Sonunda yazmak istediğim konularla karşınızdayım. Sürekli dert tasa, sokağa çıkma yasağı falan derken 1,5 yıllık ev hapsini ve askerlik gibi bir süreci geride bıraktık. Bu hafta 28. İstanbul Caz Festivali’nin basın toplantısına katıldım. Umarım Zoom üzerinden katıldığım son basın toplantısı olur. 1-24 Eylül arasında gerçekleştirilecek festivalin kadrosu ekonomik krize ve salgın şartlarına rağmen gayet iyi kotarılmış. 2019’dan beri adını sıklıkla duyduğumuz Arlo Parks’ı bu yıl festivalde izleyeceğiz. Vakfın, parlayan isimleri ne yapıp ne edip kariyerlerinin iyi dönemlerinde getirmeye çalışması takdire şayan. Angelique Kidjo, festivalin bir diğer büyük ismi. Biraz nefes alalım derseniz Kidjo’nun Afrika tınıları size ferahlık sağlayabilir.

Festivallere özel birleştirilen isimler veya özel sipariş edilen bestelerin galaları bana hep çekici gelmiştir. Orada izlediniz izlediniz. Bazen tarihe tanıklık etmiş bile olabilirsiniz. Mabel Matiz ve Niels Broos konseri tam da böyle bir konser olabilir.

Festivalde Altın Gün, İhtimaller projesiyle Kenan Doğulu, Atlantic Records setiyle Karsu ve Melike Şahin izlenebilir. Cereyanlı ile Alp Ersönmez’i ve Multiverses ile Çağrı Sertel’i izlemekse çok büyük bir olay. Bu iki müzisyenle aynı dönemde yaşamak bile bana gurur veriyor. İkisi de kariyerinin en üretken en verimli ve en parlak döneminde kanımca. Ve sahne enerjileri mükemmel. Özellikle Ersönmez ve Sertel konserlerini kaçırmak büyük hayal kırıklığı yaratabilir. Stefano Di Battista’nın More Morricone konseri, Ferit Odman, Nitai Hershkovits, Eylül Ergül Quartet, Ayşe Tütüncü Dörtlüsü, Batu Şallıel, Cemre Necefbaş Quartet, Ceyda Özbaşarel, Şenay Lambaoğlu, Udgang, The Kites, Fainschmitz, Erkan Zeki Ar Quartet, Sibel Demir Quintet, Burak Dursun Quintet gibi pek çok grup var festivalde. İsmini yazmayı unuttuğum grup veya isimler varsa şimdiden özür dilerim zira festival bülteni görmeyi bile unutmuşuz.

Konserleri gücüm elverdiğince kaçırmayacağım. Bundan sonra elimden geldiği kadar konser ve festival haberlerine yer vermeye çalışacağım. Gittiklerimi de paylaşacağım. Bu kadar konsersizliğin bir sonucu olmalıydı.

***

Boom Bap ile yaşamaya devam

Biliyorum hip-hop yenilendikçe, geliştikçe, eğlenceli bir hal aldı. Hayatımıza trap ve drill gibi hip-hop’un alt türleri gireli çok olmadı. Üç veya beş yıl bile yeniden de yeni. Daha çok genç. Eğlenmek bir seçim ve bunu yaşamak bir tercih olduğu kadar hepimizin hakkı. Ben de trap veya drill dinlerken çok büyük keyif alıyorum. Ara sıra gülüyorum bazense “bu kadar auto-tune bana fazla” diyerek geçiyorum. Boom bap gibi hip-hop’un temelinde anlatacağı ciddi konular olan müziklerse esas tercihim. Yeniyi araştırıp bulurum ama eskiden de kopamam. Türkçe hip-hop’un köklü ismi Sayedar’ın MC İlkay C. ile ortak çalışması The Underground Prestige’in ilk bölümü 1 Temmuz gecesi streaming servislerde yerini alacak. Albümünü gizliliğime güvenip iki hafta önce yollayan Sayedar’a teşekkür ediyorum. Albümün kadrosunu duyar duymaz ayağa kalkıp hazır ola geçtim. Jedi Mind Tricks’ten Vinnie Paz, Non Phixion ve La Coka Nostra gruplarının kurucularından ILL Bill, Czarface’ten Esoteric, Screwball ekibinden Blaq Poet ve Beni-Hana’dan oluşan dev kadro gözlerimi yaşarttı. Albümün prodüktörü L.O.B. ve scratch’ler ise DJ Flash’e ait. Mix ve mastering ise Caner Aksoy’a emanet edilmiş. Durmadan dinliyorum, Sözleri nasıl sert, konuları nasıl ciddi… Siz de dinledikten sonra daha detaylı yazacağım ama Türkiye’den sevdiğim bir MC’nin albümünde Vinnie Paz ve ILL Bill’i falan görmek beni nasıl heyecanlandırdı anlatamam. Kafiyeler yumruk gibi, beat’ler harika, sert ve keskin. Ayrıca albümün ikinci bölümünde Brother Ali, R.A. The Rugged Man, Canibus, Chino XL, Reef The Lost Cauze, Akil The MC gibi pek çok rapper yer alacak. Bu isimleri bağlayabilmenin ardında yatan iletişim ve yazışma silsilesini düşünemiyorum bile. Albüm, albüm değil hip-hop dersi.

***

11 yıl önce bugün Metallica izledik

Birçok grubu arka arkaya izlemenin ve gece eve dönüp sabah tekrar kahvaltı ve ayılma seansı sonrası konser mekanına gitmenin nasıl bir his olduğundan bihaber arkadaşlarım var. Çok normal çünkü bazıları benden 15 yaş küçük. Kamp kurmalı veya kampsız 2-3 günlük festival nedir görmediler. Ben mesela Türkiye’nin ilk kamplı festivali H2000’e gidemedim ama sonrasında onlarca festivale katıldım. Bazen kamp kurdum, bazen ertesi gün otobüse atlayıp mekana doğru yola çıktım.

Kampsız efsane festivallerden biri Sonisphere 2011’di. İnönü Stadyumu’nda gerçekleştirilen festival 3 gün sürdü. 25-26-27 Haziran 2011’de şu grupları izlemiştik: Metallica, Slayer, Megadeth, Anthrax, Accept, Rammstein, Manowar, Alice In Chains, Stone Sour, Pentagram, Hayko Cepkin, Volbeat, Foma, Gren, Murder King, Blacktooth, Ete Kurttekin.

Ciddiyim. Bazılarınız bu konserin afişini sadece sosyal medyada gördü. Şu anda bu grupları Türkiye’ye getirmek yerine memleketin dış borcunun 4’te 1’ini ödemeyi teklif edebilirsiniz.

Ne yazık ki devletin bel bükmeye yönelik kötücül vergi politikası, iktidardakilerin komşu ülkelerle her iletişime geçtiğinde fırlayan döviz kurları yüzünden bir daha izleyemeyeceksiniz. Bilin istedim. Çok uzun süredir “AC/DC izleyebilir miyiz acaba? Sizce Radiohead ülkemizde konser verir mi?” sorularını duymuyorum. Seyircinin bu konuda bir umudu kalmadı ki soru da sormuyor. İçinde bir gram umudu kalanları da ben buradan uyandırmak isterim. Hayır, AC/DC’yi izleyemeyeceksiniz ve Radiohead ile rüyalarda buluşabilirsiniz. Bunun sorumlusu sektör değil, 19 yıldır üstümüzdeki karabasan. Tekrar etmek isterim, 11 yıl önce bugün İstanbul’da Metallica izledik. Bugün ise neredeyse gece müzik dinlemek yasak.