Artık her hafta düzenli olarak yapılmaya başlayan medyada haftanın talihlisi çekilişinin bu haftaki şanslı ismi Oktay Ekşi’ydi.

Artık her hafta düzenli olarak yapılmaya başlayan medyada haftanın talihlisi çekilişinin bu haftaki şanslı ismi Oktay Ekşi’ydi. Yazılarını düzenli olarak okumadım. Ancak herkes gibi ben de, Oktay Ekşi’nin özenli bir dil ve üsluba sahip olduğunu farkındaydım. Son günlerde sıkça kendisine atfedilen sözü kullanırsak; “beyefendi” köşe yazarlarından olduğu şüphe götürmez.

Hani derler ya, “sonra bir gün, o beyefendi adam birden bire delirdi” diye; işte o tanımlamaya uyan bir biçimde, bir akşam vakti, o “beyefendi insan” aklını yitirmediyse bile, kontrolünü yitirdi ve “üzerinde anlaşılmış değer sistemimiz” tarafından sindirilmesi pek olası olmayan bazı sözleri ertesi sabah köşesinden çıkıp, manşetlere taşındı.

Gidene “kapıyı gösterip”, ardından “su dökmeyi” adet haline getiren Ahmet Hakan aynı gazetedeki köşesinden  bu “kabul edilemez” olayı özetliyor; “Oktay Ekşi, bu gazetede, “Şimdi anasını bile satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyorsunuz” diye bir cümle yazdı. Cümlenin hedefi... Bu memleketin seçilmiş hükümeti, başbakanı ve bakanları idi... Oktay Ekşi, “anasını satan zihniyet” diyerek, hükümete, Başbakan’a ve bakanlara çok çirkin bir şekilde hakaret etti.”

Bu biçimde konulduğunda, Ahmet Hakan’a katılıp, bu olayı, güçlü bir silah konumundaki medya gücünün “kantar bozan” bir kullanımı olarak değerlendirebiliriz. Ardından Oktay Ekşi’nin belli bir pişmanlık içinde, incinen kesimlerden özür dileyip, ardından da, detaylarını bilmediğimiz bir süreç sonunda, (baş)yazarlık görevinden istifa edişini de dikkate alıp, olayın kendi akışı içinde sönümlenmesini izleyebilirdik.

Ne var ki, Ahmet Hakan yazısının devamında söylediği ibretlik sözler buna izin vermiyor; “Hürriyet’te kural ihlallerinin ve hakaretlerin önüne geçmek, evrensel yayın ilkelerine ve Hürriyet’in yayın politikasına bağlı kalmak amacıyla son dönemde bir “denetim mekanizması” oluşturuldu… Ama ne yazık ki... Oktay Ekşi, bu denetim mekanizmasının da arkasından dolaşmış ve gece vakti yazısında değişiklik yaparak o kabul edilemez ifadeyi yazısına koymuş. Böylece o ifade, gazetenin muhtemel denetiminden de kaçmış.”

Bir an için bu denetim mekanizmasının mı, yoksa denetim mekanizmasının arkasından dolanmanın mı daha büyük bir skandal olduğu sorusunu bir yana bırakırsak; bu şaşırtıcı bilgi şu soruyu kaçınılmaz olarak sorduruyor; Oktay Ekşi gibi tecrübeli ve üslup konusunda oldukça dikkatli bir yazar, niçin “gazetesinin denetim mekanizmasının da arkasından dolaşıp”, hali hazırda, ağır bir itham içeren “şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin marifetlerini görüyoruz" ifadesini, bir gece vakti “şimdi anasını bile satan işte o zihniyet” olarak değiştirir?

Kısaca bu beklenmedik “cinnet” ve ardından gelen “cinayet” açıklama bekliyor. Asabı ve asabiyyeti her geçen gün biraz daha bozulan memleketin geleceği açısından, bu patolojik durum ve ruh halinin iyi analiz edilmesi oldukça önemli.

Oktay Ekşi’nin açıklanması güç bu davranışının ortaya çıktığı medya ve ülke bağlamıyla ilişkilendirerek değerlendirmek gerekiyor. Medya bağlamını anlamak için, çok uzağa gitmeye gerek yok; Başbakan’ın olaya verdiği tepki durumu özetliyor. Oktay Ekşi’nin yazısına yönelik tepkisi sorulan Başbakan, "Eğer gazetecilik buysa ben bu zihniyetle mücadele etmem, savaşırım. Gereğini yapacağız zaten, göreceksiniz” diyor. “Savaş açmak”, “gereğini yapmak”, “göreceksiniz” ifadelerinin her biri kanımca tehdit unsuru taşıyor. Aslında Başbakan bu sözleriyle yeni bir şey de söylemiyor. Çünkü iktidarın kendisine yakın bulmadığı medya kuruluşlarına karşı hali hazırda bir “savaş” yürüttüğü, kritik durumlarda “gereğini yaptığı” ve bu müdahalelerin sonuçlarını da dünya alemin “görüldüğü” konusunda kimsenin şüphesinin olduğunu sanmıyorum. Bunu en iyi görenin de medya olduğunu, “son dönemde bir denetim mekanizması oluşturma” gereği duymuş olmalarından anlıyoruz.

Olay mahallini çevreleyen koşullar böyle olunca, “Oktay Ekşi bunu niçin yaptı” sorusunun yanıtının bir bölümünün tecrübeli yazarın içinde bulunduğu özgün ortamla yakından ilişkili olduğunu düşünmemek mümkün değil. Bu çerçevede, “niçin yaptı” sorusu yanıtını başka sorularda bulmaya başlıyor; Oktay Ekşi’nin tepkisi, etrafında bir süredir süre giden “savaş durumu”, “gereğinin yapılması” ve “sonuçlarının görülmesinden” kaynaklı uzun süreli bir ansiyete halinin yol açtığı bir kopma ya da göz kararması durumuyla açıklanabilir mi? Ya da Basın Konseyi Başkanlığı’nı da üstlenen bu yılların gazetecisi alışık olmadığı gazete içi denetim mekanizmasına “kazık atma” arzusuna teslim olmuş olabilir mi?

Öte yandan, Oktay Ekşi’nin bu davranışını sadece yakın çevresinde olup bitenlerle açıklamak her şeyden önce kendisine haksızlık olacaktır. Olayın ülke düzeydeki bazı gelişmelerden de beslendiği şüphe götürmez. Ahmet Hakan’ın değerlendirmesindeki “Oktay Ekşi, bu denetim mekanizmasının da arkasından dolaşmış” ifadesindeki “arkasından dolaşma” benzetmesinin bu noktada önemli ipuçları sağladığını düşünüyorum.

Çünkü Oktay Ekşi’yi çileden çıkarıp, “cinnet” noktasına götüren olay iktidarın “denetim mekanizmaların arkasından dolaşma” huyuyla yakından ilişkili. Bilindiği gibi, HES yapımında önemli hedef yerlerden biri olan İkizdere Vadisi kısa süre önce ilgili Koruma Kurulu tarafından 'SİT alanı' ilan edildi. Bilimsel verilere dayanarak alınan bu karar yapılacak yatırımı imkansız hale getirince, Başbakan sert tepki gösterdi. Konuyla ilgili bürokratik çevreler mesajı aldılar; Koruma Kurulu’nun aldığı kararın arkasından dolaşıp, sit kararını etkisiz kılmak için düğmeye basıldı. İkizdere Vadisi gibi doğal sit alanlarında yetkileri Çevre Bakanlığı’na devreden bir yasa tasarısı TBMM gündemine hızla sokuldu.

Hemen belirtmek gerekir ki, iktidarın İkizdere Vadisi konusundaki arkasından dolaşmacı tavrı bir  istisna değil. Türkiye son dönemde hukuk devleti açısından iç açıcı bir sınav vermiyor. YÖK türban konusunda Anayasa Mahkemesi kararlarının arkasından dolaşmaya kalkıyor. Birçok büyük proje aleyhte alınan mahkeme kararlarının arkasından dolaşılarak gerçekleştiriliyor. Çok sayıda uygulama mahkemelerin yürütmeyi durdurma kararlarına karşın tamamlanıyor. Kamu mülkelerinin satışında da, çok sayıda ardından dolaşma durumuna şahit olduk. Şimdi İkizdere Vadisi’nde benzer bir durum yaşıyoruz. Tam “İkizdere Vadisi kurtuldu” derken, iktidar sıkça kullandığı arkasından dolaşma operasyonlarından biri için daha düğmeye basmış bulunuyor. Belli ki, İkizdere Vadisi’ni Kurtlar Vadisi haline getirmek konusunda kararlı bir duruş var.

Anlaşılan o ki, Kurtlar Vadisi ortamında, İkizdere Vadisi hayalini sahiplenen Oktay Ekşi, muhtemelen bir “savaş durumu” algısının da etkisinde, gazetesinin kurduğu mevcut denetim mekanizmalarının arkasından dolaşmayı seçmiş. Belli ki düzgün yolları bırakıp, arkadan dolaşmaya pek alışık değil; ertesi gün oldukça üzüntülüydü. Darısı denetim mekanizmalarının etrafından dolaşmayı norm haline getiren iktidar çevrelerinin başına!

Başkaları tarafından da paylaşıldığından emin olduğum bir temel rahatsızlığı ifade ederek bitireyim; son dönemde anaların bu tür gergin ve kavga kokan süreçlerin içine çekilmesi oldukça büyük haksızlık. İçinde yüzmekte olduğumuz rezilliği yaratanların yaptıklarını annelerine danıştıklarını hiç sanmıyorum. O nedenle, Başbakan’ın “ananı da al git” diyerek açtığı bu yolu bırakın açanlar kullansın!