Ülkede ve dünyada arka arkaya kıyımlar yaşanmaya başlayınca, şiddeti sorgulayan ünlemler ortalığı kapladı. Gidişatın olumsuzluğa ilişkin kaygılar ve korkular da arttı.

Mesele Dergisi’nin Ekim sayısında Mustafa Özcan üstadımın editörlüğünde şiddet dosyası yayımlanmıştı. Konuyla ilgili bir yazım dosyada yer aldı. 21 Kasım Cumartesi günü, bu dosyadan yola çıkarak, TMMOB Metalurji ve Malzeme Mühendisler Odası İstanbul Şubesi “Devlet, Toplum ve Şiddet” konulu bir toplantı düzenledi. Onur Alptekin ile birlikte konuyu bizi dinlemeye gelen dostlara anlattık. Karşılıklı bilgilendik.

Bu konuda uzun süreden beri akademik bir tez çalışması yapmaktayım. Oldukça yoğun bir araştırma ve okuma süreci sonrasında, baştaki soru için bulduğum yanıtım çok kısa ve nettir: Şiddet hiçbir zaman hiçbir yere gitmedi ki, geri dönsün!

Özellikle filmlerde gördüğümüz “Camako’nun Dönüşü, Yaratık Geri Geldi” gibi tekinsiz adlandırmalarda kötücül bir anlam vardır. Kötü kahraman geri gelecek ve korkunç şeyler yapacaktır. Baştaki soruya benzer yaklaşımlarda da böyle bir ima ile sanki güzel zamanlar yaşanmış da şimdi her şey kötüye gidecek gibi bir anlam vardır.

Savaş başta olmak üzere, silah, korku, kaygı… hepsi hep gündemdedir. Bazen açık bazen örtük olmak üzere. Daha da önemlisi tüm bu sayılanlar bir sosyal kavram ve olgu olmanın ötesinde aynı zamanda birer metadır, maldır. Piyasası sürekli ve kârlı olan bir mal.

Eric Hobsbawm der ki; “Berlin Duvarı’nın yıkılışından sonra meydana gelen savaşların sayısı, tüm Soğuk Savaş döneminde yaşanan savaşları geçti.” Yeni zamanların bu savaşlarının ortak özelliği etnik kimlik, dinsel kimlik merkezli bölgesel savaşlar olması. Sıcak çatışmanın geçtiği yer bölgesel olmakla birlikte politik, askeri ve ekonomik açılardan küresel sonuçlara sahip. Ve küresel pazar bu savaşlarla besleniyor.

Yeni zamanların özelleştirme politikaları da yine yakınılan bu şiddet sarmalının dışında değil. Kamu hizmetleri özelleştiriliyor. Kamunun ekonomi dışındaki ana görevleri olarak sayılan, sınırların korunması, güvenlik gibi temel hizmetler de özelleştiriliyor. Bugün bütün dünyada ciddi parasal hacmi olan ve giderek genişleyen bir “özel güvenlik” pazarı var.

Güvenlik hizmetlerinin özelleştirilmesinin sadece ekonomik sonuçları yok. Burada dikkatten kaçan bir boyut var. Özelleştirilmiş güvenlik hizmetini kamudan alan özel şirketler, kamunun şiddet tekelini de satın alıyor. Güvenlik hizmetini yerine getiren kamusal kurum ve öznenin gizli ya da açık bir “zor/şiddet yetkisi” ve aygıtı vardır. Özelleştirme ile birlikte bu yetki de özele geçiyor. Bunun en açık örneği Irak Savaşı’ndaki güvenlik şirketi Blackwater USA; en ağır işkenceler de içinde olmak üzere şiddetin ansiklopedisini yazmıştır.

Şiddet, bir iktidar aygıtı olan devlet ve hukukun en vazgeçilmez enstrümanı olarak, devletler var olduğu sürece var olagelmiştir. Belki değişen, yöntemler, kavramlar ve şiddet hipotezleridir. Şiddet gerçeği ise eşyanın korunumu ilkesi gibi, zamandan zamana, zeminden zemine, kurumdan kuruma ve yöntemden yönteme aktarılarak, dünya hegemonyasının ana aksındaki yerini hiç terk etmemiştir.

Haftaya dize; “vardar’ın suyu akıyor büyük balıkların ağzına” (Emine Kuşoğlu, Kasaba Sanat 21)