“Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum ama kendimi henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu okyanusun kıyısında oynayan, düzgün çakıl taşı ya da deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum”

Saplantılı ve gizemli bir dev: Isaac Newton
Isaac Newton (Fotoğraf: Wikimedia)

Prof. Dr. Sertaç ÖZTÜRK - @Sertac_Oztrk

“Doğa ve doğanın yasası karanlıkta saklıydı. Tanrı, Newton olsun! dedi ve her şey aydınlandı.” der Alexander Pope.

Bilimi Newton öncesi ve Newton sonrası diye ayırmak mümkündür. Newton’un ortaya koyduğu bilimsel yaklaşım o kadar etkili oldu ki felsefeciler Newton gibi felsefe yapmak istemiş ve hatta Charles Darwin evrim kuramını ilk yayınlandığından Newton fiziği gibi olmadığı için yadırganmıştır. Newton yapmış olduğu muazzam keşifler ile kendisinden sonra bilimsel devrimler yapan dâhilerin onun omuzlarının üzerinde yükseldiği bir devdir. Özellikle kalkülüsün, kütle çekiminin ve hareket yasalarının keşifleri ile Newton, evrene bakışımızı kökten değiştirmiştir. Peki bu dâhiyi anlatmak için size şunları söylesem: Takıntılı, saplantılı, ketum, acımasız, alıngan, eleştiriye tahammülü olmayan. Gizemli ve karanlık yönleriyle Newton kimdir, bir bakalım.


24 yaşında temellerini attı

Isaac Newton 25 Aralık 1642 (Miladi takvime göre 4 Ocak 1643) yılında Woolsthorpe Manor, İngiltere’de doğdu. Onunla aynı adı taşıyan babası o doğmadan üç ay önce ölmüştü. Prematüre bir bebek olan Newton o kadar zayıftı ki kimse yaşayacağını tahmin etmiyordu. Pes etmeyen yapısı bebekliğinden bile belliydi. Newton üç yaşına geldiğinde annesi komşu köydeki zengin bir papaz ile evlendi. Zengin din adamı Newton’u evine alamazdı ve annesi onu büyükanne ve büyükbabasına bırakarak terk etti. Nefret ettiği üvey babası öldüğünde ve annesi üç üvey kardeşiyle birlikte eve geri döndüğünde Newton 11 yaşındaydı. Yalnız ve istenmemiş bir çocukluğun Newton’da oluşturduğu duygusal hasarlar inkâr edilemezse de keşiflerine giden yolda bunların sebep olduğu sessizlik ve derin düşüncelerin etkisi yadsınamaz. Newton 12 yaşından 17 yaşına kadar yaşadığı yerden on kilometre uzakta olan bir okulda temel eğitim almak için gittiğinde bir eczacı olan William Clark’ın yayında kalmaya başladı ve burada bilime ilk adımını atmış oldu. El becerisi ve hayal gücü sayesinden fare gücü ile çalışan bir yel değişmeni yapmıştı. Güneş saatlerine karşı özel bir tutkusu vardı ve gölgelere bakarak saati en yakın çeyreğe kadar söyleyebiliyordu. Okul bitince annesinin tüm karşı çıkmalarına rağmen 1661 yılında Cambridge Üniversitesi bünyesinde bulunan Trinity Koleji’ne gitmeyi başardı. O zamanki müfredatta İncil dersleri, Yunan ve Latin şairleri, Aristoteles mantığı gibi dersler vardı ve matematik, geometri, astronomi gibi bilim dalları felsefe adı altında toplanmıştı. O dönemde bilim insanı tabiri henüz yoktu. Onun yerine doğa filozofu terimi kullanılırdı. Newton Aristoteles’i okumaktan ziyade Nikolas Kopernik, Galileo Galilei, Johannes Kepler, Rene Descartes, Francis Bacon ve Eukleides’in yazdıklarını okudu. Bilimsel gözlemlerini not aldığı defterinin başına “Platon arkadaşım, Aristoteles arkadaşım, ama en iyi arkadaşım gerçek.” yazması çoğu şeyi özetliyordu aslında. Işığı ve renkleri merak ediyordu. Renkleri ve değişimini anlamak için gözüne sivri cisimler batırmaktan, parmaklarıyla gözlerine iyice bastırmaktan ve hatta retinasına zarar verecek kadar güneşe çıplak gözle bakmaktan çekinmeyecekti. Derslerde inanılmaz devamsızlığına karşı 1665 yılında mezun oldu ve beraberinde başlayan veba salgını nedeniyle evi Woolsthorpe’a geri döndü. Veba yılı onun için çok verimli geçen muhteşem bir yıldı. Sessizlik içinde hayatının en büyük eserleri olan optik, kalkülüs ve hareket yasalarının temellerini attı. Bunları başardığında Newton henüz 24 yaşındaydı.

27 yaşında Cambridge Üniversitesi’nde Lucasian matematik profesörü olan Newton eleştiri ihtimaline bile tahammül edemezdi ve fikirlerinin çalınmasından çok korkuyordu. Bunu önlemenin yolu ise hiçbir şey yayınlamamaktı. Yaptığı yeni bir tür aynalı teleskop olumlu tepkiler oluşturunca onun verdiği heyecan ile ilk bilimsel makalesini yayınladı. Üç prizma deneyini ve beyaz ışığın nasıl renklere ayrıldığını anlatan bir makaleydi bu. En sert tepki “İngiliz Leonardo Da Vinci” diye anılan Robert Hooke’dan geldi. Hooke da prizmalı deneyler yapmış ama farklı ve çelişkili sonuçlar bulmuştu. Eleştiriye tahammülü olmayan Newton Hooke’a karşı ömür boyu sürecek bir intikam savaşı başlattı. Kavgaları otuz yıl boyunca, ta ki 1703’te Hooke ölünceye kadar sürdü. Newton 1704’te, Hooke’un ölümünün hemen ardından ışık ve renkler teorisinin tamamını içeren çığır açıcı Opticks eserini yayınlandı. Kraliyet Bilimler Akademisi Başkanı olunca da yaptığı ilk işlerden biri Hooke’a ait olan tek portreyi yok etmek oldu. Kafaya koyduğu şekilde Hooke’u tarih sahnesinden bir ölçüde silmeyi başarmıştı.

Çalışmalarına yayımlama korkusu

Hooke ile girdiği kavga çalışmalarını yayınlama korkusunu iyice körükledi. Buna geliştirdiği yeni bir matematik olan kalkülüs de dahildi. Kalkülüsü anlatan bir el yazmasını 1669’da sadece eski hocası olan Isaac Barrow’a değerlendirmesi için vermişti. Fakat 1676’da Alman matematikçi Gottfried Leibniz kendi kalkülüs uyarlamışını yayınlayınca Newton çıldırdı. Farklı bir sembol sistemi geliştiren Leibniz’in çalışması Newton’un yönteminden daha basit ve daha anlaşılırdı. Newton Leibniz’in kendi çalışmalarını önceden gördüğünü ve ondan çaldığını söyleyerek yeni bir savaş başlattı. Newton kendi kalkülüs çalışmalarını yayınladığında yıl 1704’tü. Kalkülüsün mucidinin kim olduğuna karar vermek için Kraliyet Bilimler Akademisi’nin o anki başkanı olan Newton bir komite oluşturdu ve şaşırtıcı olmayan bir şekilde komite kazananı Newton olarak belirledi. Bu kavga 1716 yılında Leibniz ölünceye kadar sürdü. Çoğu kişi kalkülüsü ilk bulanın Newton olduğunu kabul eder fakat Leibniz kendi bağımsız buluşunu yayınlayan ilk kişidir. Kendi çalışmalarını yayınlamada paranoyak olan Newton, Edmund Halley’in olağanüstü katkıları sayesinde 1687’de “Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri” adlı eserini yayınlamamış olsaydı adı tarihe böyle altın harfler ile geçmeyecekti belki de. Bu inanılmaz kitap tam bir bilimsel devrimdir ve başka bir yazıda hakkında uzun uzun bahsetmek gerekir. Eleştirilerden kaçınmak için Newton’un bu eseri kasıtlı olarak anlaşılması zor bir şekilde ve Latince yazdığını ayrıca vurgulamak lazım.

Simya ve teoloji

Newton’un çalışmalarının sadece yaklaşık yüzde onluk bir kısmını fizik ve matematik araştırmaları oluşturuyordu ve asıl saplantısı simya ve teoloji alanındaydı. Newton İncil’in farklı versiyonlarını okuyor, içinde sayılarla kodlanmış ve açığa çıkarılmayı bekleyen gizemler olduğunu düşünüyordu. Hatta kendisi kıyamet gününü bile bu yöntemle hesaplamıştı; 2060. Adi elementleri değerli metallere çevirmeyi kafaya takmıştı. Amacı efsanevi felsefe taşını üretmekti. O dönemde yasaklı olan simya disiplinini yıllarca gizli olarak sürdürdü. Kendi yaptığı karışımların tadına bakar, eriyen metallerden çıkan gazları içine çekerdi. 1970’lerde Newton’un bir tutam saçı analiz edildi ve saçtaki cıva miktarı olması gerekenden kırk kat fazla olarak bulundu. Belki de hayatının belirli dönemlerinde geçirdiği sinir krizleri, paranoya ve uykusuzluk yaşadığı bu metal zehirlenmesinin sonucuydu. Ömrünün büyük bir kısmını adadığı simya ve teoloji çalışmaları Newton’a hiçbir şey kazandırmadı. Newton oldukça varlıklı ve ünlü birisi olarak 1727 yılında 84 yaşında hayata gözlerini yumdu.

Başarıları ile ilgili sorular sorulduğunda Isaac Newton naif bir şekilde şu cevabı verir: “Dünyaya nasıl göründüğümü bilmiyorum ama ben kendimi henüz keşfedilmemiş gerçeklerle dolu bir okyanusun kıyısında oynayan, düzgün bir çakıl taşı ya da güzel bir deniz kabuğu bulduğunda sevinen bir çocuk gibi görüyorum.” Hayatında belki de hiç okyanus görmemiş olan bu zor dâhinin bulduğu o eşsiz deniz kabukları insanlığın en nadide parçalarıdır.