Yandaş medyanın pek kıymetli konuklarından, güvenlik uzmanı Mete Yarar -yine bir televizyon programında- Trump'ın ‘Yüzyılın Planı’ adını verdiği çirkin projeyi şöyle yorumladı:

“Evanjelistler ve siyonistler dünyayı kıyamete zorluyor. Mesih'in gelmesi için...”

Mesih ya da Mehdi... Son zamanlarda hemen her dinden ‘âlim’(!) onu bekliyor. Gelecek ve dünyayı son bir kez savaşla kana bulayacak. Ardından kalan sağlar, kıyametle yüzleşecek. Falan filan...

Trump, sahiden böyle saçmalıklara pabuç bırakacak bir ‘inanan’ mı? Yoksa tarihin gördüğü en utanmaz tüccar olarak, Beyaz Saray'da bir dönem daha oturabilmek için kıyameti mi pazarlıyor? Kim bilir!

Ama, dedim ya, kıyamet bugünlerde pazarlaması en kolay ürün. Alıcısı hazır. Satıcıları da belli.

Baksanıza, Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş fırsatı kaçırmadı. Elazığ faciasının ardından ‘lansman’a başladı:

“Deprem, kıyametin bir örneğidir, alıştırmasıdır. Ölüm gibi ne zaman geleceği belli değil. Ey insanlar, hazır olun, ölüme hazır olun.”

Aslında insanlık tarihi kadar eski bir masal bu. Her uygarlık, her toplum ölüme kafa yormuş ve kendi kıyamet senaryosunu yazmış. 21’inci yüzyılda aklın üstün geleceğini ve böyle senaryoların artık işe yaramayacağını düşünürsünüz değil mi?!

Yok işte! ‘Erdem’ zannettiği cehaletin derinliklerinde boğulan garibanlar da... Diplomaları nedeniyle cahil olmadığını zanneden akıl fukaraları da... Belki zannettiğimizden daha büyük bir kesim bu masallara inanıyor. Kıyameti bekliyor.

***

İyi hoş da... Anladığım kadarıyla kıyamet öyle kendi kendine kopmayacak. İlla bir Mesih veya Mehdi lazım. Daha önce de yazdım; Erdoğan'ın askeri danışmanı Adnan Tanrıverdi “Mehdi gelecek. Ortamı buna göre hazırlamalıyız” demişti de toplumsal kıyamet kopmuştu! Ve hazret, Saray'dan kovulmuştu. Yok, hayır! Saçmaladığı için değil, karanlık odalarda konuşulanları bu derece açık ediverdiği için.

Tahmin falan değil, apaçık görüyor, biliyoruz. Erdoğan kendisini ‘ADI KONMAMIŞ MEHDİ’ olarak çok özel bir görevle yükümlü sanıyor. İslam Birliği'ni kuracak. ‘ORTAMI HAZIRLAYACAK.’

Ne yazık ki Türkiye'de siyasetin, özellikle de muhalefet partilerinin ciddiye alıp mücadele etmediği Müslüman Kardeşler Davası tam da bunun için.
Bu davanın taraftarları -elbette başta Erdoğan ve yakın kadrosu- İslam Birliği'nin hilafetin ortadan kaldırılması ile bozulduğunu düşünüyor. Daha doğrusu böyle düşünülmesini istiyor.

Sanki hilafet kaldırılmasa, Türkiye bugün, İslam ülkeleri üzerinde söz ve karar sahibi olabilirmiş gibi! Sanki Arap ülkeleri bize bayılıyormuş da, “Ah bir de halifeniz olsa önünüzde nasıl da eğilirdik” dermiş gibi! Sanki dünya üzerindeki 60 kadar ülkede, İslam'ın 60 kadar farklı yorumu yokmuş gibi!

Olsun! Beylere hayali bile güzel.

Birkaç yüzyıl öncesine dönebileceklermiş, Erdoğan da MEHDİ / HALİFE falan olabilirmiş gibi hayal kuruyorlar.

Elbette hayal kurarken, ideolojik kılıfları da ince ince dokuyorlar.

***

Bu gibi konularda... Özellikle Suriye, Libya meselelerinde hep ‘arka planda’ olduğunu anladığımız Müslüman Kardeşler / İhvan Davası, o ideolojik kılıfın ta kendisi. Atatürk düşmanlıklarının da ‘belgesi.’

AKP'nin önemli isimlerinden, Stratejik Düşünce Enstitüsü adlı kuruluşun başkanlığını yaparken konuya önemli katkılarda bulunan Prof. Yasin Aktay, bunu aslında hiç de saklamadan anlatmıştı:

“Hilafetin kaldırılması ile birlikte dünya siyasetinde Müslümanları temsil edecek, Müslümanların haklarını savunabilecek bir odak kalmamış oldu. Bu sahipsizlik durumu Müslüman dünyanın bütün bölgelerinin tek tek düvel-i muazzama tarafından kolaylıkla peşkeş çekilmesine yol açtı. Halifesizleşmeye ve sömürgeleşmeye karşı Müslüman dünyanın sergilediği farklı tepkiler oldu tabii. Örneğin; kendi içindeki sivil toplumu harekete geçirmek, kendi yöneticilerini bypass ederek doğrudan başka halklarla bir bütünleşme arayışı ve iradesi sergilemek bu tepkilerden oldu. Bu arayış ve irade yirmili yılların sonları gibi kısa bir dönem içinde Mısır'da Hasan el-Benna’nın kurduğu İhvan-ı Müslimin hareketi ile öne çıktı. (...) Bu sivil hareket kısa süre içinde bütün İslam dünyasında toplumlar düzeyinde bir iletişim, etkileşim ve kültürel beslenme ağı oluşturarak halifeliğin kaldırılması ve ulus-devletlerin kurulmasıyla bölünmüş ve parçalanmış İslam dünyasında bir siyasi birlik duygusunu, bir özlem ve ideal olarak da bir fiil olarak da canlı tuttu.”

Atatürk Cumhuriyeti, 1924'te hilafeti kaldırdı. Yalnızca 4 yıl sonra Müslüman Kardeşler örgütü kuruldu.

Çok açık ki, Türkiye Cumhuriyeti'ne, Atatürk’e karşı mücadele... Ve hilafeti yeniden tesis edebilmek hedefiyle...

Türkiye, bugün bu mücadelenin açık alanı. Sempozyumlar, kongreler düzenleniyor... Ana dilin Arapça olacağı bir ülke hayaliyle şeriat anayasası hazırlanıyor... Kadınların hakları yavaş yavaş ellerinden alınmaya çalışılıyor…

O kafaların beklediği kıyamet kopar mı, ne zaman kopar, bilmiyorum!!

Ama inanın, bu topraklarda toplumsal kıyametin tüm alametleri belirdi. Cumhuriyet'in sonu için tüm hazırlıklar tamamlandı.
Nasıl mı önleriz o kıyameti?


Yanıtı aslında çok ama çok basit, biliyor musunuz: ONLAR KADAR CESUR OLARAK!!

cukurda-defineci-avi-540867-1.