Taliban, Hamas, El Kaide, IŞİD gibi örgütler ve farklı coğrafyalarda elde ettikleri destek neyi temsil ediyor?

Taliban, Hamas, El Kaide, IŞİD gibi örgütler ve farklı coğrafyalarda elde ettikleri destek neyi temsil ediyor? Lafı dolaştırmaya gerek yok; bu meydan okumalar bir yandan ABD merkezli kapitalist dünya sistemi ve onun ulus ötesi ifadesi olan emperyalizmin yarattığı olumsuzluklara, diğer yandan da yine Batı’da doğan aydınlanma projesine İslam dininin ağırlıkta olduğu coğrafyalardan doğan örgütlü tepkiler olarak görülebilir.

Din temelli siyasal hareketler her dönemde var olmakla birlikte, bu coğrafyalarda kökten dinci hareketlerin yükselişi 1970’li yılların sonlarına doğrudur. Bir yanda neo-liberalizmin yükselişi, diğer yanda aynı süreçte solun gerilemesi ve Sovyet Bloğu’nun çözülmesi din temelli tepki ve siyasallaşmaların önünü açmıştır.

Afganistan, Mısır, Irak, Suriye gibi ülkelerde bugün karşı karşıya kalınan tam da budur. Ancak her ülke eşitsiz gelişme dinamiklerinin etkisiyle bu süreçle farklı biçimlerde eklemlendiğinden, etkilenişi de farklı biçimler aldı. İran’da solla dincilerin ABD yanlısı Şah rejimine karşı ittifakı solun yenilgisi ile sonuçlandı. Afganistan’da Sovyet işgali solu baştan mahkûm ederken, Sovyetlerin geri çekilmesiyle oluşan boşluğu Taliban doldurdu. Mısır’da iktidar ABD yanlısı güçlerle İslamcılar arasında gidip geliyor. Filistin’de ABD destekli İsrail terörü görece laik El Fetih’in güç kaybı ve İslamcıların iktidara ortak olmasına yol açtı. Önümüzde güncel bir durum olarak ABD’nin öncülüğünde siyasi istikrarı bozulup iktidarı ve petrol kaynaklarını ABD’nin mi İslamcıların mı kontrol edeceğine karar verilecek bir savaş coğrafyası haline getirilen Irak ve Suriye’nin dramı var.

Türkiye bu denklem içinde özgün bir yerde duruyor. Aydınlanmacılığı 1960’lı yıllarda devletin tekelinden çıkaran sol, bir yandan aydınlanmanın temsilcisi haline gelirken, diğer yandan da ABD hegemonyasına meydan okumanın bedelini 12 Eylül şiddetinin hedefi haline gelerek ödedi. Soldan doğan boşluğu nihai olarak dolduran AKP ise, solun tersine, aydınlanmacılığa sırtını, ABD’ye yüzünü dönerek siyaset yaptı.

Bu süreçte ABD bölgeye yönelik projesinin bir parçası olarak AKP’yi ılımlı İslam modelinin temsilcisi görüp uzun süre destekledi. Ancak AKP güçlendikçe hem içeride, hem dışarıda saldırganlaştı; dış politikada ABD projesinin dışında arayışlara girerken, içerde muhafazakârlığı toplumun tüm kesimlerine dayattı.

Bu dayatmacı ve yayılmacı stratejinin yakın dönemde önemli sorunlar yarattığı açık. Gezi yağmacılığa ve muhafazakârlaşmaya karşı güçlü bir toplumsal direncin ifadesi oldu. Hemen ardından gelen 17 Aralık yolsuzluk soruşturmaları ABD ile yakın ilişkiler içindeki Cemaat’in damgasını taşıyordu.

Bu yeni-Osmanlıcı kafanın dışarıda da büyük sorunlarla karşılaştığı açık. Suriye’de rejimi devirmek amacıyla muhalif güçlere verilen desteğin sonunda ortaya çıkan IŞİD gerçekliği, AKP’nin dış politika alanındaki büyük çıkmazına işaret ediyor. Rehine bahanesinin de kalmadığı bir ortamda, içerde ve dışarda yıpranmış AKP’nin hızla ABD projesinde kendisine biçilen taşeron rolünü kabullenmesi kaçınılmaz ve Erdoğan bu yönde güçlü işaretler veriyor.

Dış politikada ABD taşeronluğu ile yetinmek zorunda kalan AKP’nin gücünü içerde sınaması kaçınılmaz hale geliyor. Ortaöğretime dayatılan türban böylesi bir refleksin sonucu. Ne var ki bu durum iç politika ile dış politika arasında üstü örtülmesi mümkün olmayan bir çelişki yaratmaya başladı.