Google Play Store
App Store

Seçeneklerin çok olması, insanların çoklar arasından kendisine en uygununu seçebilmesine olanak sağlanması fikri özgürlükler, mutluluk ve hatta demokrasi kavramıyla da pekiştirilmiştir. Ancak görülen o ki seçeneklerimizin çokluğu bizi bir noktada mutlu değil, tam tersi mutsuz etmekte.

Seçenekler özgürleştiriyor mu?
Fotoğraf: Unsplash

Tolga Mırmırık - @mirmirik

Paradoks, mantıksal olarak çelişkili gibi görünen ancak genellikle gerçekliği yansıtan bir durumu ifade etmekte. Bir paradoks, genellikle beklenmeyen veya tutarsız sonuçlar doğurabilecek mantıksal bir durumu betimlemektedir. Paradokslar, genellikle düşünme ve analizde derinleşmek için kullanılan zihinsel araçlardır ve sıklıkla filozoflar, matematikçiler ve bilim insanları tarafından incelenir.

Paradoks, genellikle bir düşünce deneyi veya mantıksal bir problem olarak ortaya çıkar ve bazen mevcut bilgi veya algılarımızı sorgulamamıza neden olabilir. Bir paradoksun çözülmesi, genellikle daha derin bir anlayışın ve bilgi eksikliklerinin farkına varılmasıyla gerçekleşebilir.

Örneğin, Zeno’nun Paradoksu, sonsuz küçük adımların toplamının nasıl sonsuz bir mesafeye eşit olabileceğini sorgular. Diğer bir örnek ise Fermi Paradoksu’dur, bu paradoks, evrende muhtemelen birçok gelişmiş uygarlık olmasına rağmen neden hala temas kuramadığımızı açıklamaya çalışır.

Paradoks 

Seçenekler paradoksu veya seçeneklerin paradoksu ise, insanların daha fazla seçenek sunulduğunda daha mutlu olacaklarını düşündükleri ancak gerçekte daha fazla seçeneğin karar verme sürecini zorlaştırabileceği ve sonunda daha az tatmin edici sonuçlarla sonuçlanabileceğini ifade eden bir kavramdır. Bu kavram, psikolog Barry Schwartz tarafından 2004 yılında yayımlanan “The Paradox of Choice: Why More is Less” adlı kitabında detaylı olarak ele alınmıştır.

Bu paradoks, birçok insanın yaşadığı “seçenek bolluğu” fenomenini açıklar. Örneğin, bir markette 50 farklı türde reçel bulunması, bir restoranda çok geniş bir menü seçeneği olması veya bir alışveriş sitesinde binlerce ürün arasından seçim yapma zorunluluğu gibi durumlar, insanların karar verme sürecini karmaşıklaştırabilmekte ve sonuç olarak kararsızlık, stres ve hatta memnuniyetsizlik hissiyatına yol açabilmekte.

Bu paradoks, tüketicilerin ve pazarlamacıların daha iyi kararlar alabilmek için nasıl bir denge kuracaklarına dair önemli bir anlayış da sağlar. Örneğin, tüketicilere daha az ancak daha anlamlı seçenekler sunmak, karar verme sürecini kolaylaştırabilir ve daha yüksek memnuniyetle sonuçlanabilir. Bunun sonuçlarını özellikle kendi alanım olan bilgisayar uygulamalarında sıklıkla görmekteyim.

Seçeneklerin çok olması, insanların çoklar arasından kendisine en uygununu seçebilmesine olanak sağlanması fikri özgürlükler, mutluluk ve hatta demokrasi kavramıyla da pekiştirilmiştir. Ancak görülen o ki seçeneklerimizin çokluğu bizi bir noktada mutlu değil, tam tersi mutsuz etmekte. Basit bir örnekle açıklamak gerekirse, üç farklı ürün arasında seçim yaptığımızda en fazla pişman olacağımız şey aklımızın diğer iki üründe kalmasıyken, üç yüz ürün arasından birisine karar verdiğimizde, aklımız “neden diğer iki yüz doksan dokuz ürünü de görmedim” tarzında fikir yürütmeye girerek daha fazla mutsuzluğa ve pişmanlığa sebep vermekte.

Bu paradoks, bahsi geçen market reyonlarından restoran menülerine kadar etkisini göstermekte ancak bundan çok daha fazla yerde hayatımızı yönlendirmeye devam ediyor. Yeni teknoloji dünyasında, diğerlerine göre daha fazla ilgi gören uygulamaların ya da web sitelerinin ve programların tasarımları da bu paradoksu dikkate alarak yapılmış uygulamalardan oluşmakta. Yapılan kullanıcı araştırmalarında mümkün olduğu kadar odaklı, az seçenekli ve yönlendirici yapılmış tasarımların çok daha fazla kullanıcıya hitap ettiği ve kullanıcılar tarafından da ilgili uygulamaya bağlılık seviyesinin arttığı görülmüş durumda. Daha çok telefonu ile bilinen çok ünlü bir teknoloji firmasının web sitesine ya da fiziksel mağazasına girdiğinizde bunu tam olarak hissedebiliyorsunuz. Sadelik, basitlik ve mümkün olan en az seçenek ile kullanıcıyı baş başa bırakmak, kullanıcıyı daha bağlı hale getirmeye yetiyor.

Sadelik ve sadeleşme kavramını bir sonraki yazıya bırakalım. Herkese iyi, sade bir hafta olsun.