Sosyolog ve Siyaset Bilimci Prof. Dr Sencer Ayata’nın derlediği "Otoriter Popülizm ve Demokrasi" adlı kitap raflarda yerini aldı. Ayata, kitapta 21. yüzyılda en büyük tehlike olarak görülen otoriter popülizm konusu üzerinde odaklanıldığını söyledi.

Partiler zayıflarsa rejim otoriterleşir
Prof. Dr. Sencer Ayata / Fotoğraf: BirGün

Hüseyin ŞİMŞEK

Sosyoloji Profesörü ve 26’ncı dönem milletvekili Sencer Ayata, çok sayıda yazar, akademisyen ve siyasetçinin görüşlerini derlediği "Otoriter Popülizm ve Demokrasi" kitabı hakkında BirGün’e konuştu. Güncel siyasi gelişmelere ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Ayata, “AKP yüzde 7.5 oy kaybetti beş yılda. Ne var ki partilerin zayıfladığı yerde başkan güçleniyor, rejim otoriterleşiyor” dedi.

Fuat Keyman, Şule Özsoy Boyunsuz, Selin Sayek Böke gibi isimlerin değerlendirmelerinin derlendiği kitap ve siyasi gelişmeler hakkında Prof. Sencer Ayata, BirGün'ün sorularını yanıtladı.

SODAR tarafından yayınlanan “Otoriter Popülizm ve Demokrasi” kitabının ortaya çıkış hikayesini anlatır mısınız?

Sosyal Demokrasi Derneği (SDD) yönetimi demokrasi ve demokrasiye yönelik tehditler konusunda bir çalışma düzenlenmesini teklif etti. 21. yüzyılda en büyük tehlike olarak görülen otoriter popülizm konusu üzerinde odaklanıldı. Önce konular belirlendi, katılımcılar ona göre davet edildi. Beş yüz kişinin katıldığı büyük bir toplantı düzenledi. Kitabın daha fazla ve rahat okunması için düzeltilmiş konuşma dili tercih edildi. Derneğe, konuşmacılara ve kitabı yayına hazırlayanlara teşekkür borçluyum.

OTORİTER POPÜLİST İKTİDAR ÇOĞALIYOR

Türkiye’nin mevcut koşullarında neden böyle bir derleme yapma ihtiyacı ortaya çıktı?

Dünya ölçeğinde bakıldığında iklim değişikliği, yoksulluk ve eşitsizlik, iç ve dış savaşlar, uluslararası göçler gibi önemli sorunların arasında anti-demokratik rejimler konusu var. Anti-demokratik rejimler arasında otoriter monarşiler ve askeri diktatörlükler azalırken, otoriter popülist iktidarlar çoğalıyor. Avrupa’yı süpürüyor. Tabii bu hareketlerin içinde neo-faşist, emperyal milliyetçi, aşırı muhafazakar gibi farklı tarafları ağır basanları var. Günümüzde sağ-sol, farklı dinler ve kültürler arasında ciddi çatışmalar yaşanıyor. Otoriter popülizm ile demokrasi arasındaki çatışma da bunların en önemlilerinden biri. İnsan sağlığını, geçimi, sosyal ilişkileriyle gündelik hayatı, ülke ekonomisini, eğitimi, kültürü, dış politikayı doğrudan etkiliyor. Çoğu insanı baskı, sömürü, ayrımcılık, dışlanma nedeniyle mağdur ediyor. Diğer yandan otoriter popülist partiler ve iktidarlar, birbirleriyle görüş alışverişi yapıyor, ittifaklar kuruyor. Hatta ülkelerin içişlerine müdahale ederek müttefiklerini destekliyor. Kitabı okumak otoriter popülizmin güçlü ve zayıf yönlerini daha iyi görebilmeyi, ona karşı daha bilinçli vaziyet almayı ve mücadele etmeyi sağlayabilir.

Otoriter popülist sistemlerin dünyadaki benzer örneklerine bakınca Türkiye’den bildiğimize ne kadar benzediğini görüyoruz. İçinde bulunduğumuz durumun tesadüflerin, şok gelişmelerin, basit müdahalelerin değil farklı ülkelerde de görülen yapısal nedenlerden kaynaklandığını anlıyoruz. Ama farklıklarını da anlıyoruz.

SOSYAL ADALETSİZLİK BÜYÜK BİR SORUN

Dünya ölçeğinde bakıldığında öncelikle hangi yapısal nedenlerin altını çizersiniz?

Nedenlerin başında neo-liberal politikaların yol açtığı yoksulluk, eşitsizlik ve sosyal devletin zayıflatılması gibi ekonomik ve toplumsal sorunlar yatıyor. Emekçi kesimlerin geçim sıkıntısı, kaygıları, hoşnutsuzlukları yatıyor. Ülkelerin içinde kazananlar ve kaybedenler arasında derin sınıfsal yarılmalar meydana gelmiş durumda. Büyük bir sosyal adaletsizlik sorunu. İkincisi, neo-liberal ekonomi programları uygulayan merkez sağ ve merkez sol partilere duyulan güvenin sarsılması. Küreselleşmenin halka zarar veren olumsuz etkilerine karşı kararlı duruş sergileyemiyorlar. Üçüncüsü, etnik ve dini kültürel kimlik politikalarının tırmanması. Örneğin Avrupa’da bu sorun büyük ölçüde uluslararası göçlerin artması neticesi meydana geldi. Bunlara dayanarak güvenlik sorunlarını abartan ve çarptıran komplo teorileri üretiliyor, ulusal kimliğin ve ulusal egemenliğin erozyona uğradığı iddia ediliyor. Toplumda biriken tepki ve öfke sağ popülistler için olumlu bir siyasi ve toplumsal zemin ortam oluşturuyor. Demokrasinin sağladığı imkanlardan yararlanıp seçim kazanarak iktidara geliyorlar. AKP gibi daha çok dar gelirli, üst yaş grupları, görece düşük eğitimli, kentlerin çeperlerinde ve küçük yerleşim birimlerinde yaşayan seçmenlerden oy alıyorlar.

Sağ popülist hareketlerin geliştirdikleri söylemlerdeki benzerliklere dikkat çekiliyor. Hangi görüşler öne çıkıyor?

Popülizmin üç temel siyasi iddiası var. Çıkış noktaları elitlerle halk arasında uzlaşılmaz kültürel farklılıklar ve temel çıkar çatışmaları olduğu iddiası. Elitler, kendi çıkarlarını düşünürler, halktan kopukturlar, halka yukarıdan bakarlar. Yüzleri topluma değil dışarıya dönüktür, ne yerli ne de millidirler. Ama sağ popülistlere göre elitler zenginlerden, güçlülerden ibaret değil. Aydınlar, solcular ve her türlü muhalefet herkes duruma göre elit addedilebilir. Yozlaşmış ve ahlaken çürük elitlerin karşısında ise ahlaken üstün halk ya da hakiki millet. Halk duruma göre sınıf, etnik grup, millet, bir dini inanç grubu ya da bunların çeşitli karışımları olabilir. Net tanımı olmaz bunun. Sağ popülistler elit halk ekseni üzerinden toplum iki düşman kampa bölerek daimi bir kutuplaşma ortamı yaratmaya çalışıyorlar. Son dönemde Türkiye’de bu ayrım yerli ve milli olanlar ile karşıtları şeklinde ifade edilmeye başlandı. Bu siyaset milliyetçilik, muhafazakarlık, İslamcılık, Hinduizm, neo-liberalizm gibi farklı ideolojilerle birlikte görülebiliyor.

İkincisi, sağ popülist partiler, halkın gerçek temsilcisinin yalnızca kendileri olduğunu iddia ediyorlar. Halktan oldukları için de halkın sorunlarını en iyi onlar biliyor ve sorunlarını ancak onlar çözebilir. Ama sandık dışında gerçek bir katılım söz konusu değil. Tersine halkın ifade, toplantı ve örgütlenme yasakları ile halkın sesi hep kısılıyor. Üçüncüsü, üstün yeteneklerini vurgulayarak lideri öne çıkartıyorlar. Siyasi bağ liderle halk arasında kuruluyor. İktidarda  lider milletle, devletle bir tutuluyor. Kendisine sınırsız yetki tanınıyor.

En yaygın ortak özelliklerin iktidarda belirginleştiğini anlıyoruz. Burada dünyadan söz ederken adeta Türkiye anlatılıyor gibi. Nasıl yorumlarsınız?

Popülist yönetimin en iyi örneklerini Rusya, Türkiye, Hindistan gibi gelişmekte olan ülkelerde bulmak mümkün. Birincisi, siyasi güç yürütme organının elinde toplanıyor, devletin yönetimi kişiselleştiriliyor, keyfileştiriliyor. Başta parlamento ve bağımsız yargı olmak üzere siyasi iktidarın denetlenmesini sağlayan muhalefet, medya, sivil toplum kuruluşları iktidarın denetimi altına alınıyor. Demokrasinin teminatı olarak görülen kuvvetler ayrılığı ilkesi yürürlükten kaldırılıyor. Hukuk devleti, işlemez hale gelince insan hakları ihlallerinin, önü açılıyor. Kurumların içini boşaltılıyor, işlevsiz hale getiriliyor. Böylece hesap vermeyen liderlerin önünü açılıyor. Diğer yandan, iktidar zengin bir sınıf yaratma amacıyla kullanılıyor. Kamu kaynakları iktidara yakın kişilere ve şirketlere aktarılıyor. Yolsuzluk, israf büyük boyutlara ulaşıyor, sistem yozlaşıyor.

İktidara gelen popülist partiler toplumun karşıt kamplara bölünmesini daha da artırmaya çalışıyor. Güvenlik söyleminin ve şoven milliyetçiliğin öne çıktığı bir dönemde, popülistlerin yaymaya çalıştığı “ülkeyi elimizden alıyorlar, geri istiyorum, yeniden büyük ülke”, gibi söylemler toplumda karşılık bulabiliyor.

Bu arada kitapta otoriter popülizmin zayıf taraflarına da değiniliyor. Bunlar kuşkusuz demokrasi mücadelesi bakımından önemli sonuçlar. Ne düşünüyorsunuz?

Otoriter popülizmin tek halk, tek irade, tek lider düşüncesi çoğulculuğun ve demokrasinin tam karşıtı. Oysa karmaşıklaşan toplumlarda farklı yaşam tarzları, kültürler, sınıflar, ideolojiler ve dünya görüşlerinin bir arada yaşama koşullarının oluşturulması gerekiyor. Otoriter iktidarlar tarafından yönetilen ülkeler, insani, toplumsal ve ekonomik ilerleme sağlama konusunda başarılı değiller. Sağ popülizmin yükselişini önlemek için demokrasi mücadelesi veren tüm kesimlerin ve partilerin bir araya gelmesi en önemli koşul.  İkincisi, solun rolü önemli çünkü muhafazakar partiler sağ popülistlerle ittifak kurabiliyor. Gelinen noktada farklı sol partiler, bölüşümcü politikaları ve güçlü sosyal devleti yeniden hayata geçirme kararlılığı içinde olmalı. Yükselen kültürel kimlik taleplerini, çevre sorunlarını içine alan bir büyük siyasi sentez, yeni bir toplumsal vizyon geliştirebilmeli.

BAZI ALANLARDA MÜDAHALE FAZLA

Türkiye’nin mevcut durumunu dikkate aldığınızda AKP iktidarını bu açılardan nasıl değerlendirirsiniz?

Otoriter popülizm toplumsal tabanı, iktidara geliş biçimi, iddiaları ve söylemleri, yönetim biçimi, iç ve dış politikalarına ilişkin söylediklerimiz Türkiye’deki durum için büyük ölçüde geçerli. Farklı özelliklere ilişkin birkaç örnek verelim. Aslında sağ popülist partilerin temel özellikleri pek çok ülkeden önce Türkiye’de görüldü. Çünkü AKP kökleri 1960’lara hatta daha öncesine giden bir parti. Evet, sağ popülist liderler genellikle dini kurumları ve zümreyi yanlarına almaya çalışıyorlar ama AKP’nin geçmişinde ve iktidarında dini muhafazakarlığın ağırlığı çok daha fazla. Son dönemde ise milliyetçi yanı. Buradan ilerleyerek AKP’nin bazı alanlarda yaşama müdahalelerinin diğer otoriter rejimlere göre daha fazla olduğunu söylemek de mümkün. Ayrıca çok uzun bir iktidar dönemi oldu. Popülizmin iktidarda kalma direncini inceleme için adeta bir laboratuvar. Diğer yandan, yandaş sermaye  sınıfı yaratma bakımından diğerlerinin önüne geçti. Ama iktidar yıpranması nedeniyle de ittifaklara muhtaç hale geldi.        

PARTİDE LİDERLİK ÇATIŞMASI BAŞLADI

Muhalefetin içinde bulunduğu durum için neler söyleyeceksiniz? Değişim odağındaki CHP yönetimi hakkında neler söylemek istersiniz?

Seçim kaybedilmesi strateji, taktik ve söyleme ilişkin boyutları itibarıyla enine boyuna tartışıldı. Seçim iki puanla kaybedildi. Bu aday ve ittifak açısından tabi ki başarısızlık. Özellikle de yirmi yıllık yıpranmış bir iktidarın ekonomik krizlerden başını kaldıramadığı bir konjonktürde. Ama sandık hileleri, bazı devlet görevlilerinin iktidara destek vermesi, medyadaki kısıtlar, orantısız harcamalar. Bunlar bahane bulma değil. Bu gerçekleri de göz ardı etmemek lazım.

Sonuç partide liderlik tartışması başlattı. En az dört ay liderlik ile ilçe ve il kongreleri çekişmeleri konuşulacak. Seçmen tabanında da güçlü denilebilecek bir değişim isteği var. İttifak partileri arasındaki derin görüş farklılıkları nedeniyle zaman zaman da ölçüsü kaçırılan eksen kaymaları partilerin tabanlarında derin hoşnutsuzluklar yarattı. CHP’de vazgeçilmez iki temel unsur cumhuriyetçilik ve sosyal demokrasi. Yalnız siyasi partiler değil tüm kurumlar, üniversiteler, firmalar, STK’lar çekirdek değerlerini göz ardı edince başarılı olamıyor. Ama çekirdek değerlerini günün koşullarını dikkate almaksızın değerlendiren kurumlar da tükeniyor. Bu arada değişim talebinin kişisel olmadığını göstermek için vizyon belgeleri, program taslakları açıklanacaktır. Ama bunlar geçmişte yapılan köklü tartışmalara, çalışmalara, hareketlere, mücadelelere dayanmadığı için etkili olamayacak.

Üçüncüsü, yaklaşan yerel seçimler, özellikle İstanbul ve Ankara’nın kazanılması. Bugünden bakınca CHP’nin bazı illerde tek başına, bazı illerde ise ancak ikili yada üçlü ittifaklarla kazanabileceği görülüyor. Kim ittifakları kurma konusunda daha başarılı olacak? Bu soru parti içi yarışları etkileyecek. Dördüncüsü, örgüte yönelik sorunlar. Yerel uzun süredir sesinin kısıldığı kanısında. Genel Merkez tepkileri yatıştırmak için ön seçim gibi konularda tüzük değişiklikleri yapılabilir. Nihayet, kamuoyu başarıya susamış. Bu bir siyasi partinin kendi içi ve seçmenine karşı sorumluluğu. Sürekli ifade etmeye çalışıyorum başkanlık sistemi iktidar partisinin kendisi dahil siyasi partiler üzerinde önemli örgütsel, etik ve ideolojik tahribata yol açıyor. Bakın AKP yüzde 7.5 oy kaybetti beş yılda. Ne var ki partilerin zayıfladığı yerde başkan güçleniyor, rejim otoriterleşiyor. O nedenle başından beri CHP için hareket noktası önce başkan, ittifak değil parti olmalı dedim. Kişisel görüşüm CHP’nin temel değerleri, kültürü ve yüz yıllık siyasi birikimiyle bu sorunları aşma potansiyeline sahip bir siyasi parti olduğu yönünde.

Kitabın içerisindeki yazılar hangi kriterlere göre belirlendi? Neden içindeki bölümler tercih edildi?

Birinci bölümde Fuat Keyman otoriter popülist rejimlerin söylemleri, stratejileri ve kapasite sınırlıkları üzerinde duruyor. Kendi yazımda sağ popülizmin seçmen desteğinin, yukarında değindiğim benzerliklerini ortaya koymaya çalıştım. Şebnem Yardımcı Geyikçi sağ popülist siyasi partilerin siyasi tezlerini, örgütlenme biçimlerini ve halkla ilişkilerini inceliyor. İkinci bölümün konusu otoriter popülist iktidarlar. Bu bölümde Ersin Kalaycıoğlu popülizm kavramını ve siyasetini, siyaset felsefesi ve siyaset bilimi penceresinden antik çağdan günümüze uzanan geniş zaman dilimi içerisinde ele alıyor. Şule Özsoy Boyunsuz otoriter popülizmin, hukuk devleti ve kurumlar üzerinde yaptığı tahribatın örneklerini veriyor, önemini anlatıyor. Neo-liberalizm ve otoriter popülizm arasındaki güçlü bağa Galip Yalman tarafından kuramsal bir çerçeve içerisinde ve verilerle ortaya konuluyor. Türkiye’de yaşanan otoriterleşme süreci önce Selin Sayek Böke tarafından muhalefetin bakış açısı çerçevesinde tartışılıyor. Burak Cop Türkiye’de din ağırlıklı popülist kültürün geçmişten günümüze uzanan kodlarını somut örneklerle açıklıyor. Tuğçe Erçetin’in konuşması AKP’nin iktidarda olduğu bir dönemde otoriter popülizmin muhalefet partileri üzerindeki izdüşümünü göstermesi bakımından dikkat çekici. Hakan Yavuzyılmaz araştırmalara dayalı olarak yaptığı analizlerle otoriter rejimin neden ve nasıl sistemin başkanlaşmasına yol açtığını gösteriyor. Çalışma İlter Turan’ın popülist düşüncenin ve siyaseti dünüyle, bugünüyle, yarınıyla bir tarihi perspektif içinde değerlendiren bütüncül ve kapsamlı değerlendirmesiyle bitiyor.