Sinemamızda Kuşaklar meselesine seyircileri baz alarak bakmak…

SİNEMAMIZ NEREYE GİDİYOR

Sinemamızda Kuşaklar meselesine seyircileri baz alarak bakmak…

Artık sinemamızın ekonomi politiği çok daha önemli hale geldi, çünkü artık yeni bir durumla yüz yüzeyiz, Türkiye’de bugün gençlik babında tam anlamıyla 12 Eylülden sonra doğmuş kuşak iş başında, bu kuşak ise dünyayla ilişki kurma süreçlerinde en karakteristik özelliği “akıl dışı ile sıkı fıkı” olmasıyla öne çıkıyor.

Bunu nasıl anlatmalı, şöyle bir örnek vermek açıklayıcı olabilir: İstanbul Üniversitesine gelmiş bir öğrenciden, yani üniversiteliden “vampirler gerçek değil mi, ben onları hep gerçek sanmıştım, ben onlara inanıyorum ” laflarını rahatlıkla duyabilirsiniz, ben tanığıyım. Bu lafları örnek olsun ki 1970’lerde İstanbul Üniversitesi bir öğrenciden duymak ne mümkündü! O açıdan akıldışı dediğimiz zaman, yalın haliyle irrasyonalist demek istemiyoruz, çünkü onların akıl yürütmesi hem dünyevi hem de rasyonel olmaya dayanıyordu, yeni durum şu: her türlü hurafe, batıl inanç ve diğer insanı şaşırtacak kadar bilim dışı şey karşımızda, ama bunlar toplumun eğitimli dediğimiz kesiminin arasında, yani üniversitelilerde.

Dolayısıyla akıldışı terimini biraz daha değiştirmek durumundayız, bilim-dışı demek daha açıklayıcı olabilir.

Bu anlamda cin ve türevleri üzerine, ifrit edecek şekilde art arda filmlerin yapılması, bu filmlerin konularının ise mide bulandıracak görüntüler eşliğinde toplumumuza musallat olması ve yine acı bir olgu olarak üniversite öğrencileri arasında Musallat ve türevlerinin Bir Zamanlar Anadolu’da filminin daha popüler olması bir şeyler anlatmalı bize.

Türkiye bir bütün olarak bilimdışı ile artık çok daha fazla iç içe, hayatımızın maddi temelleri sarsılıyor, hurafelerin böylesine açık ve meşru haline gelmesi, şehir efsaneleri olarak adlandırılanın gündelik olarak karşımıza çıkması ve bunların İslami korku filmleri olarak bize sunulması, toplumumuz için ne anlama gelebilir?

Allah’ın Sadık Kulu filminin inanılmaz gişesi, Musallat’ın sürekli dolu salonlara oynaması, Amerikan filmlerinden şiddet içerenlerin her hafta perdelerimizi ziyaret etmeleri, sanat filmlerinin ise en iyileri için 150 binin üst baraj olması, çoğunun yirmi binlere sıkışıp kalmasının bir açıklaması olması lazım. Sadece şunu söyleyelim: son on yılda Cannes’da Altın Palmiye kazanan filmler Türkiye’de genellikle 20 binin altında iş yapıyor, bunun bir açıklaması olmalı.

Türkiye’de yeni sinemanın bir tür “kendi yurdunda sürgün” olduğunu kitabımda teorik olarak anlatmıştım, ama olgular ve sürgünlük çok daha derinlere ve uçlara doğru sürüklüyor bizi. Yönetmenin adını çok kimsenin bilmediği, yönetmenin herhangi bir sanat ve dünya görüşünün olmadığı, ama yaptığı filmlerin yarım milyon seyirciyi geçtiği, çoğu zaten konusundan ifade tarzlarına kadar apartma olduğu filmler var karşımızda. İnanılmaz mantık hataları ile dolu, üstelik söylemi tümüyle akıl ve izandan uzak olduğu denli aynı zamanda insanlarda köklü ideolojik yatkınlıklar oluşturan, söylentileri ve acayiplikleri yücelten, geçmişte insanların duyduklarında alay ettiği ve inanılmaz olarak nitelediği olguların bugün kökleşmiş ve yaygınlaşmış olarak dile getirilmesinin bir anlamı olmalı.

Kemalizm’i 1980’lerde ülkemizin kötüsü haline getiren ve bugün de AKP yalakalığı ile para kazanmaya çalışan kesimin böylesine inanılmaz ölçülerde yalancı söylemden ideolojik yarar türetmeye çalışmasını hatırlayalım. Bütün Musallat ve türevlerinin basit bir eğlence söyleminin içine sığdırılması mümkün değil. Bunların hiçbiri hayra alamet değil. Türkiye giderek bir adlandırılamayanlar ülkesine dönüyor. Hiç kimsenin adıyla kendi varoluşsal/ideolojik kimliği arasındaki ilişki belirli dolayımlardan geçmeden ve akıl sınırları içinde tanımlanamıyor artık, Türkiye’de sanat büyük oranda toplumun gündeminden düşmüştür, ticari filmlerimizde perdelerde nefret/korku/akıldışı/şiddet kusuyor. Ve basit bir şey daha diyeyim, bunu yazılan eleştirilerde pek görmedim, Türkiye’de İslami korku filmlerinde nedense özellikle kadınlar üzerine inşa edilmiş bir felaket tellallığı var, kadın varoluşsal olarak günah ve kötü ile adlandırılıyor bu filmlerde.

Entelköy Efeköye Karşı filminin yönetmeni Yüksel Aksu ile konuşuyoruz, filmin gişesini sosyolojik olarak yorumlamaya halkımızın tepkilerini adlandırmaya çalışırken, “hepsini anladım da, gişede bir de bizim üstümüzde Musallat varmış, o nedir?” diye sordu. İslami korku filmi dedim, onların gişesi yarım milyon civarında oluyor diye ekledim, ama daha sonra daha acı bir olgu ile karşılaşıyoruz:

Türkiye’de bugün sinemaya büyük oranda 15-30 yaş arasındaki bir gençlik gidiyor, aile artık neredeyse tümden sinemamızı terk etti, eğitimli kesim için ise günümüzde futbol sinemadan çok daha önemli, roman okuma meselesini ise Türkiye’nin yarısı terk etti, yalnızca kadınlar okuyor, kültürel etkinliklerin büyük bölümü kadınlar gelmese zaten yapılamayacak düzeyde. Özellikle kadınlardan yeni gelen kuşaklar içinde “ikinci sınıf insan olma” hallerini kabul edenleri çok fazla artmış durumda, yani gericiliğin söylemi büyük oranda zafer kazanmış durumda, ilginç ama gerçek, üniversitede okuyan bir kadın ya da mezun olmuş, ama kendisinin ikinci sınıf ve tabi bir insan olduğunu kabul ediyor. Bu anlamda yakın gelecekte kadınların kültürel hayatımızda oynadığı rolü de kaybedeceğiz gibime geliyor, yarın bugünleri arayacağız, çünkü bugünün kitap okuyan, sanat filmlerine gelen kadınları, artık başka ideolojik söylemlerle besleniyor, kabullenilmiş ikinci sınıflık çok daha karşımıza çıkıyor artık.

Bu anlamda yeni gelen her kuşakla birlikte aslında gericilik dediğimiz olgu bir adım daha öne çıkıyor, artık normal olarak konuşabileceğimiz insan sayısı inanılmaz ölçüde azalıyor. Türkiye’de sanatsal anlamda gericilik herhangi bir başarılı eser üretmiş değil, üretebilir mi onu bilmiyorum, ama gerçek şu: sanatsal olan büyük bir toplumsal boşluk içinde yalıtılmış ve sürgüne gönderilmiş durumda. Sinema sanatındaki hamlelerimiz toplumun büyük oranda gericileşmesi değil yalnızca, aynı zamanda bilimdışı ve akıldışı ile bütünleşerek ruhsal olarak köklü derecede kabalaşması nedeniyle varlık bunalımı yaşıyor. Liberalizm falan hak getire! Günümüzde art arda her kuşak biraz daha gericileşerek, ama ondan da korkutucu olanı çok daha cahilleşerek ve sürüleşerek geliyor, siyaset de bu kadar insanı yabancılaştıran durum işte yeni gelen bu kuşaklarla besleniyor, bugün 12 Eylülün tohumları geleceğimizi ellerimizden almak üzere iktidara geldiği zamana karşılık geliyor. Her gelen yıl ise geçmişi aratacak düzeyde. Sinema seyircisinin sosyolojisi aynı zamanda ülkemizin ideolojik yönelimlerini de gösteren önemli bir göstergedir.