Eski hegemon İngiltere ve son hegemon ABD, ekonomik ve toplumsal maliyetler açısından iyi durumda değiller. AB’nin geleceği ise pandemiyle birlikte daha da büyük soru işareti haline geldi

Salgınla saldırgan arasında dünyanın geleceği!

Geçen hafta, salgın nedeniyle bütün dikkatimizin bedenlerimize yoğunlaştığı bir dönemde, küresel ölçekte ortaya çıkan gerilimleri atlamamak gerektiğinin altını çizdim. Bugünün BirGün’ünde, London School of Economics’in internet sitesinden alınan dünyanın ekonomik gidişatı üzerine bir değerlendirme yer alıyor. Ian Begg ve Jun Qian, halihazırda bir duraklama yaşayan dünya ekonomisinin, toplumsal duraklamanın da (sokağa çıkma kısıtlamaları vs.) etkisiyle derin bir krize yöneldiğini vurguluyor. Çalışmayı ilginç kılan, krizin belli başlı ülke ve bölgeler açısından nasıl sonuçlanacağına yönelik öngörüleri. Ülkelerin gidişatı, bir grafik üzerinde düşünebileceğiniz L, W, V, U olmak üzere dört harf üzerinden tartışılıyor.
V ve U görece iyimser senaryolara işaret ediyor; yani belli bir aşağı gidişten sonra V daha çabuk, U ise biraz zaman alan bir toparlanmaya işaret ediyor. Çin açısından iyimser senaryo V, görece kötü senaryo U biçimini almış bir toparlanmaya işaret ediyor.

Kötü gidişin sembollerinden L, düşüşten sonra uzun bir durgunluk dönemine işaret ederken W, toparlanma belirtilerinden sonra bir kez daha “çuvallamayı” ifade ediyor. Değerlendirmede ABD ve AB bölgesinden aynı iyimserlikle söz edilmiyor; ekonomilerinin seyri L’mi, W’mi olur üzerinden tartışılıyor. W, Çin için ancak diğer bölgelerde ortaya çıkacak büyük problemlerin yansıması durumunda öngörülüyor.

Ekonomik alanda bunlar olurken, toplumsal alanda da benzer bir durum var. Çin, pandemi konusunda “sınırlı” insan kaybıyla en hızlı toparlanan ülke oldu. Buna karşılık ABD, İngiltere ile birlikte yitirilen insan kaybında en tepede yer alırken, İtalya ve İspanya kötü tabloyu tamamlıyor.

Eski hegemon İngiltere ve son hegemon ABD, ekonomik ve toplumsal maliyetler açısından iyi durumda değiller. AB’nin geleceği ise pandemiyle birlikte daha da büyük soru işareti haline geldi.

Tam da bu noktada, Gramsci’nin hegemonyanın hakimiyetten fazlasına işaret ettiğini hatırlayalım. Uluslararası alanda hegemonya iddiası olan ülkeler, liderlik yapacak bir kapasiteye sahiplerse dünyayı, sundukları çerçevenin sadece kendilerinin değil herkesin yararına olduğuna ikna etmeleri gerekir. ABD uzun süredir bunu yapamayan bir ülke ve çoğu durumda hakimiyetini güç kullanarak sağlıyor. Geldiğimiz noktada ise sadece ekonomik açıdan büyük bir sıkıntı yaşamıyor; en az onun kadar vahim olanı, ötesi bir yana kendi sınırları içinde yaşayan vatandaşlarını korumaktan aciz bir liderlik yaratmış bulunuyor.
Kısaca özetlemek gerekirse; ABD ve İngiltere yanında AB ülkelerinde ekonomik ve toplumsal çöküntü derinleşirken, birçok ciddi sorununa karşın Çin, her iki alanda da daha iyi bir performans gösteriyor. Kötü performans gösteren yönetimler açısından sığınılabilecek tek gerekçe kalıyor; Çin’in pandemiye kaynaklık etmesi ve uluslararası topluma bu konuda doğruları söylememesi!

Bu konu etrafında yükselen gerilimin önümüzdeki dönemde sıcak ya da soğuk savaşa yol açması türü tartışmalar benim boyumu aşıyor. Kuşkusuz bu konuda Çin’in tutumu da önemli. İlginç bir biçimde Çin, uzun süredir başta ABD olmak üzere dünya kamuoyuna ısrarlı biçimde bir hegemonya arayışında olmadığı mesajları veriyor, sürekli iş birliği çağrıları yapıyor. Dahası Çin’in bu konuda samimi olduğu kanısındayım. Kapitalizmin batıya göre farklı bir sürümünü üreten Çin, batının alışkanlıkları nedeniyle farkına varamadığı bir gerçeğin son derece ayırdında; içinde yaşadığımız dünyada eski tür hegemonyalar inşa etmek mümkün değil! Çin, pandemi sonrası daha zor hale gelse de bu yeni, hegemonya sonrası duruma göre konumlanmaya çalışıyor.

Lakin Arrighi’nin bir süre önce sorduğu soru hâlâ geçerli; ABD, hegemonya sonrası gerçekliği barışçıl yollardan mı kabullenecek, yoksa dünyayı ateşe verdikten sonra mı?