Uzunca bir süredir seçim araştırmaları ve anket uygulamaları tartışmalı bir konu haline gelmiş bulunuyor. Ortalıkta azımsanmayacak sayıda araştırma şirketi var ve seçimlere belli bir süre kala saha araştırmalarına dayanan sonuçları çeşitli biçimlerde paylaşıyorlar.

Lakin sonuçlar arasında büyük farkların olması soru işaretleri doğuruyor. Türkiye bütününü temsil eden 26 bölgede, 2250 civarı anket aracılığıyla bulunan sonuçların, bütün teknik kurallara uyulduğunda, küçük sapmalarla, aynı sonuçları vermesi gerekir.

Ancak öyle olmadığını biliyoruz. Araştırma şirketlerinin bazılarının siyasi bir manipülasyonun parçası olduğu konusunda hiç şüphe yok. Ancak söz konusu araştırmalarda karşı karşıya kalınan isabet sorunu siyasi manipülasyonlarla açıklanabileceğin çok ötesinde. Daha açık biçimde ifade etmek gerekirse, bütün kurallara uyup, siyasi manipülasyonların parçası olmayan araştırma şirketleri açısından da bir sorun var.

Geçtiğimiz günlerde 2015’ten bu yana yapılan kamuoyu araştırmalarını bu konularda uzman bir arkadaşım gözden geçirdi; çıkan sonuç gösteriyor ki, bir iki küçük istisna dışında, araştırma şirketleri seçim sonuçlarını kestirmekte büyük bir başarısızlık yaşıyorlar.

Bir yandan durumu anlamaya bir yandan da araştırma şirketlerinin bulgularını kontrol etmeye yönelik olarak bir ay önce profesyonel sayılabilecek bir araştırma grubuyla, İstanbul’a odaklanan telefon yoluyla bir seçmen eğilimi araştırması yaptık. Telefonla temas edilen 850 vatandaşın sadece 301’i soruları yanıtlamayı kabul etti. Diğer bir anlatımla görüşme yapılanların yaklaşık % 65’i soruları yanıtlamayı kabul etmedi.

Yanıtlamama oranının yüksek olması nedeniyle araştırmayı sürdürmeme kararı almakla birlikte, durumu görmek açısından yanıtlayan 301 kişinin verilerini de değerlendirdik. Değerlendirmeye göre, örneğin Cumhurbaşkanlığı seçiminde Erdoğan’a oy vereceğini söyleyenlerin oranı % 65 civarında çıktı. Bu da bir sonuç diyebilirsiniz ancak anket sorularında 2015 Haziran ve Kasım seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı referandumunda yapılan tercihlerde sorulmuştu ve örneğin referandumda evet diyenlerin oranı da % 67’lerde geziyordu.

Şaşırtıcı olmayan bir biçimde, telefon yoluyla yapılan ankete yanıt verenler içinde AKP’liler ve kısmen de MHP’liler ağırlıktaydı. Muhalefet partilerine oy verenler ise ankete sınırlı yanıt vermişlerdi. “Durup dururken başımıza iş getirmeyelim” kaygısının yersiz olduğunu kim söyleyebilir ki?

Biz bu aşamada anketin sürdürülemeyeceğine karar vererek bıraktık. Geçtiğimiz günlerde bu bulguları Fox TV’de katıldığım bir programda paylaştım. Ardından, sanırım Gezici de anketlerin cevaplama oranlarının düşüklüğü nedeniyle sağlıklı sonuç alınamayacağı yönünde bir açıklama yaptı.

Peki o zaman nasıl oluyor da, araştırma şirketleri bir birinin peşi sıra anket sonuçları açıklıyorlar. Hemen söyleyeyim; veriyle oynanıyor ve düzeltmeler yapılıyor. Demem o ki onlar da bizim yaşadığımız sorunları yaşıyorlar. Çoğu durumda yapılması gerekenden fazla anket yapıp, sonra geçmişte verilen oylar üzerinden düzeltme yapıyor. Örneğin referandumda % 67 evet diyenleri % 51’e getirecek biçimde anketler ayıklanıyor ve ondan sonra bugünkü oy verme eğilimi ölçülüyor.

Veriye bu türden müdahalelerin etik bir sorun yaratıp yaratmadığını bir yana bırakıyorum. Benim fikrim ve yaşanan deneyim bu yöntemlerle sonuç kestirmenin çok mümkün olmadığını gösteriyor. Ancak şu konuda ısrarlıyım; araştırma şirketleri, ister yüz yüze görüşme, ister telefon yoluyla olsun, yaptıkları anketlerin cevaplanmama oranını anketlerini sunarken belirtmeliler.

Bu ülkede insanlar siyasi görüş bildirmenin başlarına iş açabileceğini düşünüyorsa ve bunun için de iyi nedenleri varsa, bu koşullarda sağlıklı araştırmaların yapılamayacağını da kabul etmek gerekir. Oysa araştırma şirketleri hiç bir sorun yokmuşçasına anket sonuçları yayınlamaya devam ediyorlar. Bunu yaptıkları sürece de niyetleri öyle olmasa da siyasi manipülasyonun parçası haline geliyorlar.

Bütün bu belirsizliğin ortasında, başta araştırma şirketleri olmak üzere kestirim yapmaya çalışan tüm kesimler endişeli! Endişeliler çünkü aslında ölçemediklerini onlar da biliyorlar. Dip dalgası lafı tam da bu nedenle üredi; öyle ya bütün bu veriler tepetaklak olursa ne denilecek, “efendim, biz söylemiştik ya, huzurlarınızda dip dalgası!”

Eh haksız da değiller, her bir yerden çekiştirilip, görüşleri bile istatistiki tekniklerin içinde kaybolan halka dipten gelmekten başka ne kalıyor? Şöyle 24 Haziran’da Meksika dalgası gibi, güneşle birlikte Doğu’dan başlayıp, Batı’ya doğru...