Abdülhamit döneminde sansür kurulunun başında Hıfzı Bey adında, görünüşte tatlı, kara sakallı biri vardır. Saray’ın şiddetinden korkuyu hayatına sindirmiştir. Kırmızı kaleminin cellatlığı yalnız dokunaklı şeylerle sınırlı kalmaz, bazen rastgele denilecek bilinçsiz bir savaş açmaktan da çekinmezdir.

Hangi yazılar sansüre uğrardı?

“Eylül” yazarı Mehmet Rauf’a göre Servet-i Fünûncular’ın hemen hepsi ülkenin siyasetine düşmandırlar.

Hatta yalnız siyasetin değil, bu siyaseti destekleyen ve kabul eden göreneklerin, geleneklerin, o görenek ve geleneklerle kurulmuş ahlakın ve hayatın da düşmanıdırlar. (Mehmet Rauf: Güneş, nr. 7, 1 Nisan 1927)

Mehmet Rauf’un “Siyah İnciler”deki “Zehirlerim” de işte bu yazılardandır. Çünkü “içinde harap olduğu o çürümüş saltanat hayatına karşı birikmiş bütün kinlerini bunalımlı bir gününde -sansürden bir satırının bile geçmesi mümkün olmadığını bilerek- kızgın ve öç almak için” yazmıştır.

“Zehirlerim”i Tevfik Fikret’e götürür. Fikret alır ve okur. Makalenin sonuna yaklaştıkça Mehmet Rauf, Fikret’in yüzünde bir acılığın toplandığını görecektir. Son satırlara geldiği zaman da beğendiği yazılara karşı yüzünde parlayan hararetli bir takdirle başını kaldırarak “çok güzel!” diyecek ve ekleyecektir:

“Fakat bunu sansüre vermeye bile korkmalı. Maazallah bir ufak jurnalle topumuzu havaya uçururlar. Ne Mehmet Rauf kalır ne Tevfik Fikret, hatta ne de Servet-i Fünûn.”

“Zehirlerim” Mehmet Rauf”un elinde kalacaktır.

“Siyah İnciler”in kitap olarak basılmasına karar verildiği zaman Abdullah Zühdü “Encümen-i Teftiş ve Muayene”de, yani Milli Eğitim Bakanlığı’nın kitap sansürü bölümünde üyedir.

Mehmet Rauf, Abdullah Zühtü’nün liberalliğinden emindir. “Zehirlerim”in müsveddesini de başka yazılarla birlikte şaka olsun diye ona verecektir.

O zaman merak ederek Milli Eğitim’de memur olan Cahit adında bir arkadaşına bir gün “Zehirlerim” hakkında Abdullah Zühdü’nün ne düşündüğünü sorduracak ve şu yanıtı alacaktır:

“Eğer Rauf Bey bastırmaya korkmazsa ben izin veririm.”

Abdullah Zühdü ayrıca “Basımında sakınca yoktur” kaydını da düşecektir.

Bundan cesaretle “Zehirlerim” dizdirilir ve hatta bastırılır. Fakat kitabın “Muzır bir mikrop”un bunu Saray’a jurnal edebilir korkusu da vardır.

“Zehirlerim” yazısı adeta açıktan açığa Yıldız idaresine ve bu idare sayesinde zenginlere lanet okumaktadır.

Bu nedenle yayımlanacağı zaman “Zehirlerim”in en coşkun tarafları kitaptan çıkarılacaktır.

Ve bin beş yüz adet basılan kitabın ilk satılacak bölümü eksik olarak dağıtılacaktır. Kalan beş yüz nüshanın bir kısmı güvenilir dostlara verilecek, bir kısmı da belki uygun bir zamana rastgelir umuduyla saklanacaktır.

Bu arada nispeten daha serbest bir yönetime sahip olan Selanik’te Osman Tevfik Bey (Vatan’cı Ahmet Emin’in babası) 25 Mayıs 1897 - 25 Mayıs 1898 tarihleri arasında haftalık olarak “Mütalaa” adında bir dergi yayımlamaya başlamıştır. İstanbul’da basılamayan yazılar “Mütalaa”da yayımlanacaktır.

Tevfik Fikret de İstanbul’da izin alamadığı ya da veremediği bazı sert şiirlerini “Mütalaa”da bastıracaktır.
Bir gün sansürcü Hıfzı Bey yine Servet-i Fünûn’a gelmiştir. Fikret söz arasında şaka olarak “Mütalaa”da basılan şiirlerini gösterecektir.

Hıfzı Bey de bunlar hakkında eski şiddetinin olmadığını onaylanarak, “Bugün olsa ben de izin veririm!” diyecektir.

Fikret bu izinden hemen yararlanmak için “Siz izin verin, biz yine basarız...” diye sözün ucunu bağlayacaktır.

Sonrasını Mehmet Rauf şöyle anlatacaktır:

“Böylece sansürün okuduğu ve hiç dokunmadığı satırların arasına yeni cümleler ve yeni terkipler ekleyecek, fakat Demokles’in kılıcını her an başımızın üstünde hissedecektik. Bunun için ilavelerimiz Yıldız erkânını kudurtmayacak hafifçe, ahlaki ya da hayati konularla sınırlıydı.”

Bu açıdan mesela Fikret Rübâb-ı Şikeste’nin son dizesinde “bürehne ser-tâ-pâ” diye biten bir şiirini böyle bir oyun sayesinde aynen Servet-i Fünûn’da bastırabilmiştir.

Çünkü o zaman “serâpâ çıplak bir kadın”dan söz etmek ahlaka karşı büyük cinayet olacağından gazetede basılabilme olanağı yoktur.

İşte Fikret burasını sansürün satırından kurtarmak için incelemeye gönderdiği prova kâğıdında “bûrehne ser ü pâ” diye dizdirecek, yani “başı ayağı çıplak bir kadın” biçiminde sansüre gönderip kâğıtlar incelemeden gelince bu dizeyi “bûrehne ser-tâ pâ”ya dönüştürecektir.

Mehmet Rauf’a göre de bu “Abdülhamit’in sansürüne karşı oynadıkları oyunların en zararsız bir tanesi”dir.