Yalnızca çocuk oyunu tekerlemesi değil, Attila İlhan’ın kitaplarından birinin adıdır.

Attila İlhan, 12 Eylül sonrasında yayınladığı o kitapta bazı “çok zamansız sorular” sormuştu. Örneğin “el silahıyla savunma mı olur” demişti. Ya da “son Osmanlı son Pehlevi’den beterdi” gibi, bugün olsa tutuklanacağı bir görüşü kaleme almıştı. Pehlevi’den söz etmişken, İran’a hayli yer vermiş.. O günlerde kimi “solcular” Şah’ı devirdi diye Humeyni’ye övgüler düzerken İran tehlikesine dikkat çekmişti. Hatta, “ya İran sistemden çıkarsa” diye, bugün hâlâ tartışılan meseleyi ortaya atmıştı.
Son günlerde yaşananlara bakınca, ben de sağıma bakıyorum soluma dönüyorum.. Olan bitene şaşıp kalıyorum.

Yahu bu memleket daha geçen hafta Batı’ya çiçek yollamamış mıydı? Bu iktidar daha on gün önce Beyaz Saray’da “İran’ı devirmek isteyenlere selam olsun” diye anlaşılabilecek mesajlar vermemiş miydi!

Sonra ne oldu da, Milli Güvenlik Kurulu’ndan şöyle bir açıklama geldi:

“Türkiye’nin Suriye ihtilafına siyasi çözüm bulmak için (..) Rusya Federasyonu ve İran’la birlikte tesis etmeye çalıştığı çatışmasızlık bölgelerinin insani ve siyasi açıdan bölge barışına katkı sağlayacağı değerlendirilmiştir.”

Bu kadar da değil. Bizim medya pek görmedi ama El Cezire (1 Haziran Perşembe öğleden sonra) “son dakika” notuyla izleyicilerine “Rusya ile Türkiye’nin Suriye konusunda ANLAŞTIĞI” haberini duyurdu.

Neredeyse aynı sıralarda TASS Haber Ajansı, Putin’in açıklamasını geçti. Buna göre, Putin “Türkiye’ye geliştirilmiş S-400 karadan havaya füze sistemi satmaya hazır olduklarını” açıklamıştı.

Savunması, tümüyle NATO kaynaklarıyla ve NATO standardına göre oluşturulan Türkiye, Rusya’dan silah mı alacaktı sahiden? Hem de bölgede kartlar iyiden iyiye karışmışken!

Dahası var! Bir saat kadar sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, muhtarlar toplantısında konuştu. ABD’ye verdi veriştirdi. PYD’ye silah verilmesini eleştirip “oradan gelecek en hafif saldırı en ağır biçimde karşılık bulacaktır” dedi.

•••

Bütün bunlar, Hüsnü Mahalli’nin Suriye meselesine dair tespitleri / konuşmaları / tweetleri yüzünden yargılandığı gün olup bitti.

Hüsnü Mahalli, biliyorsunuz, yıllardır yazar. ABD öncülüğündeki İngiltere, Suudi Arabistan, Katar vs. vs. koalisyonu ile bu coğrafyanın nasıl karıştırıldığını anlatır.

Irak’tan sonra Suriye’nin de ateşe atıldığını, sıranın Türkiye’ye geleceğini söyleyip durur.

Zaten, doğruyu söylediği için on köyden kovulmadı mı! Bu yüzden tutuklanmadı mı? Bu yüzden yargılanmıyor mu!

Madem Türkiye / Erdoğan Suriye’de barıştan yanaydı... Rusya ve İran ile birlikte bunun için halisane çalışıyordu...

Bütün bunların anlamı neydi?

Benim de aklıma bu yüzden işte bu soru takılıyor: Acaba Erdoğan artık politika üretememekten ve metal yorgunluğundan mı mustarip? Bu yüzden mi başımız dönüp duruyor?

Hüsnü, perşembe günü mahkemede kendisine ve bizlere göre “özet halinde” ama muhtemelen hâkime göre uzun uzun Suriye çerçevesinde olan biteni anlattı. Örnekler verdi. Elbette anlattıkları “yazdıklarımın ve konuşmalarımın asla hakaret maksadı yoktur” kabilinden birkaç cümleyle zapta geçti.

Eh, hâkimleri de mazur görmek lazım elbette. Yıllardır OdaTV davasından Cumhuriyet yazarlarına; ideolojik / politik / gazetecilik bombardımanı altındalar. Her duruşma bir doktora tezi sanki!

•••

Sadece Hüsnü Mahalli’nin anlattıkları değil, avukatı Turan Aydoğan’ın ilk savunması da öyleydi.

Şöyle özetleyebilirim:

»Yeni bir Anayasal düzenle karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanı, bir partiye üye olarak bu yeni düzeni belirlemiştir.

»Cumhurbaşkanı artık tarafsız değildir. Bir partinin üyesidir, o partinin programına taraftır.

»Bundan böyle, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde adaylar artık siyasi alana çıkıp bir partinin görüşünü savunacaklardır.

»Peki, bu durumda “o kişiye” yönelik ifade kimi hedef almış sayılacaktır? Cumhurbaşkanı’nı mı yoksa örneğin HDP genel başkanını mı?

»Şu anda hukukta düalist bir durum söz konusu.

»Dava hem bunu göz önünde bulundurmak durumundadır, hem de AİHM kararları doğrultusunda ifade özgürlüğü değerlendirmesi yaparak beraat kararı vermelidir.

Sonuç mu? Duruşma Kasım ayına ertelendi!

•••

O zamana kadar köprülerin altından ne sular akacak daha!

Bakmışsınız ki, Türkiye Esad ile barışıvermiş. Hüsnü Mahalli de barışa değerli katkıları yüzünden ödüle layık görülmüş.

Ya da tam aksine Suriye ateşi yetmemiş, Trump daha baskın çıkınca da İran’la savaşa girmiş.

Türkiye bugün, tam da böyle. Sağım solum sobe.. Nereye gittiğimiz belli değil. Bir batıya bir doğuya yalpalayıp duruyoruz. Düşmanlarımız kim, dostlarımız nereler belli değil.

Cumhurbaşkanı Erdoğan geçenlerde “partisi” AKP için “METAL YORGUNU” yorumu yaptı ya! Acaba diyorum, asıl metal yorgunluğundan mustarip olan o mu?

Öyle ya, artık yandaşları bile saklamıyor, yazıp konuşuyor. Parti örgütünde FETÖ ile mücadele adı altındaki kaostan tutun da ABD ile ilişkilerdeki tuhaflığa kadar pek çok konuda rahatsızlık var. Sadece bizler değil, AKP’liler de Türkiye’nin / Erdoğan’ın ne kadar sıkışık durumda olduğunu görüyor; bu yalpalamanın nerede nasıl sonuçlanacağını “endişe” ile bekliyor.

Benim de aklıma bu yüzden işte bu soru takılıyor: Acaba Erdoğan artık politika üretememekten ve metal yorgunluğundan mı mustarip? Bu yüzden mi başımız dönüp duruyor?