Mevsim etkilerinden arındırılmış işgücü göstergelerine göre, işsizlik mart döneminde bir önceki ayki yüzde 9.9 seviyesinden yüzde 10.3’e sıçramış. 2017’nin ekim ayından bu yana en yüksek orana ulaşmış

Rakamların dili…

Sıcak yaz günlerinde uzun ekonomi yorumları daha da bunaltıcı olabilir. Bu nedenle dört temel gündem maddesini kısa kısa yorumlamayı deneyebiliriz.

İşsizlik istatistikleri dikkatli okunmalı
TUİK’e göre nisan ayı işsizlik oranı yüzde 9.6 düzeyinde gerçekleşti. Bu 2017’nin aynı dönemine göre yüzde 0.9 azalmaya işaret ediyor. Bu istatistiklerden hareketle yandaş basında “işsizliğin beli kırıldı!” benzeri yorumlara denk gelebilirsiniz.

Ne var ki, kazın ayağı öyle değil. Öncelikle sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için “manşet rakamlara değil de”, “mevsim etkilerinden arındırılmış” işgücü göstergelerine bakmak gerekir. Çünkü yüzde 9.6 oranının geçerli olduğu “Mart-Mayıs” aralığında mevsimsel olarak işgücü talebi artar. Bu kritere göre, işsizlik bir önceki ayki yüzde 9.9’dan yüzde 10.3’e sıçramış. 2017 Ekim’inden bu yana en yüksek orana ulaşmış.
Şimdiden, sonbaharla birlikte hem mevsim dönümü, hem de ekonomideki yavaşlama nedeniyle işsizliğin sıçrayacağını, çok geçmeden çift hanelere tırmanacağını öngörebiliriz.

Cülus bahşisi
Fitch derecelendirme şirketi, cuma günü Türkiye’nin kredi notunu “durağandan”, “negatif”e çekti. Pazartesi piyasalar açıldığında göreceli bir istikrar gözlendi. Hatırlanırsa geçtiğimiz yıl, 27 Ocak 2017’de de Fitch’in Türkiye’nin kredi notunu düşürmesinden sonra, 3.91 TL’ye kadar yükselen ABD dolarının artış trendi durmuş, bir süre döviz kuru istikrarlı seyretmişti. Bunun nedeni, “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” atasözünün doğrulanması, piyasaların bu akibeti önceden fiyatlamasıydı.

24 Temmuz Merkez Bankası faiz kararı öncesi, bir hareketlenme gözlemleyebiliriz. “Kan kokusu” alan piyasalar, faiz artışı yoluyla RTE’den bir “cülus bahşisi” kopartmadan bu işin peşini bırakmazlar bizden söylemesi…

Döviz krizi zamana yayılıyor
Türkiye ekonomisinin en ciddi kırılganlık noktasının reel sektör şirketlerinin döviz borçları olduğu biliniyor. Döviz kurundaki ciddi sıçramalara karşın, henüz ciddi iflas haberleri gelmedi. Merkez Bankası’nın, Finansal İstikrar Raporu’na göre, bu şirketlerin döviz borçları 337 milyar dolara ulaşıyor. Döviz kuru yükselişe geçince borçlu şirketler ani döviz alımlarına geçip, ivmeyi daha da hızlandırabiliyorlar. Şu anda ellerinde 115 milyar dolar döviz tutuyorlar ve net açık pozisyonları 222 milyar dolar. Borçlarının ortalama vadesi 4.5 yıl olduğu ve kısa vadede döviz likiditeleri borç taksitlerini aştığı için krizi zamana yayabiliyorlar.

Bu veriler, dış talepte çok ciddi bir canlanma görülmediği ve/veya bir IMF anlaşması yoluyla kayda değer bir taze döviz girişi gerçekleşmediği takdirde geminin karaya oturması ihtimalinin çok yüksek olduğuna işaret ediyor.

SPK neden çark etti?
Geçtiğimiz haftanın en çok tartışılan konularından biri de, Sermaye Piyasası Kurulu’nun düzenlemesinin (SPK) borsada işlem gören şirketlerle ilgili içsel bilgiye sahip kişilerin alım yapmasını engelleyen düzenlemenin 31 Ağustos’a kadar askıya alınmasıydı.

Söz konusu kişiler bilanço dönemleri dışında zaten şirket hisselerini alıp satabiliyorlar. Muhtemelen borsanın tam dibe vurduğu dönem ile kısıtlılık periyodu tam çakışınca, psikolojik ortamı düzeltmek için bir “can simidi” olarak düşünüldü bu hamle. Şirketin kendi hissesini alarak fiyatı yükseltmesine kökten eleştiriler de var. Çünkü “finansallaşma” kapsamında, özellikle de düşük faizle borçlanarak yapılan hisse alımları spekülasyona yol açıyor, üretim ve istihdamı artırmadan gerçekleşen bu tip manipülasyonlar özellikle yönetici ikramiyelerinin (bonus) tavan yapmasına yol açıyor.

Bana kalırsa, SPK’nın kararını 2 günde kaldırmasının gerekçesi tamamen farklıydı. A şirketinin mensupları kendi hisselerini alır da, B veya C şirketi yöneticileri aynı yola başvurmazsa işlerin göründüğünden de kötü olduğu, amiyane tabirle bu şirketlerin “sıfırı tükettikleri” sonucu çıkarılabilirdi, panik ortamını katmerlendirebilirdi…