İngilizler her yerde imparatorluğun çıkarları doğrultusunda bir halkı diğerine karşı kışkırtarak "böl ve yönet" stratejisini kullandı. Yahudi göçüne verilen destek, 1936-1939 yılları arasındaki Büyük Filistin İsyanı’na yol açtı.

Savaşın kökeni İngiliz emperyalizmine uzanıyor
İngiltere mandasındaki Kudüs’te İngiliz polis devriyesi (1936) (Fotoğraf: AA)

Saurav SARKAR

Şu anda Birleşik Krallık’taki tüm hükümet binalarının üzerinde İsrail bayrakları dalgalanıyor, ancak bu eski emperyal hegemon, Siyonizm’e ilk defa destek vermiyor. İngiliz hükümeti 1917 yılında meşhur Balfour Deklarasyonu’nu yayımlamıştı.

67 kelimelik bu kısa belge modern Filistin tarihinde bir dönüm noktasıydı. Büyük Britanya’yı Filistin’de Yahudiler için bir ‘‘milli yurt’’ kurmaya angaje ediyordu (Deklarasyonun ilk şekli bir ‘‘Yahudi devleti" vaat ediyordu, ancak daha sonra değiştirildi). Balfour Deklarasyonu, Filistinlileri korumayı amaçlayan bir dil içeriyordu, ancak sonraki yüzyılda bunun nasıl sonuçlandığını gördük.

Birinci Dünya Savaşı’ndan 1948’e kadar Filistin’i İngilizler yönetti ve bu sürenin büyük bir kısmı Milletler Cemiyeti tarafından tayin edilen bir manda yönetimi altında geçti. Filistin’deki Yahudi yerleşimcilerin nüfusu bu on yıllar boyunca -özellikle 1930’larda- İngiliz hükümetinin göçü teşvik etmesiyle arttı. 1922 yılında bölgedeki nüfusun sadece yüzde 11’i Yahudi’ydi. Bu rakam 1931’de yaklaşık yüzde 17’ye yükseldi. 1939’da bu oran neredeyse yüzde 30’u buldu.

Bu noktada İngiliz hükümeti bölgede istikrarı sağlamak için Yahudi nüfusunun daha fazla artmasını sınırlamaya çalıştı. Ancak artık çok geçti; sahadaki gerçekler değişmişti. Neredeyse yüzde 90’ı Filistinlilerden oluşan bölge, iki grup arasında çekişmeli bir toprak haline gelmişti. Dahası, İngilizler Filistinlilerin topraklarına Yahudilere vermek üzere el koymuş ve yeni başlayan Filistin milliyetçiliğine karşı şiddetli bir baskı uygulamıştı. Ve 1930’larda bir İngiliz hükümeti komisyonu Filistin’in bölünmesini tavsiye ederek başarısız ‘‘iki devletli çözümün’’ temelini atmıştı. Başka bir deyişle, bu çatışma 20’nci yüzyılın ilk yarısında sömürgeci bir projeyi desteklemek için uygulanan belirli emperyal politikaların ürünüdür. ‘‘Yahudi sorunu’’ -yani Avrupa’nın uzun süredir kendi antisemitizmiyle yeterince başa çıkamaması- Britanya İmparatorluğu tarafından Filistinlilerin Siyonist sorunu haline getirildi.

KIŞKIRTMA POLİTİKASI

İngiliz yönetiminin en önemli özelliklerinden biri, farklı grupları birbirlerine karşı kışkırtmaktı. Küresel bir vilayetler topluluğu üzerinde yüzyıllar boyunca benimsedikleri temel yöntemlerden biri, farklı grupları birbirlerine karşı kullanarak siyaseti yönetmek adına himayesi altındakilerin sosyal tarihini incelemekti.

Filistin’e Yahudi göçüne verilen destek, yerli Filistinlilerin kızgınlığını ve harekete geçmesini tetikleyerek 1936-1939 Büyük Filistin İsyanı’na yol açtı. Genel grev ve köylü ayaklanmasını içeren isyan, Siyonist paramiliter güçlerle işbirliği yapan İngiliz hükümeti tarafından şiddetle bastırıldı. Ancak isyanın ardından İngilizler bölgeye Yahudi göçünü sınırlamaya başladı ve emperyal çıkarlarını korumak için destekledikleri gruba karşı cephe aldı. Bu durum Filistin’de Siyonistlerin şiddetli saldırılarına yol açtı. Filistin bu kaderde yalnız değil. İngilizler her bölgede imparatorluğun çıkarları doğrultusunda bir halkı diğerine karşı kışkırtmak için ‘‘böl ve yönet’’ stratejilerini kullandılar. İngiliz Hindistanı’nda Hindu-Müslüman ayrımını zorladılar, bazen bir halkı bazen de diğerini kayırdılar. Kıbrıs’ta Rumları Türklerle karşı karşıya getirdiler. Sri Lanka’da Tamillerle Sinhaleleri karşı karşıya getirdiler. İrlanda’da Katolikler ile Protestanları karşı karşıya getirdiler. Liste uzayıp gidiyor.

ORTAK NOKTA ‘NEFRET’

Tüm bu yerlerde, gruplar arası çatışmanın sözde ‘‘kadim’’ siyaseti, Britanya İmparatorluğu’nda güneş battıktan sonra da devam etti. Etnik köken ve/veya dine dayalı bölgesel bölünmeler yaşandı. Britanya Hindistanı, Hindistan ve Pakistan oldu. Pakistan daha sonra Pakistan ve Bangladeş olarak bölündü. İrlanda, İrlanda Cumhuriyeti ve Birleşik Krallık’ın Kuzey İrlanda’sı olarak ikiye bölündü. Kıbrıs ikiye bölündü, yasal statüsü ise hâlâ çözülemedi. Sinhalese egemenliğindeki Sri Lanka’da bir Tamil devleti kurmak için 30 yıl süren bir iç savaş yaşandı ve bu savaş 2009 yılında bugün Gazze’de tanık olduklarımıza benzer bir şekilde sona erdi. Ve 1948’de Filistin resmen bölündü ve Nakba’nın başlangıcına nezaret eden eski İngiliz yöneticilerin onayıyla bir Siyonist devlet ve bir Filistin devleti kurulması amaçlandı.

Bu yerlerin her biri, son bir ya da iki yüzyıla kadar izleri sürülebilen ‘‘kadim’’ nefrete dayanan şiddetli çatışmalara sahne oldu. Bu ortak nokta, Britanya İmparatorluğu politikalarının bu bölgelerdeki şiddetin temel nedeni olduğunu kesin bir şekilde ortaya koymaktadır; bu çatışmaların imparatorluğa dayandırıldığı o kadar çok örnek var ki, bunun bir tesadüf olduğunu düşünmek bile mümkün değil.

İsrail apartheid’ı, işgali ve soykırımının yakın nedenlerinden açıkça İsrail ve onun baş sponsoru ABD mesul olmasına karşın, Birleşik Krallık’ın Filistin’deki ve diğer her yerdeki tarihi günahlarını düzeltmek noktasında özel bir sorumluluğu bulunmaktadır. İsrail bayrağı sallamak yerine mevcut soykırımı durdurmak için çalışmak asgari bir ilk adım olacaktır. Ancak bırakın tazminatı, bu bile masada görünmüyor.

BirGün Çeviri Kolektifi tarafından Globetrotter’dan çevrilmiştir.