Cumhuriyet şiirimizin en modern, hatta en marjinal şairiydi. 1931’de Datça’da gözlerini açmıştı hayata. Yaşamı, şiirlerinin aksine oldukça yalın: Bilinen, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni bitirmesi, çok az bir süre kaymakamlık yapması ve birkaç yıl da Meydan Larousse Ansiklopedisi’nde çevirmen olarak çalışması...

Bunun dışında, ilk şiirinin 1954’de “Türk Dili” dergisinde yayımlanmasıyla hayatı, her zaman şiir ve şiir üzerine yazmayla eşdeğerde...
 
1959 tarihli ilk şiir kitabı “Kınar Hanımın Denizleri”nde çağrışıma açık, uyumlu mısralarıyla okur çevresini biraz geniş tutar göründü. Sonradan “Bakışsız Bir Kara Kedi” ve “Ortodoksluklar”da “özel” bir dile yöneldi, okurla arasındaki köprüleri attı. Gazete ve dergilerde yayımlanan bulmacalarda yer alan “İkinci Yeni’nin keşişi” nitelemesi bu günlerden kalsa gerek...
 
Fakat 1973’te yayımlanan “Devlet ve Tabiat”ta doğrudan “hayat”a yöneldi, sokağın dilini mısralarına aktararak okurunu yaratan şair nitelemesine ulaştı. “Devlet ve Tabiat”ta yer alan “Meçhul Öğrenci Anıtı”, “Mor Külhani” gibi şiirler daha kitaplaşmadan okurun ilgisini çekmiş ve Ayhan şu sözleriyle geleceğini haber vermişti:
 
“İşler çığırından çıkıp egemen katmanlar azgınlaşmaya başlarsa, şiirden uzaklaşıldığını anlayın her zaman. Özgürlüğün düşmeyen biricik kentidir şiir bugün de...”
 
Yine ona göre, şiirin bildiğimiz günlük anlamında gerçekle bir ilgisi, alışverişi yoktu, imgelemin çıkış yerlerinden biriydi şiir.
 
Dili zorlayarak yeniden kurdu. Kelimelerin izlenim, görüntü, çağrışım değerlerini yeniden, kendi dilince yarattı. Bu yanıyla da genç şairleri etkiledi, ama taklit edilemedi.
 
“Kara” bir dille “sivil” tarihin şiirini yazdı.
 
Şiir dışında yazdığı “deneme”leri, hatta konuşmaları da aynı çizgi üzerindeydi.
 
Şiir dışında resim de, sinema da, öteki sanat dalları da ilgi alanı içindeydi.
 
Kendisi gibi toplumun dışına itilmeye çalışanları sevdi.
 
Ressamlardan Cihat Burak, şairlerden Cemal Süreya mesela...
 
Cemal Süreya, son günlerinin özlemiydi.
 
İkinci Yeni şiirinin en gözü kara bir şairiydi.

Ölümünden bir süre önce, 06 Ekim 1999’da Çapa Fizik Rehabilitasyon Merkezi'nde yatarken yaptığımız konuşmada, kendi hayatını anlatır gibi, kuşların "kamikaze" hikâyesini anlatmıştı:

“Kuşlar, kışın sığınacak sıcak bir yer ararlar. İçlerinden biri kendisini feda eder. Kamikaze misali, bir caminin ya da kilisenin vitrayına gagasıyla saldırır. Vitray kırılır, kuş ölür, ama arkadaşları kırıktan girerek sıcak bir yuva bulurlar. Leyla Gencer, bir tarihte Aya İrini’de konser veriyordu. Birden kubbede bir güvercin alkışı koptu. O kuşlar da kamikaze arkadaşlarının ardından sığınmıştı Aya İrini’nin kubbesine. Leyla Gencer çok şaşırmıştı.”
 
Adı Ece Ayhan’dı…

Ve tam on yıl önce bugün, genç denecek yaşta, “kamikaze” misali ayrılmıştı aramızdan...
 
 
 
ŞAİRİN NOT DEFTERİ
 
*”Plaza gazeteciliği”nde artık sarı basın kartının da bir hükmü kalmadı. Kimilerince “fakir ilmühaberi” olarak da görülen basın kartında uçak, tren, telefon kullanımında yapılan gibi indirimler kaldırıldı. Üzerinde bütün kimlik bilgileri yer almasına karşın, başta bankalar olmak üzere hiçbir yerde kimlik kartı olarak da kullanılamıyor. Her gün yazılarında, konuşmalarında ileri demokrasiden, örgütlü toplumdan söz edenler, kendi meslek örgütlerinin, cemiyetlerinin, sendikalarının önünden dahi geçmiyorlar. Çünkü dört çeker jipleri o yollara yabancı. İçlerinde cemiyet ya da sendika üyesi olmamakla övünenler dahi var. Şimdi de İETT, 1 ağustostan itibaren basın emekçileri için yeni uygulamaya geçiyor. Bundan böyle basın kartı yerine “Elektronik Seyahat Kartı” kullanacakmış basın emekçileri… Sanki binlerce sarı basın kartı kullanan bulunmakta… 60-70 yaşında gazeteciler İETT önüne gidecek, kartın fotokopisi, bir fotoğraf ve on lira vererek seyahat kartını edinecek… Peki, bu uygulama öteki ücretsiz kart kullananlar için de geçerli olacak mı? Sarı basın kartı bundan sonra İETT’de de kullanılmayacak deyin, geçip gitsin… Tam elli yıldır şiir yazıyorum, gazetecilik mesleğinde de 45. yılım. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin kimlik kartının onuru bana yeter. Sarı basın kartımı çerçeveletip duvara astım. Zaten metroya, metrobüse, hızlı tramvaya binmiyorum. Elim baston tutana kadar da Göztepe’den Kadıköy iskelesine yürürüm.
 
 
 
NAKIŞ
 
Unuttuğumu sanma, unutmadım
ama zor geliyor bu yaştan sonra
mürekkep haznesi hasretle doldurulmuş
dolmakalem ile mektup yazmak
her sözcüğünü sevda ile nakışlamak 
Çünkü beyaz bir kâğıdın yüzünde
bembeyaz bir lekedir yaşlanmak