Orhan Seyfi Orhan bu ülkenin “şairane”  edalı şairlerindendir. Hecenin beş şairi grubunun üyesidir.

Orhan Seyfi Orhan politikacıdır, yazardır.  1967’deki bir yazısı şöyledir; “Bence tek çare, komünist tahriklerine karşı aynı silahla karşı koymaktır.  Onlar Dolmabahçe’ye dost ve müttefik Amerikan amiralini çıkarmamak için oturum mitingi mi yapıyor? Milliyetçi gençler de ellerinde dostluk dövizleriyle karşılama gösterisi yapar…” ( Kanlı Pazar, Mustafa Eren, Kalkedon Y.) 6. Filo protestoları böyle kızdırır “şairane” yazarı.

Necip Fazıl, döneminin “kışkırtıcı” Bugün gazetesindeki yazısına “Amerika’yı tutmak zoru” başlığını koyar. Yazıda Amerika’yı sevmediğini uzun uzun anlatır ama,  “ …Moskof dehşetine karşı Amerika’yı tutmanın bir mecburiyet olduğunu ve bütün felaketinde bundan doğduğunu teslim ederim” der. Yani sağın azametli şairi “bile bile” tutar Amerika’yı.

Artık adet ya, yeni sağ Necip Fazıl’ın yanında mutlaka Nazım’ı anıyor.  Biz, bizim Nazım’ı; devrimci, sosyalist, komünist… ne dersek diyelim doğru Nazım’ı analım: Nazım’ın şiirleri ile yazıları ve diğer yapıtları birbiri ile çelişmez. Hepsi dil, içerik ve ideolojik olarak birbirini bütünleyen bir düzlemdedir. Yani, Nazım’da yalan, riya, sahtekarlık yoktur.

Aynı şey sol için de geçerlidir.

Sağ yalan söyler. Hile, riya, hatta gıybet dert değildir. Öyle ki, yeri gelir Süleyman Demirel’i neredeyse solcu yaparlar.

Sol ise politika yaparken yalan meziyetini kullanamaz. Solcu da yalan söylemeyi pek beceremez. Solun yanlışı olmaz mı? Olur. Bir yanlışın içinde belki de ölür. Ama yalan bir hayat yaşamaz. Ve eleştiri/öz- eleştiri namustur. Yalanın, sığlığın boş sözün geçer akçe olduğu zamanda solun kullanabileceği “popülist” söylemi tutturmak çok zor. Bu, solun zoru!

24 Şubat’ta “Ülke TV” televizyon kanalının “Sıradışı” programını izlerken kulaklarımla duydum! “Demirel solun gözbebeği oldu. Aşırı Marksistler bile uyandı, onu sevdi…” Programda, 1965’de, Süleyman Demirel’in bir derin operasyonla AP’nin başına getirilmesi dile getirildi; evet öyle oldu. Bu operasyonun merkezi ABD olarak gösterildi; evet öyleydi! Hatta yıllarca solun dilindeki “ Morrison Süleyman” eleştirisini bile -tabi solu anmadan- dile getirdiler; evet öyle.

Sonra sözü bağladılar: Cumhurbaşkanı oluncaya kadar üzerine düşeni yapmadığını, peki en tepeye oturduktan sonra niye konuşmadığından dem vurdular. Yani derin devletin Müslümanlara olan mezalimini niye açıklamadı demek istedir…

Bütün bu ağır değerlendirmelerden sonra, dakkasında “Aşırı Marksistlerle” Demirel arasında bağlantı kur! Hangi türden olursa olsun, mukaddesatçı, milliyetçi, fark etmiyor; sağ yalan söylüyor.

Sağ, bir sağ koalisyon blok ile birlikte Demirel üzerinden yıllarca politika yaptı. İktidar oldu. Onu  merkezine aldı. Sonra, artık ihtiyaçları kalmayınca, ortaklarını sattılar. Yani Amerikancı sağ, anti-demokratik dönemin bütün suçunu Demirel’e yüklüyor. Sağ, şanlı ABD şakşakçılığı dönemi için, o dönemle yüzleşmek yerine, Demirel’i harcıyor. Kendileri mağdur. Bu mağdurluk sahtekarlığının yanında, her zaman söylenen yalanın önemli bir meşruiyet nedeni var: En başta din, sonra devlet! Din ve devlet için her şey meşru ve mubah.


Bunca yalana karşın, en son Suriye örneğinde gördük ki, sağın zoru hala ABD. Solun zoru ise hala zor!

Haftanın Dizesi; “her yokluk bir dengeyle ödenir-“ (Celal Soycan, Azade, Şiirden)