İnsanlar sosyal medyayı merakla izlese de güvenilir bilgi almak için televizyonlara, gazetelere yöneldiler. Editöryal kontrolden geçmiş, doğrulanmış, analizlerle zenginleştirilmiş içerik değer kazandı. Sosyal medyadaki paylaşımlarla gazetecilik arasındaki fark görüldü.

Savaşın biz gazetecilere öğrettikleri

Savaşlar, tüm insanlık için olduğu gibi gazetecilik için de belalı, tehlikeli, deneyim ve uzmanlık isteyen, bir o kadar da öğretici süreçler. Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının ardından başlayan savaş da gazetecilik açısından yeni deneyimler kazandırdı. Gazetecilik pratikleri ile ilgili olarak araştırılması, değerlendirilmesi gereken yeni konular, yeni soru işaretleri doğdu. Gerçi savaş henüz bitmedi ama şimdilik ortaya çıkanları kısa başlıklarla özetleyeyim:

Rusya-Ukrayna arasında gerginliğin tırmanmasıyla birlikte iktidar medyası, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın iki ülke arasında arabuluculuk rolünü üstlenme çabasını öne çıkardı. Ama Rusya’nın buna ya naşmadığı satır aralarına saklandı ya da hiç duyurulmadı.

Arabuluculuk gerçekleşmediği gibi Ukrayna’da savaş başladığı sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrika gezisindeydi. Gezisini yarıda keserek Türkiye’ye dönmesi savaşı öngöremediğini gösteriyordu. Eleştirel gazetecilik olmayınca bunun üzerinde bile durulmadı.

Vatandaşların tahliyesi için gönderilen iki uçak da Kiev havaalanında mahsur kaldı. Savunma sanayi uzmanı Arda Mevlütoğlu’nun sosyal medyada 24 Şubat’ta yazdığı bu olayı yaygın medya günlerce fark etmedi. Hürriyet’te ancak 2 Mart’ta haber olabildi.

Yaygın medya da Rusya’nın işgalini öngöremedi; savaşa hazırlıksız yakalandı. Görebildiğim kadarıyla, işgal başladığı sırada sadece NTV’nin İstanbul’dan gönderdiği bir ekip oradaydı. Diğer medya kuruluşları, günler sonra Ukrayna’ya muhabir gönderebildi. Dış haberler servislerinin daralması ve gazetecilik reflekslerindeki zayıflamanın etkisi görüldü.

Haber kanallarında çoğunlukla her konuda fikir yürüten ekran gediklileri “uzman” diye konuşturuldu. Aralarında Ukrayna yerine “Ukranya” diyenler bile vardı. Deneyimli dış muhabir eksikliği ekranlara yansıdı. Sonradan giden muhabirler, sahadan gözlemlerle yetinirken savaşa dair ayrıntılı bilgiler Anadolu Ajansı ve uluslararası ajanslardan alındı.

Sosyal medya Suriye’nin ardından bu savaşta da propaganda savaşı için kullanıldı. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, kaçtığı iddiasını görüntü paylaşarak yalanladı. Ancak sosyal medyada dezenformasyon ve spekülatif bilgi de yaygındı. Suriye ve Çin’den eski patlama ve saldırı görüntüleri Ukrayna’da çekilmiş gibi servis edildi. Ukrayna Savunma Bakanlığı, bilgisayar oyunundan aldığı kareyi, Rus uçağının düşürülmesi görüntüsü diye paylaştı.

İnsanlar sosyal medyayı merakla izlese de güvenilir bilgi almak için televizyonlara, gazetelere yöneldiler. Editöryal kontrolden geçmiş, doğrulanmış, analizlerle zenginleştirilmiş içerik değer kazandı. Sosyal medyadaki paylaşımlarla gazetecilik arasındaki fark görüldü.

Medya kuruluşlarının da yanlış, dezenformatif bilgiler verdiği oldu. Bir bilgisayar oyunu videosunun CNNTürk ekranında “Uçaksavar atışlarının yapıldığı geceye dair sıcak görüntü” diye yayımlanması böyle bir örnekti. Kiev’e ilerleyen Rus askeri konvoyunun uzunluğu da 5 km’den başladı, önce 27 km’ye, sonra da 64 km’ye kadar çıktı. Oysa konvoy 64 km uzunluğunda değildi, o uzunluktaki yola yayılmış bir konvoy söz konusuydu. Kontrol etmeden haber geçmemek ve doğrulama birimleri kurmak gerektiği kanıtlandı.

Ukraynalı kadınlarla ilgili sosyal medyadaki cinsiyetçi paylaşımlar, medyada da yer buldu. Habertürk’ten Çetiner Çetin’in, “Ukraynalı kadınların kocalarını bırakıp kaçtıkları” sözleri ayrımcılıktı. “Mavi gözlü, sarı saçlı Avrupalı insanlar öldürülüyor” diyen ayrımcı batılı gazetecilere de rastlandı. Avrupa ülkelerinde de Rusya karşıtlığı giderek tüm Ruslara, Rus kültürüne karşı ayrımcılığa dönüştü.

Ukrayna'da mahsur kalan Duygu Birgül adlı öğrencinin A Haber’de “Hâlâ tahliye bekleyen 800 öğrenci var” diye ağlaması üzerine ekrandan alındı. İktidarı zor duruma düşürmeme anlayışıyla savaş haberciliği yapılamayacağı görülmüş oldu.

Rusya Savunma Bakanlığı’nın açıklamasını kimi siteler “İşte savaşın 4 günlük bilançosu” diye yayımladı. Oysa açıklamada sadece Ukrayna’nın kayıplarıyla ilgili iddialar vardı; bilanço diyebilmek için iki tarafın kayıplarıyla ilgili doğrulanmış bilgi gerekliydi. Daha sonra iki tarafın açıklamalarını içeren haberler de yapıldı; doğrusu buydu.

Google Maps savaş nedeniyle Ukrayna’da veri sağlamayı durdurdu. Elon Musk da sahibi olduğu Starlink internet sisteminin uydularını Ukrayna’da kullanıma açtı. Batı’nın küresel şirketleri iletişim savaşında saf tuttu.

YouTube, Facebook gibi platformlar, Russia Today ve Sputnik’e erişimi engelledi ve gazetecileri “Rusya devletine bağlı medya” diye etiketledi. Platformların iletişim alanındaki savaşa bu şekilde katılması, fişleme yapılması ve ifade özgürlüğünün engellenmesiydi.

Rusya da muhalif kanalları yasakladı; ülke içinden Twitter ve Facebook’a erişimi durdurdu.

BBC, CNN gibi küresel haber kuruluşları, bağımsız ve eleştirel gazeteciliği suç haline getiren yasal düzenlemeye tepki olarak Rusya’daki habercilik faaliyetlerini askıya aldı.

Bütün bu olup bitenler, “enformasyon savaşı”nın dijital teknolojiler sayesinde geçmiştekilere oranla daha karmaşık, daha da geniş çaplı olduğunu gösteriyor. Maalesef medya da taraf bu savaşta. Tabii yine “Savaşın ilk kurbanı gerçekler” ve insanların haber alma hakkı…

***

Gazetecilerin tanıklığı eksikti

Altı muhalefet partisi genel başkanlarının mutabakat metni imza törenine katılan gazeteciler tarihe tanıklık ettiklerini yazıyorlar sosyal medyada. Eksik tanıklık demek daha doğru olur. Çünkü gazetecilere sadece izleyicilik konumu uygun görülmüştü törende. Genel Başkanlara soru sorma olanağı tanınmamıştı. Soru sorulabilse mutabakat metni ve uzlaşmayla ilgili daha sonra dile getirilen birçok eksiklik, eleştiri, bizzat muhatapları tarafından yanıtlanmış olurdu.
Belli ki, genel başkanların müzik eşliğinde sahneye gelmesine değin görsel ayrıntılar düşünülmüş ama kamuoyunun doğru ve eksiksiz bilgilendirilmesi atlanmış. Siyasi organizasyonun gösteri tarafına ağırlık verilmiş.

Umarım bu dönemin gazetecilere soru sordurmama geleneği altılı uzlaşmanın sonraki faaliyetlerine de yansımaz.

Almanya’daki zamlar, kiliselerdeki istismar

Şubat ayında enflasyon oranı TÜİK’e göre bile yüzde 54,4’ü aşmasına rağmen bu gelişme Sabah gazetesinin ancak beşinci sayfasında kibrit kutusu büyüklüğünde haber olabildi. Ama aynı gün birinci sayfada “Sebze-meyve fiyatında yüzde 50 düşüş” diye bir haber vardı.

Akaryakıta üç gün üst üste zam gelmesi ise Sabah’a göre hiç haber değeri taşımıyordu! Akaryakıt zammını haber vermek yerine “Akaryakıtta fiyat baskısını azaltacak hamle” diye bir yasal düzenleme haberi yayımladılar. Ekonomi sayfasının manşeti de “Batı’da çift haneli enflasyon korkusu” idi. Yanında “Almanya’da zamların önüne geçilemiyor” kutusu vardı.

Gerçekleri aktarmak yerine her şeyi pembe göstermeye çalışan, olumsuzlukları gizleyen bir habercilik bu… Üstelik iktidar medyasının bu çifte standardı tüm alanlara sızmış durumda.

Bir örnek de Yeni Akit’ten vereyim. “Kiliselerdeki taciz-tecavüzler sanılandan 20 kat daha fazla” haberi bir süre önce bu gazetenin sürmanşetindeydi. Haberde, Katolik kilisesinin cinsel istismar olaylarını gizlediği ve üzerine gitmediği, medyanın da “kiliseyi koruduğu” anlatılıyordu.

Halbuki tam da bu söyleşinin yayımlandığı günlerde gazeteci İsmail Saymaz, Erzurum’daki Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı bir Kuran kursunda yedi çocuğun cinsel istismara uğradığını açığa çıkarmıştı. Yeni Akit gazetesi bu olaydan hiç bahsetmemiş, suçlananları korumuştu!

***

Okur görüşleri:

Hüseyin Yıldırım: “Çıkarılan zehir gökten yağıyor” haberine öncelikle teşekkür ederiz. Ama yazarımızın dikkat etmediği iki konu, 1) Şehir adı Kahramanmaraş'tır, 2) Santralin resmi adı AFŞİN-ELBİSTAN TERMİK SANTRALİ'dir. Yöresel medya kaynaklarında paylaştığım bu haberimize gelen tepkiler yukarıda belirttiğim konular üzerine oldu. Yöre halkını ilgilendiren haberlerde bu tür hassasiyetlerine dikkat edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Aziz Naci Doğan: BirGün, adı 1935’ten beri “Tunceli” olan ilimizden “Dersim” olarak söz ediyor. Bu basın etiğine de. Genel etik yaklaşıma da uymayan keyfi bir tutum. Gaziantep yerine Antep, Kahramanmaraş yerine Maraş, Şanlıurfa yerine Urfa kullanımı da doğru değildir. Bir de KKTC yurttaşı kişilere ilişkin haberlerde BirGün yalnızca Kıbrıs sözcüğünü kullanıyor.

BirGün Yazı İşleri’nin yanıtı:

BirGün gazetesi olarak, yer adlarının kullanımında birkaç kıstas gözetmekteyiz.

Bunlardan biri; geleneksel ve yöresel kullanımı referans almak -örneğin Dersim bu kapsamdadır. Ancak kurumsal ve idari isimlerde -resmi kurumlara işaret ettiğimizden dolayı; Tunceli Valiliği, Tunceli Milli Eğitim Müdürlüğü vb.- mümkün mertebe aksi yönde kullanıma özen göstermekteyiz.

Yer adlarıyla ilgili dikkat ettiğimiz bir diğer husus ise, toplumsal barışı besleyen ve büyüten bir terminoloji oluşturmaya çalışmak. Tüm yurdun Kurtuluş Savaşı’na dahil olduğunu, bu anlamda hiçbir kentin bir diğerinden kıymetli olmadığını belirttikten sonra, “şanlı”, “kahraman” gibi unvanların Cumhuriyetçi iradeden ziyade 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 darbelerini takiben eklendiğini, bunun, tıpkı bugün Boğaz Köprüsü’nün bir ideolojik yönelim doğrultusunda ve geleneksel adından uzak biçimde adlandırılmasına benzetilebileceğini vurgulamak isteriz.

Bu bağlamda “gazi” unvanı bir istisna olmakla beraber, başta da belirttiğimiz gibi, yöresel ve geleneksel kullanımı önceleyen bir tutum almamızdan dolayı, halkın kullandığı biçimine atıf yapmaktayız, tıpkı, Uludere/Roboski katliamı haberlerinde Roboski’yi kullanmamız gibi.

Kıbrıs haberlerimizde -idari ve kurumsal adlar dışında- Kuzey Kıbrıs’ı ve Güney Kıbrıs’ı kullanmaktayız. Bazı durumlarda, örneğin başlıkta sığmadığında, kısaltmak adına sadece Kıbrıs olarak da yer alabilmektedir, ancak bu durum haber metninde Kıbrıs’ın hangi yakasını ifade ettiğine dair şüphe bırakmayacak biçimde telafi edilmektedir.

Kuzey ve Güney ifadeleri, yine toplumsal barış terminolojisi ve bölge halkının kullanımı gözetilerek kullanılmaktadır. Ancak, yine resmi makamları ve kurumları ifade etmek istediğimizde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyet (KKTC) kullanımına da yer vermekteyiz.

Bunların yanı sıra, haber metinlerimizde alıntı ve açıklamalarda, editöryal bir müdahale söz konusu değildir ve açıklamayı, konuşmayı yapan kişinin terminolojisi metinde olduğu gibi korunuyor.

Onur Mutlu: Sabah paylaşılan (Sınırda mahsur kalan Türklerle ilgilenen yok) haber yeterli ilgiyi görememiş ki, 2. tekrarda Türk yerine spekülatif amaçlı Türkiyeli kullanarak okunmayı arttırmak ne kadar etik?

BirGün Yazı İşleri’nin yanıtı:

Hem basılı gazetede hem de internette yayımladığımız haberlerde “dil birliği”ne önem veriyoruz. Ancak kimi editoryal hatalar nedeniyle böyle farklılıklar ortaya çıkabiliyor. Bu gibi örneklerin tekrar etmemesi için daha dikkatli davranacağız.

Çağrı Bayraktar: “İlbank’ın kredi desteğinin yüzde 72’si Cumhur İttifakı’na” haberinizi okudum. Dünyanın neresinde görülmüş kredileri adedine göre kıyaslayıp oranlamak? Detayda belli projelerin aldığı hibe miktarları da verildiğine göre kredi/ibe miktarına göre kıyaslama yapmak gerekirdi.

BirGün Yazı İşleri yanıtı:

Haberimiz, İLBANK’ın kredi sağladığı toplam 88 projenin belediyelere göre dağılımını ortaya koymak, ayrımcı yaklaşımı gözler önüne sermesi açısından önemliydi. Nitekim veriler, kredi desteği alan 82 belediyeden yalnızca dokuzunun Millet İttifakı belediyelerinden oluştuğunu ortaya koyuyordu.
Projelere sağlanan kredilerin toplam büyüklüğü ile belediyelere göre dağılımının haberde yer almamasının ise eksiklik olduğunu kabul ediyoruz. Kredi desteği olarak belediyelere sağlanan toplam 635 milyon TL’nin yüzde 90’ının Cumhur İttifakı belediyelerine sağlandığının haberimizde belirtilmesi gerekirdi. İLBANK’ın yüzde 100 hibe ile tamamladığı projelere sağladığı 132,3 milyon TL’lik hibeden Millet İttifakı belediyelerinin yalnızca 0,19 pay aldığını belirtmiştik. Benzer bir kıyas, kredi haberinde de yapılabilirdi.


ELEŞTİRİ, ŞİKAYET VE ÖNERİLERİNİZ İÇİN: okur@birgun.net