimarinin” hatırı sayılır kurumları da dile getirebiliyor. “Merkez bankalarının merkez bankası” olarak da bilinen Basel merkezli Uluslararası Ödemeler Bankası (BIS) geçtiğimiz hafta yayınlanan yıllık raporunda yaklaşan fırtınaya dikkat çekti. BIS “şen şakrak” finansal piyasaların ekonomik gerçeklerden kopup, bir hayal dünyasında yaşadığının altını çizdi; merkez bankalarının aşırı gevşek parasal politikaları bir an önce terk etmelerini istedi. Brezilya, Çin ve Türkiye’yi özellikle telaffuz ederek, finansal olmayan şirketlerin döviz cinsinden borçlanmalarının tehlikelerine işaret etti. Küresel Finansal Kriz’den önce, daha 2003’te BIS’in baş ekonomisti Bill White’ın yaklaşan fırtınayı önceden sezmesi, isminin “kriz kahinleri” listesine yazılmasını sağlamıştı. Bu sicil de Basel merkezli bankanın görüşlerinin dikkatle ve endişeyle izlenmesinin nedenleri arasında.

Gelgelelim, BIS uygulanabilir bir çıkış reçetesi önermediği gibi, kalan kamu işletmelerinin de özelleştirilmesi, emek piyasalarının esnekleştirilmesi gibi artık gına getiren neoliberal reçeteleri tekrarlamaktan öteye gidemiyor. Nitekim Financial Times gazetesinin baş yorumcusu Martin Wolf bu önerilerin deflasyona yol açabileceğini, ekonomideki durgunluğu daha da derinleştirebileceği uyarısında bulundu. Ne var ki, Wolf ve benzerlerinin parasal genişleme politikalarını Keynesçi markasıyla dolaşıma sokmaları gerçekçi değil. Bu ancak dev bankaların ve holdinglerin ucuz finansman marifetiyle, “finansal piyasalardaki manipülasyonların” rüzgârını arkalarına aldıkları “kendine Keynesçi” bir tasarım. Örneğin ABD şirketleri yılda 400 milyar dolar harcamayla kendi hisselerini piyasadan toplayıp fiyatlarını yukarı çekiyor, borsaları coşturuyorlar. Şirket yöneticilerinin hisse fiyatlarına endeksli primleri de haliyle tavan yapıyor. Yeni yatırımlara dayalı, istihdamın arttığı, üretimin yaygınlaştığı,üretkenliğin sıçradığı bir model zinhar söz konusu değil.

Nitekim BIS raporunun ardından, ABD Merkez Bankası Başkanı Janet Yellen doğrudan referans vermeden, bildiklerini okumaya devam edeceklerini, piyasaya ultra ucuz para pompalamaktan vazgeçmeyeceklerini teyit etti. Makro ihtiyati önlemler diye adlandırılan, bankaların kredilerine belli düzenlemeler getiren, örneğin konut kredilerini denetleyen, menkul kıymet çıkarma kurallarını gözden geçiren, bireylerin borçlanmalarına belli sınırlamalar koyan uygulamalara yönelebileceklerini söyledi. Bu açıklamalar IMF forumunda genel direktör Christine Lagarde’ın huzurunda gerçekleşti. Lagarde;

“Kendi düzenlemelerinize tabi evrende makro ihtiyati önlemlerin nasıl yürürlüğe konacağını gayet güzel ortaya koydunuz. Fakat bu evrene giriş sınırlanır ve sıkıca denetlenirken, öte yandan paralel evrenler yaratıyor. Böyle önemli riskler doğmaması için neler yapılabilir?” diye bir soru yöneltti.

Yellen ise mealen, “Sizin çok hassas bir konuya işaret ettiğinizin farkındayım; biz düzenlemeleri sıkılaştırdıkça faaliyetlerin bu sınırlar dışına yönelmesi mümkün ve bu noktada aciz kalıyoruz” dedi. Bir anlamda “gölge bankacılık” diye adlandırılan “paralel yapı” nedeniyle acze düştüklerini, finansal sistemin kontrol edilemez bir canavara dönüştüğünü itiraf etmiş oldu.

Özetle, küresel kapitalizm insanlığı çıkış yolunu kendinin de gösteremediği bir felakete sürüklüyor. Yapısal bir değişim olmadan; gelir ve servet emeğiyle geçinen kitleler lehine yeniden paylaştırılmadan, hatta mülkiyet yapısı köklü bir değişiklik geçirmeden bir çıkış olanağı ufukta belirmeyecek. Bu da BIS raporları, IMF uyarıları, bankacılık düzenlemeleriyle değil, ancak yaşamı ve çıkarı bu süreçlerden olumsuz etkilenen geniş kitlelerin direnişi ve örgütlenmesiyle mümkün.

Sonuç bölümü çok didaktik gibi gelebilir ama, tünelin sonunda başta bir ışık da görünmüyor. Sistem içi bir çözüm bilen varsa beri gelsin!