Koridorda görünce seslendi; “yahu ihtiyarlamışsın”. Bir an kendimi bırakmışlığımdan uzayan sakallarımda bir hayli baskın hale gelen beyazlara

Koridorda görünce seslendi; “yahu ihtiyarlamışsın”. Bir an kendimi bırakmışlığımdan uzayan sakallarımda bir hayli baskın hale gelen beyazlara işaret ediyor sandım. “Yazılarında anılarından bahsetmeye başladıysan, ihtiyarlıyorsun demektir” diye ekleyince, “medya çalışmaları” alanın saygın ismi Raşit Kaya hocamızın kast ettiğinin BirGün’deki “Diyarbakır Paris Olmasın” yazısı olduğunu anladım. 

Aslında o yazının başlığını “Siverek il Olsun; Diyarbakır Paris Olmasın” diye atmıştım. Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Diyarbakır’ı Paris yapacağız” vurgusunun gölgesinde kalmış olsa da, Siverek’i il yapma sözü aynı derecede önemliydi. Ancak bir süredir bana ayrılan köşeden sayfayı ele geçirmeye yönelik yaptığım hamleler kabak tadı verdiğinden, Diyarbakır’a yoğunlaşıp, Siverek anılarını sonraya bıraktım. O yüzden, yaşlanma pahasına da olsa, yakın dönem anılarımın Siverek bölümüyle devam edeceğim.

GAP İdaresi, 2002 yılında, Urfa için yapılan İl Gelişme Planı çerçevesinde, bizden bir “hızlı değerlendirme” istemişti. Bu kapsamda, çoğu yüksek lisans öğrencilerimiz olan bir grupla birlikte, GAP İdaresi’nin sağladığı bir araçla, Urfa’nın ilçe merkezlerini de içeren bir gezi yaptık. Hedefte; önce Hilvan, sonra da Siverek vardı. Bilenler bilir, bu tür gezilerde protokol gereği önce belediye başkanları ve kaymakamlar ziyaret edilir; biz de öyle yaptık.

Hilvan’ın DYP’li bir belediye başkanı heyetimizi makamında kabul ettikten sonra, adet olduğu biçimde “çay içer misiniz” diye sordu. Bizim öğrencilerden bir kısmı, Rize Çayı’nın ötesine geçemediğinden, bölge çayına mesafeliydiler. Belediye Başkanı görevliye dönüp, “oğlum herkese çay getir, önce bu istemeyenlere  ver” dedikten sonra, uzatmadan kendini takdim etti; “bölücüler ilk kurşunu bana sıktı, yaralandım. Bu bölgede olaylar böyle başladı”. Böylece Tansu Çillerin “bu vatan için kurşun yiyen de, kurşun sıkan da bizim için kutsaldır” özlü sözündeki “kurşun yiyen kutsalın” tam karşımızda durduğunu da anlamış olduk.

Ağırlaşan bu kutsal havayı dağıtmak amacıyla sorduğum “belediye meclisinde üyeliklerin dağılımı nasıl” sorusuna Başkan’dan “beş bizden dört onlardan” yanıtı gelince; “Meclis çalışmalarında aranızda sıkıntı çıkıyor mu” sorusu kaçınılmaz oldu. Alaycı bir gülümsemenin eşlik ettiği yanıt kısa ve netti; “sıkıysa gelsinler”. Galiba bu “sıkıysanın” etkisiyle,  gelen ikinci tur çayları da, ilk önce, içmek istemeyenler bitirdi. Çay içip, Rousseau’cu anlayışın yüzyıllar harcayarak önümüze koyduğu “yerelin demokrasinin beşiği olduğu” tezinin, Başkan tarafından beş dakikada çürütülüşünü hayranlıkla izledikten sonra, Hilvan’dan ayrıldık.

Siverek’e doğru yola çıktığımızda, “bölge gerçeği” Silvan’lı Meço dışında, tüm öğrenciler sessizlik içindeydi. Yanıma oturmuş, heyecanla anlatıyordu; “Hocam, durumu görüyorsun. Sorunun kaynağında bu adamlar var. Gel bizim Silvan’a orada insanları, insanlığın ne olduğunu gör”. Siverek’e girdik. Kahveler ve kahvelere yığılmış bekleşen insanların önünden geçerek Siverek Belediyesi’nin önüne geldiğimizde, Meço sustu; susunca kafamı kaldırdım. Belediye’nin önünde bir grup sivil giysili, ellerinde makineli tüfek tutan insan dikilmiş bekliyordu. Ne kadar şanslıydık; aynı gün içinde, kutsalın kurşun yiyeninden sonra, kurşun sıkanı da tam karşımızda duruyordu.  İkram edilen çayı içmeyenler için bekleyen korucuların önünden geçip, Belediye binasına girdik.

Belediye Başkanı’nın odasına alındığımızda, bizi karşılayan kişi kendini, “ben Belediye Başkan Vekili” diyerek tanıttı. Ayırt edici görünümü nedeniyle gayri ihtiyari sorduğum “Bucak’lardan mısınız?” sorusuna verdiği yanıtla olaya açıklık getirdi; “ben Sedat Bucak’ın kardeşiyim. Son dönemde ismimiz kamuoyunda bir miktar yıprandığından, Başkanlık için bizim enişteyi aday gösterdik.” Sıra kas gösterisine gelmiş olmalı ki, ekledi; ”biz şu karşıdaki binayı göstersek seçilir burada”. Yarım saatlik tek taraflı bir sohbet ve kombine çaylardan sonra, yerel demokrasiye inancı biraz daha pekişmiş bir öğrenci grubuyla, Kaymakamlık binasına doğru yürüyüşe geçtik.

Yolda takılmadan edemedim; “Meço, buldun beni gariban anlatıyorsun. Anlatsaydın Vekil’e, gösterseydin dünyanın kaç bucak olduğunu.” Meço’nun “hocam, adamı öyle birden karşımda görünce moralim bozuldu” serzenişleri arasında, Kaymakamlık binasına girdik.

Kaymakam ile yapılan görüşme olaya “merkezi” bir boyut getirdi. Galiba ODTÜ’den gelmiş olmamızdan kaynaklanan bir varsayımsal rahatlıkla, Kaymakam başladı içini dökmeye; “burada Bucakları kontrol etmek mümkün değil; canları ne isterse onu yapıyorlar. Yukarıya sayısız gizli dilekçe verdim; Siverek’in il yapılması için. Devlet Valisi, bürokrasi, kamu kurumlarıyla güçlü biçimde gelirse, belki bu adamların gücü kırılabilir. Aksi halde, burada devlet otoritesi değil, Bucak’ların otoritesi konuşmaya devam eder.” Kaymakam konuştu, rahatladı. Bir ara Meço ile sardırdılar. Sohbet Meço’yu da rahatlatmış olmalı ki, dönüş yolunda hiç konuşmadan yolu seyretti.

Geriye dönüp bakınca, aradan iki üniversite bitirimlik zaman geçmiş. Bu arada, Meço, Diyarbakır’a gitmeyi planlarken, Paris’e doktora yapmaya gitti. O geziye katılan öğrencilerimden önemli bir bölümü iyi yerlere geldiler. O BirGün’lük gezinin bunda önemli payının olduğu kesin. Öte yandan bizim gezinin Urfa İl Gelişme Planı’na, planın da Siverek’e bir katkısının olduğu şüpheli.  Kılıçdaroğlu’nun ziyareti sırasında, Kaymakam’ın gittiğini, Belediye Başkan Vekili ve belediye başkanlığına seçtiririz dediği yapının yerinde durduğunu gördüm. O yapının alt katına sıkışmış kahvede, Kılıçdaroğlu’ndan Siverek’in il yapılmasını isteyen Siverek’liler, yüzlerindeki aynı hüzün ve bıkkınlık ifadesiyle, sanki minibüsle önlerinden geçtiğimizden beri oradan hiç ayrılmamış gibiydiler.

Bu görüntünün aklımı sürüklediği karamsarlığı bir yana bırakıp, iradenin iyimserliğiyle bitireyim; “il olalım” diyen Siverek’lilerin bu talebinin gerisinde, bunca yıldır Bucak olmanın bıkkınlığı varmış!