Sevgili Dost ve hemşehri Halil Değertekin’in “Bir Ev, Bir Sokak, Bir Şehir” * kitabını bir çırpıda okuyup bitirdiğimde; Martin Luther King’in çok sevdiğim bir cümlesini anımsadım. Diyordu ki o büyük hak savunucusu; “Eğer sizden sokakları süpürmeniz istenirse, Michelangelo’nun resim yaptığı, Beethoven’in beste yaptığı veya Shakespeare’in şiir yazdığı gibi süpürün. O kadar güzel süpürün ki gökteki ve yerdeki herkes durup ’Burada işini çok iyi yapan, dünyanın en iyi çöpçüsü yaşıyormuş’ desin.”

Önce şunu vurgulamalıyım. Halil Değertekin işini hem seven, hem de çok iyi yapan bir hekim. Diyarbakır Dicle Üniversitesinde Gastroenteroloji Uzmanı bir profesör olarak çalıştığı ve ana bilim dalı başkanı olduğu dönemlerde içimiz rahat olarak, hastalığı ile ilgili şikâyeti olanların rahatlıkla ulaştığı ve çare bulduğu bir dost kapısıydı Halil Hoca’nın odası. Dicle Üniversitesine Rektör adayı da oldu. Eminim seçilseydi en azından şimdikilerden çok daha iyi sorunsuz yönetirdi o makamı. Olmadı, siyasete alabildiğine endekslenenler ve siyaset sayesinde o makamları dolduranlar küstürdüler hocayı. Sağlık olsun diyeceğim ama bu gibi durumlarda ne acı ki kaybeden şehir oluyor.

Neyse belki bu girizgaha gerek yoktu. Ama olsun içimde ukde olarak kalmasın. Bazen şehirden bir şahsiyet gider, şehir kaybeder. Sonra o kaybın acı yarası her ihtiyaç hâsıl oldukça yeniden kanar. İşte bizimkisi o kabilden bir dert yanma.

Halil Değertekin Hoca’nın bu günlerde kentine bir vefa borcu örneği olan ve alt başlığını “Diyarbakır Anıları” olarak koyduğu “Bir ev, bir sokak, bir şehir kitabı” Diyarbekir’e ilgi duyanların elinde dolanıyor.

Kapakta bir fotoğraf var. Eski kentin-suriçinin tam da orta yerine denk düşen Mar Toma Katedralinden devir Ulu Cami’nin hemen arkasındaki şehrin zanaat mensuplarının (kazancı, sobacı, bakırcı, çulcu, palancı, zahireci) toplandıkları iş mekânlarına yakın Müze Sokak’ta asırlık bir ev. Avludan çekildiği verdiği görüntüden belli Ermeni işi demir cağlara dayanmış ve arkasında bazalt taşla ahşabın harika uyumu bir demir korkuluğun önünde poz vermiş bir ilk gençlik fotoğrafı, yanında muhtemelen evin annesi. Bu bile kitabın 220 sayfası arasında gezinmeye davetkâr.

O denli ince işçilik ve tarifkâr ayrıntı ve anlatı var ki iyi olmuş da yazılmış, yazılmasaydı şehrin belleği eksik kalırdı denecek türden bir kitap. Halil Değertekin, şehrinin kitabını yazarken salt anılarla yetinmeyip şehri, mekânlarıyla birlikte adeta bir doktor reçetesi yazar gibi kullanım kılavuzu kabilinden tarif gibi bir anlatıya da ihtiyaç duymuş. Şehirde yaşadığı hekimlik yıllarından bildiğimiz alışkanlığıyla fotoğrafa olan ilgisinden fotoğraflarla da bezemiş sayfaları, iyi de etmiş. Eski ve yeni fotoğraflar…

Neler yok ki!

Evden, sokaktan ve mahalleden hayata dair ardakalanlar. Kış hazırlıkları, her evin bir pışo’su, şehrin hevş’e (avluya) düşen kavurucu sıcağını bir kova suyla serinletme niyeti, hamravat suyu, doğal klimatolojik zerzemiler, nefes alınan sokağa bakan odaların şahnişinleri, bulgur çekan’lar, dam loğluyanlar, hacı leylekler, şansız serçeboğanlar, Dicle üzerinden keleklerle gelen pîrejman odunları ve odun kıran Zazalar, avluda maçlar, kenger sakızı satıcıları, toprak dam üzerinde açan papatya tarlaları.

Sonra şehir hayatından, şehrin gündelik hayatından enstantaneler; Eski kasaphane, eski yoğurt pazarı ve vazgeçilmezi Şeyh Güzel. İlla ki Şeyhmus Pastanesi ve dondurmalı baklava, tabi bir de Hakkı Fındık’ın Dörtyoldaki pastanesi. Mahalle fırınında pişen tercihe göre mahalle ya da çarşı nişanıyla pişirilen ev ekmeği. Eski kentin bütün sosyal dinamizminin varlık bulduğu Dağkapı; Emirgan bahçesi, sinemalar, illa ki Dilan ve diğerleri. Elbette gençliğin “akşam piyasası”. Gazeteler, dergiler, okul hayatı ve dahi şehre dair yaşanmış, yaşanılası anımsanan, unutulup hatırlandığında bir daha anımsanan kente dair ne varsa…

Hekim önce tanı (teşhis) koyar, ardından iyileştirme (tedavi) uygular ya!

Halil Hoca’nın da yaptığı bu kabilden! 1950’li yılların 1970’lere kadarki yirmi yıllık dönemini adeta bir grafiker titizliğiyle yaşayarak yansıtmış kitabın sayfaları arasına.

Hayatım boyunca şehrimden uzun süreli ayrılışları hiç yaşamadım. Ki hâla şehrimdeyim. Yaşarken hafızanın saklısında kalmış, belki de yeniden anımsanmak için gün sayan, an’ını bekleyen birçok yaşanmışlığı şimdi şehrinden uzakta ama hep şehriyle yaşayan bir “değer”, Halil Değertekin’den okumak ve yeniden yaşamak doğrusu çok naif ve içten bir yeniden hatırlanmayı beraberinde getirmiş.

Severek ve kimi sayfalarını yeniden dönerek okudum, hoca’nın “Bir ev, bir sokak, bir şehir-Diyarbakır Anıları” kitabını. Girizgâha yazmış, yetinmemiş arka kapağa da son söz olarak koymuş Değertekin; “Keşke, ‘iki kuşakta bir de olsa’ (kente dair) ‘kayıt’ düşme sürüp gitse…” demiş. Ne “iki kuşağı” hoca hep yaşansa ve hep yazılsa, belgelense Halil Hoca, hiç değilse hafıza tazelenmiş ve tabi belgelenmiş olur.

*Değertekin, Halil. Bir Ev, Bir Sokak, Bir Şehir. Kanguru Yayınları, Ocak 2012, Ankara.