Google Play Store
App Store

Kadınlar, ülkedeki darboğazı iki kat daha fazla hissederken ev içi görünmek emekle bir kez daha sömürülüyor. Sendika Uzmanı Nuran Gülenç, kadın emekçilerin bu sömürüden çıkışının nitelikli kamusal hizmetleri ve güvenceli, sendikalı iş talep etmekten geçtiğine dikkat çekiyor.

Sömürüden çıkışın yolu: Güvenceli çalışma, kamusal hizmet
Birleşik Metal-İş üyesi kadın işçiler, Gebze’de eşitsizliğe tepki gösterdi. (Fotoğraf: BirGün)

Dilan ESEN

Türkiye büyük bir ekonomik kriz döneminden geçiyor. Yoksulluk, görünmeyen ev içi emek, ücret eşitsizliği, güvencesizlik, bakım yükünün yanında işyerinde taciz, şiddet ve mobbing…

Tüm bu sorunlar bir yumak halinde kadınları sardıkça sarıyor. Sendika Uzmanı Nuran Gülenç ile kadın işçilerin durumunu, ev içi görünmez emeği, kadın yoksulluğunu, esnek çalışmanın kadın emekçileri nasıl etkileyeceğini konuştuk.

Türkiye’deki kadın emekçiler nasıl bir darboğaz ve sorunlar silsilesiyle baş etmek zorunda kalıyor?

Ülkenin içinden geçtiği ekonomik kriz, kadınların yükünü katbekat artırmış durumda. Ücretli bir işte çalışsalar da ücretsiz ev işçisi olsalar da, yoksulluk en çok kadınları etkiliyor. Toplumsal cinsiyet rolleri açısından evi çekip çevirmesi; kıt kanaat paralarla çocuklarının ve aile bireylerinin ihtiyaçlarını karşılaması beklenen kadınlar, karşılayamadıkları koşullarda yetememenin ağır psikolojik ve duygusal yükünü taşıyorlar. Kadınlar daha düşük ücretlere mahkûm olduklarından ve artan enflasyon koşullarında hızla ücretler eridiğinden çalışmış olmak, yaşanan zorluğu hafifletmekten çok uzak. Kadınlar çalışsalar bile yoksulluk içindeler, çalışan yoksulluğu kadınlarda daha derin yaşanıyor. Özellikle ücret eşitsizliği nedeniyle tek başına aile sorumluluğu taşıyan kadınlar, tek başına aile sorumluluğu taşıyan erkeklere göre daha dezavantajlı durumda. Kadınlar kendilerinden, kendine ayırdıkları zamandan, kendilerine harcadıkları paradan, öz bakımlarından, sağlık hizmetleri almaktan vazgeçiyor. Kriz dönemlerinde ekonomik zorlamalar, daha çok kadını çalışma yaşamı içinde sokuyor ancak kadınların güvenceli, düzenli işlere erişmesi de zorlaşıyor. Güvenceli, düzenli işlerin azlığı ve işverenlerin tercihi nedeniyle kadınlara kayıt dışı, esnek, güvencesiz işler kalıyor. Benim gözlemlediğim, kadınlar örneğin boşandıklarında ailelerine sığınmak zorunda kalıyorlar, kazandıkları paralarla tek başına ya da çocukları ile bir yeni bir hayat kuramıyorlar ve birlikte yaşama eğilimi artıyor. Kalabalık aileler de kadınların yükü artıyor.

SENDİKALARDA KADINLARA ALAN AÇILMALI

Yıllar içinde kadınlarda sendikalaşma oranı artsa da yine erkeklere göre bu oran daha düşük. Bu durumun sebepleri nedir, nasıl aşılabilir?

Bunun birçok nedeni var. Başta sendikaların erkek egemen yapılar oluşu, erkek işçilerin ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş olmaları, bürokratik yapıları, kadın algısı, cinsiyetçi tutum ve davranışlar, kadın işçileri kuşatacak kadın politikalarının olmayışı, kadınları sendikal alandan uzak tutuyor. Kadınlara toplumsal yaşam içinde biçilmiş rollerin ağırlığı, yetişkin erkeklerin bakımından tutun, çocuk bakımı, yaşlı bakımı, evin işleri kadınlarda bir zaman sorunu ortaya çıkarıyor. Tüm bunların üzerine bir de sendikalara yönelik negatif algı, sendikalaşmanın önündeki engeller ve işlerini kaybetme korkusunu, kadınların sendikalara olan mesafesini açıklayan başlıca nedenler olarak sıralamak mümkün.

Nuran Gülenç - Sendika Uzmanı

Bu durum nasıl aşılır? Öncelikle sendikaların bunu aşmak istemesi gerekiyor. Ama birçok sendikada erkeklerin, erkek yöneticilerin özellikle kadınların sendikalarında güçlenmesini istediklerini düşünmüyorum.  İstiyorlar ki kadınlar üye olsunlar, üye sayıları artsın ama kadın örgütlenmesini, dayanışmasını ve nihayetinde kadınların sendikal kademelerde var olmasını da hedefleyen bir kadın yapısının olmasını istemiyorlar.  Hal böyle olunca da sendikalar kadınlar için bir çekim alanı olmaktan uzak oluyor. Çünkü sendikal alanlar da tıpkı siyasi partilerde olduğu gibi ya da birçok alan gibi erkekler için iktidar alanı, bu alanı kadınlarla paylaşmak istemiyorlar. Diğer yandan, hem dünya hem de Türkiye feminist hareketinin sendikal alanda bu mesafeyi kapatacak, kadın işçilerin yüzünü sendikalara dönmesi için yapılabileceklere yönelik oldukça geniş bir deneyimi ve birikimi var.

Sendikada bağımsız bir kadın yapısı olmalı, bağımsız derken tabii ki sendikal politikaların içinde onu geliştiren bir noktada durmalı. Erkeklerin, erkek yöneticilerin müdahale etmediği, kendi yolunu bulan ve sorunlarına çözümler üreten ve sendikal politikaların bir parçası olabilen bir kadın yapısından, sendika tarafından kabul edilmiş bir kadın yapısından söz ediyorum. Toplumsal cinsiyet eşitliğini sendikanın benimsenmesi ve eylem-etkinliklerinden yönetim kadrolarının oluşmasına kadar bunun gözetilmesi, savunulması gerekiyor.  Belki takip ediyorsunuz; Birleşik Metal-İş Sendikası’nda benzer bir çalışmayı yapmaya çalışıyoruz. Komisyon şeklinde işleyen bir kadın yapısı var. Bu çalışma sonucunda kadın üye sayısı yüzde 6,5’lardan yüzde 10’un üzerine çıkmış durumda. Yine geçen yedi yılda, kadın temsilci sayısında önemli bir artış oldu. Şube organlarına kadın yöneticiler gelmeye başladı. Ama bu uzun bir koşu, hem kadınların hem de erkeklerin eşitlik bilincini yükseltmesi gereken bir mücadele; ama her şey niyet etmekle ve sendikalarda kadınlara alan açmakla başlıyor.

İşyeri güvenliği önemli bir mesele. İşyerinde taciz ve şiddet bunun bir parçası olarak yer alıyor ve bu nedenle kadın emekçiler, işyerinde taciz ve şiddete karşı önlem almayı sağlayan ILO 190’ın Türkiye’de imzalanmasını istiyor. ILO 190 nedir? Nasıl bir güvence sağlıyor?

Şiddet ve taciz, kadın işçilerin istihdamdaki varlığından sağlığına, ekonomik durumuna ve işçiler arasında dayanışmaya kadar olumsuz etkileri olan kadına yönelik ayrımcılık ve kadının insan haklarının ihlalidir. ILO 190 Sayılı Şiddet ve Taciz Sözleşmesi ve 206 sayılı Tavsiye Kararı, çalışma yaşamına özgüllenmiş şiddet ve taciz ortadan kaldırmayı hedefleyen ilk uluslararası sözleşmedir. Başta kadınlar olmak üzere, toplumsal cinsiyet temelli şiddet ve tacize maruz kalma ihtimali olan bireyleri korumayı, şiddet ve tacizi önlemeyi hedefliyor. 2019 yılında ilan edilen sözleşme bir yıl sonra yürürlüğe girdi. Hâlihazırda 38 ülke sözleşmeyi onayladı. Ancak Türkiye bu sözleşmeyi onaylamadı. Bu haliyle ülkemizde yürürlükte olan bir sözleşme değil. Ancak onaylanması için sendikaların, ILO Türkiye Ofisi’nin lobi çalışmaları, kadın örgütlerinin çalışmaları ve kampanyaları devam ediyor. Türkiye, eğer bir gün bu sözleşmeyi imzalarsa, işveren ev içi şiddet dâhil kadın işçiyi şiddet ve tacizin olumsuz etkilerinden korumak ve hukuki desteğe erişimi için rehberlik sağlamak ile yükümlü olacak. Sözleşmenin kapsamı da sadece işyeriyle sınırlı değil; iş gezilerinde, konaklama alanlarında, iş ile ilgili sosyal etkinlikler dâhil olmak üzere iş ile bağlantılı tüm alanlarda şiddet ve tacize karşı önlem almak ve kadın işçiyi korumak ve desteklemek zorunda kalacak. Kimseyi de dışarıda bırakmıyor. İşçiler, stajyerler, çıraklar, iş arayanlar, işten ayrılanlar, gönüllü çalışanlar vb dâhil olmak üzere herkes kapsam içinde. Örneğin; bir önceki sorunuzla bağlantı kurarak söylersem,  işverenin, evden çalışan bir kadın işçinin ev içindeki şiddet ve tacize karşı da bir politikası olması gerekecek. Orası senin evin diyemeyecek.  Sözleşme, şiddet ve tacizin bir işçi sağlığı meselesi olarak görülmesini, işyerlerinde buna yönelik risk değerlendirmelerinin yapılması ve risklerin ortadan kaldırılması için eğitim ve farkındalık çalışmalarının yapılmasını, şikâyet ve destek mekanizmalarının geliştirilmesini, buna yönelik politika ve prosedürlerin oluşturulmasını ve sürecin izlenmesini öngörüyor. Sözleşme ülkemizde onaylanmamış olsa bile, toplu sözleşme düzeni içinde olan işyerlerinde uygulamaya konulmasının önünde bir engel yok.

∗∗∗

İKTİDAR HEM BAKIMI HEM GÜVENCESİZLİĞİ YÜKLÜYOR

Şu sıralar esnek çalışma ve evden çalışma gündemde. Birleşik Krallık’taki bir araştırmada anne olan kadınların esnek çalışma çerçevesinde evden çalışmayı tercih ettiği belirtiliyordu. Kadınların evden çalışması ve çocuk bakımına bir nevi zorlanması, onları ikinci bir emek sömürüsüne maruz bırakır mı? Bu durum kadınların eve kapanmasına ve zamanla sosyal ilişkilerinin zayıflaması ve toplumdan uzaklaşması sorunlarını da beraberinde getirir mi?

Evden çalışma biçimini yaygın olarak pandemi döneminde tecrübe ettik. İşverenler o dönemden başlayarak, mümkün olan işlerde evden çalışmanın kârlı bir iş olduğunu gördü. Çünkü maliyetlerini düşürdüler. Ama evden çalışmanın kadınlar arasında bu kadar çok tutulmasının en önemli nedeninin kadınların üzerindeki bakım yükü olduğunu söylemeliyim. Örneğin evden çalışmayı benim gibi bakım yükü olmayan birinin istemesiyle, bakım yükü üzerinde olan bir kadının istemesinin nedenleri arasında dağlar kadar fark var. Hükümet orta vadeli programına esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerini daha da yaygınlaştıracak birtakım değişiklikleri İş Kanunu’nda yapmayı planlıyor. Esnek bir çalışma modeli olan evden çalışma da bu çalışma biçimlerinin başında geliyor. Bunun için de uyanık olmamız gerekiyor. Çünkü bu değişikliklerin hedefinde kadınlar var. Özellikle çocuk, yaşlı, hasta bakımı gibi hizmetlerin kamusal hizmet olarak sunulmadığı ya da bunlara erişemediğimiz durumda bu bakım yükünü kadınların sırtlanması bekleniyor. Böylece devlet başta olmak üzere, işverenler ve erkekler bu bakım yükü sorumluğundan kendilerini kurtaracaklar, kaynak ayırmayacaklar ve bu iş tamamıyla kadınların işi olarak kalacak. Kadınlar hem ev işlerini, yetişkin erkeklerin, çocukların, yaşlıların bakımlarını yapsınlar hem de esnek bir şekilde daha düşük ücretlerle, güvencesiz bir şekilde ücretli emek piyasasına dahil olsunlar isteniyor. Bizler bir yandan toplumsal cinsiyet rollerimizden kurtulmaya çalışırken, esnek çalışma biçimleri ile kendimizi bu işlere yapışmış olarak bulabiliriz. Bu nedenle çocuk-yaşlı bakımı için erişilebilir, nitelikli kamusal hizmetleri talep etmeli, ev işlerinin sorumluluğunu erkeklerle paylaşmalıyız. Düzenli, güvenceli, sendikalı iş talebimizi yükseltmeliyiz.