SARS ilk olarak o günlerde yaşadığım HK’da görülmüştü. O günlerde kent halkının davranışlarında “panik” halini çağrıştıran, ciddi bir tehdide odaklanmış bir tetikte olma durumu gözlemlemiştim. Maske takmak (ve bir adet yedek bulundurmak) adeta bir takıntı haline gelmişti. Yüz yüze iletişim çok azalmış, bir arada bulunmaktan kaçınılır olmuştu vs. Bunlar için insanların kendi iradeleriyle uyguladıkları bir tür kişisel karantina diyebilirim. Maske takmayı unutup dışarı çıktığım bir akşamüstü HK polisi durdurdu ve salgın hakkında kısa bir nutuk çekti, salgını anlatan bir broşür verdi ve bir maske verip takmamı istedi. O saatten sonra işin rengi değişti ve ben de kişisel karantina uygulamaya başladım.

Paniğe benzettiğim ve yadırgadığım o tetikte olma halinin nasıl bir kültürel kod olduğunu kültürü içeriden tanımaya başlayınca anlayabildim. Çin kültürü bir kişisel-içsel disiplin (self-discipline) kültürüdür. Disiplin dendiğinde, buralarda insanın kendi kendini disipline etmesini ifade eden içsel süreç/yaşantı anlaşılır, devletin veya bir gücün yasakla, kuralla, korkuyla hizaya sokmaya çalışması değil. Bu disiplin kültürünün insanları hızlı düşünüyor, hızlı karar veriyor, hızlı organize oluyor ve (durumun gereklerine) hızlı uyum sağlıyorlar. Dolayısıyla, gördüğüm şey panik değil yeni durumun gereklerine hızlı bir uyum süreci ve uyanık olma haliydi.

Dikkatimi çeken bir diğer kültürel özellik Çinlilerde el sıkışma alışkanlığının olmamasıydı -İngiliz kültürüyle yüz yıl geçiren HK’lularda bile. Elinizi havada bırakmazlar ama el sıkışmada bir sakillik hissedersiniz. İngilizlerin “ölü balık” dediği türden bir el sıkışmadır. Yani avucunuzun içindeki el sizin elinizi sıkmaz, hareketsiz durur. El sıkışmak yerine filmlerde gördüğünüz ve saygı sunma/saygıyla karşılama ifade eden o öne doğru eğilme davranışıyla karşılanırsınız. Ayrıca, Çinliler bizim gibi her fırsatta “kızlı-erkekli” ve hatta erkek erkeğe sarılıp bir o yanaktan bir bu yanaktan öpüşmezler, hatta karşı cinsiyetler (kadınlar demek daha doğru) çok yakın oldukları dışındakilerle sarılmazlar. Yani kişilerarası ilişkilerde temas azdır.

Anlatmak istediğim, bu kültürel özelliklerin uyum ve hayatta kalma açısından ne kadar işlevsel olduğu. Çinliler her karşılaşmada el sıkışan, sarılıp öpüşen, el şakaları yapan, kişisel disiplin yerine lakayt-umursamaz insanlar olsaydılar (tabii ki her Çinliden bahsetmiyorum), salgın herhalde bugünkünden çok daha ağır olurdu. Bu kültürel özelliklerin salgınların kontrol edilemez boyutlara ulaşmasını zorlaştıran, önüne geçen önemli faktörler arasında ilk sıralarda yer aldığını düşünüyorum. Wuhan kaynaklı salgının bu boyutlara ulaşması ise üç başlıca nedene bağlanıyor: (1) Koronavirüsün geç anlaşılabilmiş olması, (2) Nüfusun üçte birinin yer değiştirdiği Çin Yeni Yılı tatiline rastlaması ve (3) Wuhan Belediyesinin her Yeni Yıl tatili öncesinde binlerce insana verdiği yemek (bu yıl 50 bin kişi katılmış). Salgının henüz anlaşılamadığı dönemde toplanan bu büyük kalabalıkların salgının yayılmasını hızlandırdığı düşünülüyor.

Aşı bulundu mu?

TV’ci-gazeteci milletine bakılırsa ha bulundu ha bulunacak, hatta belki de bulundu bile… Sansasyonel gevezelik ve çığırtkanlık galiba TV ekranlarına kurulanlarda olması gereken katlanılması zor bir özellik. Araştırma kurumlarının aşı üzerinde birkaç koldan çalıştığını ve yol alındığını duyuyorum ama sağlık yetkililerinden henüz resmi bir açıklama yok. Uzmanlar konuya bilimsel kuşkuculuğu elden bırakmadan yaklaşıyorlar. Bir uzman “Bir ay içinde bir aşı geliştirmek mümkündür. Ancak aşının etkinliğini kanıtlamak için hayati olan hayvan deneylerini bu kadar kısa bir sürede tamamlamak imkânsızdır… Geliştirildiği söylenen ağız yoluyla alınan ilaç ise büyük olasılıkla koruyucu aşıdan farklıdır. Önleyici aşı genellikle enjekte edilir. Geliştirildiği söylenen ürün ise tıpkı bir ilaç gibi bir çeşit tedavi edici aşı olabilir. Fakat acil olarak ihtiyaç duyduğumuz şey sağlıklı insanları virüsten koruyacak bir önleyici aşıdır” diyor. Uzmanlar, artık Wuhan’da bile görülme sıklığı iyice düşen, bazı eyaletlerde sıfıra inen salgın için bile “Zafer ilan etmek için çok erken. Aşırı iyimserlikten kaçınılmalı” diyorlar.

Komplo teorileri

“Koronavirüs neden Çin’de ortaya çıktı ve ardından İran’ı sarstı?” diye bir soru sormak ve “ABD emperyalizmi Çin ve İran’ı dünyadan izole etmek istiyor” sonucuna varmak bence ciddiye alınmaması gereken bir komplo teorisi ve her komplo teorisi gibi akıl dışı ve bir ahmak eğlencesi. Komplo teorileri ABD’de bir dergide yayınlanan ve laboratuarda bu tür bir virüs ürettiklerini iddia eden Hindistan kaynaklı bir uydurma “bilimsel araştırma”ya dayanıyor. Yayının uydurma olduğu anlaşıldı ve geri çekildi ama böyle olması komplo teoricilerini kesmez.

“Salgından etkilenenlerin sayısı konusunda doğru bilgi verilmiyor, ölenlerin sayısı saklanıyor” lafları ise düpedüz saçmalık. Bu lafları edenler aslında burada bir aydır her yerde çalışan Dünya Sağlık Örgütünü de yalancılıkla suçluyorlar.