Söylenmeyen ölüm: Duygusal şiddet
Erendiz Atasü (Fotoğraf: SİA)

Nilgün ÇELİK

Erendiz Atasü’nün son öykü kitabı "Herkes Sevdiğini Öldürür" Sia Yayınları'ndan 2023'ün son günlerinde yayımlandı. Erendiz Atasü ile yeni kitabını konuştuk.

HERKES SEVDİĞİNİ ÖLDÜRÜR
Erendiz Atasü
SİA Kitap, 2023

"Herkes Sevdiğini Öldürür", kitabınıza anlam katmış bir isim. Günümüz kadın cinayetlerini bir kenara koyarsak sözle, gözle, yasaklarla, tacizlerle olan ölüm yani söylenmeyen ölüm hakkında ne söylemek istersiniz?

"Herkes sevdiğini öldürür’" aslında Oscar Wilde’ın bir dizesidir. Devamı şöyle gelir aşağı yukarı, “Kimi bakışla, kimi bir sözle, korkak öpüşle, cesur kılıçla”. Yakın ilişkiler besleyici ve yaralayıcıdır; felaketli sonuçlar olmasa da öyledir. Kişi aşırı duyarlı, belki alıngan, kimi kez buyurgan ve kısıtlayıcı olabilir, sevdiğine karşı; ister eş, ister kardeş, ya da sevgili, arkadaş, dost olsun. Ya da ebeveyn- evlat ilişkisi. Aşağılanma illa küfürle veya fiziksel saldırıyla olmaz. Bazen kişinin sevdiğinin tek bir sözcüğü, küçümser bir bakışı bıçak gibi keser onun özgüvenini ve yara yıllarca iyileşmeyebilir. "Duygusal şiddet" diye bir kavram var, biliyorsunuz. Kanımca yakın ilişkilerde çok fazla karşımıza çıkıyor, bu kavramın kapsamına giren davranış ve tutumlar. Üstelik bunun tek taraflı olması da gerekmez; savaş meydanına döner ilişki. İşin en ilginç yanlarından biri, karşılıklı incitmelerle yürüyen ilişkilerin bazen çok uzun ömürlü olmasıdır. Saldırı, ardından gelen suçluluk duygusu ve pişmanlık, pişmanlıkla gelen ödün zinciri iki tarafı da köleleştirerek ömür boyu sürebilir, yalnız kalma korkusunun gölgesinde.

Kitabınızda ilk bölüm Çocuk ve Yaşlılık. Edebiyatımız yaşlılık konusunu yeterince konu ediyor mu? Etmeli mi?

Etmeli mi? Doğrusu bilemiyorum. Dünya edebiyatında da az işlenmiştir bu konu (en parlak örneği, Shakespeare’in "Kral Lear"ı). Yazarlar yaşlanınca yazmayı bıraktıklarından olmalı ya da başka konulara kaçarak yaşlılıktan düşünsel olarak uzaklaşmak istediklerinden. Oysa hayatın iki ucu, çocukluk ve yaşlılık, sanıldığından daha yakın birbirine. Malum hayat genellikle gençlere göre ayarlanır, okur ise genellikle hayatının yani mazisinin izdüşümlerini bulmak ister okuduğunda, uzak gelecekte başına gelebilecek tatsız şeylerdense. Böylece, hayatın gerçeği yaşlılığa seyrek rastlanır edebiyatta. Ortalama insan ömrü uzadıkça, yaşlılıkla daha sık karşılaşacağız edebiyatta ve sinemada.

Evlilik kurumu kendi içinde labirentleri dehlizleri olan bir kurum mudur? Sizce evlilik ne olursa başarılı olur?

Öyledir, elbette. Keşke yanıtı bilebilseydim. Hayata dair pek çok soru gibi bu sorunun da kesin bir yanıtı yok. Zamana, zemine ve her çifte göre değişir, bir yanıt varsa bile. Edebiyat niçin var, sevgili Nilgün? Bu sorunun da pek çok yanıtı var ama birisi herhalde şudur: Hayatın belirsizliklerini kurcalamak için.

Kitabınızın genelinde kahramanlarınız hüzünlü. Hüznü kurgulaştırmak ve olaylarla aktarmak bir yerde o yükü taşımak da aynı zamanda. Siz sürekli bu yükü taşıyan yazarsınız. Bu sizde nasıl duygular yaratıyor, yaşatıyor?

Bahsettiğiniz durum doğal bir “edebiyat yazarlığı” hali. Tolstoy’un ünlü “Anna Karenina’sı” şöyle bir cümleyle başlar: ‘’Bütün mutlu aileler birbirine benzer, ama her mutsuz ailenin hali kendine özeldir”. Mutluluk insan fizyolojisinin ve psikolojisinin denge durumudur. Mutsuzluk ise çeşit çeşittir. Bana sorarsanız, hayatın trajik dokusunu hissedemeyen, eline kalemi -edebiyat bağlamında- almasın.

Kitabınızda vazgeçemediğiniz vedalaşamadığınız karakteriniz oldu mu? Hangisi?

Yazdıklarıma öyle bakmam, tutkuyla yaklaşmam. Metin, üstünde çalıştığım sürece beni çok yakından ve çok yoğun ilgilendirir. Hayatımın çok önemli bir parçası olur. İşim bittikten sonra, benim olmaktan çıkar, ona yabancılaşırım; artık okura, dilimize ve Türk edebiyatına aittir.