Yukarı Mezopotamya, insanlık ve uygarlık tarihinin bugünlere kalan kültür mirasıdır. Soyadının 'Büyük ülkenin babası' anlamına...

*

Şeyhmus Diken

Tarihi,
edebiyatın
diliyle bize yeniden okutan bu türden şehir kitaplarına
o kadar çok ihtiyacımız
var ki!
Yukarı Mezopotamya, insanlık ve uygarlık tarihinin bugünlere kalan kültür mirasıdır. Soyadının 'Büyük ülkenin babası' anlamına geldiğini bildiğim Profesör Ekrem Akurgal; yanlış anımsamıyorsam 'Anadolu Uygarlıkları' kitabında, Anadolu topraklarındaki hayat için, bütünüyle 'saf bir ırktan' söz edilemeyeceğini, Anadolu ve Mezopotamya’'da yaşayan eski ve kadim uygarlıklar tarih sahnesinden çekilmekle birlikte onların evlatları olan halklar hâlâ bu coğrafyada yaşıyor, demişti. Ve eklemişti; eğer bu insanlar tümüyle yok olup yerlerine başkaları gelmediyse (Ki öyle bir şey olmadığı tarihi bilgilerimizle sabit) o halde şimdi adına 'Türkiye Cumhuriyeti' denilen bu ülkede yaşayan insanlar, bu topraklardan gelmiş geçmiş bütün uygarlıların ortak evlatları.
Yani 'ez cümle' her birimiz birer miktar Asur, Sümer, Elam, Akad, Hitit, Med, Pers, Urartu ya da diğerleriyiz…
İşin doğrusu Müslüm Üzülmez’in sadece bir ören yeri olarak bugünlere kalan 'Hilar-On bin yıllık tarihin tanığı'* kitabını okurken aklıma Ekrem Akurgal’ın yukarıdaki mealde dile getirilen yazılan anımsadıklarım yer etti.
Diyarbakır Arkeoloji Müzesi'ni en son on yıl kadar önce gezmiştim. Hilar’dan, Çayönü’ndeki kazılardan çıkarılan buluntulara bakmış eski köy yerleşim örneğine dakikalarca bakıp incelemiştim.
Karacadağ’ın bitki gen haritası bugünlerde yeniden bilimsel manada masaya yatırılırken, Karacadağ'ın bitki çeşitliliği tartışılırken, elbette bundan onbin yıl evvel yabani buğdayı evcilleştiren, koyun, keçi, sığır gibi hayvanları ehlileştiren, madeni işleyip tarım aleti olarak kullanan coğrafyanın kadim ev sahiplerini ve ilk köy yerleşimcilerini her daim akılda tutmak gerektiğini bir kez daha düşündüm ve anımsanmasını Üzülmez’in kitabı vesilesiyle bir daha düşünedurdum…
Hilar-Çayönü-Kota ber çem-Sesvenepınar; bir dolu değişik ad, hangi isimle anarsanız anın milat öncesi 7350’den beri orada ve kendini sürdürüyor. Oralı, 'o köylü' olanlar 'Hilarlı' olmakla gurur duyuyorlar. Çünkü binlerce yıldan bu yana coğrafyalarında varlar.
Şehirleri ve mekânları anlatan kitaplar öteden beri ilgimi çeker. Kitaplığımın en gözalıcı yerini şehir ve mekân kitapları sahiplenir. Çünkü bu tür kitaplar bir kez okunup unutulacak türden değil. Zaman zaman el atılması gerekenlerden. İşte Müslüm Üzülmez’in 'Hilar'ı da şimdiden yerini aldı. Üzülmez şimdiye dek arkeologların kazı raporları, tutanakları, bilimsel ve akademik metinleri ile kimi dergi sayfaları arasında unutulup gitmiş metinleri de süzerek kolay okunur bir kitap hazırlamış. Türkçe kaynaklarla yetinmeyip yabancı dillerdeki kimi metinleri de çevirtip kitaba eklemiş, iyi de etmiş. Konu ile ilgili iyi bir de referans listesi eklemiş kitabın sonuna.
Muhtemelen Hilar yeni baskılar yapacak. Sonraki baskılarında düzeltilmesi umudumla bir önerim de olacak kitaba dair. Referanslar ilgili sayfada metin içinde numaralandırılarak kitabın sonuna eklenmiş. Referanslara kitabın sonunda yine yer vermekle birlikte ilgili sayfada dipnot olarak da vermek yerinde olurdu. Her defasında kitabın son sayfalarına gidip ilgili numaradaki referansa bakmak dikkati dağıtıyor.
Şair İsmet Özel, Esenlik Bildirisi şiirinin ilk paragrafında diyor ki:
“Bir şehrin urgan satılan çarşıları kenevir
 kandil geceleri bir şehrin buhur kokmuyorsa
 yağmurdan sonra sokaklar ortadan kalkmıyorsa
 o şehirden öç almanın vakti gelmiş demektir.”
İşin doğrusu Müslüm Üzülmez’in Hilar’ını okuduğumda bugün tarihine epeyce yabancılaşan yanı başındaki kadim tarihten neredeyse habersiz Ergani’den, tarihin öç alması gibi okudum Hilar’ı. Tarihi, edebiyatın diliyle bize yeniden okutan bu türden şehir kitaplarına o kadar çok ihtiyacımız var ki! Hele böylesine binler yıllık bir en eski yerleşikliği bugünlere taşıyorsa tarih…
*Müslüm Üzülmez. Hilar. Arkeoloji ve Sanat
Yayınları. İstanbul.2009