Alexandra Gravas bir dünya sanatçısı. Müzik yaşamının ilk dönemlerinde yolu, o dönemler Frankfurt’ta sürgünde yaşayan Türk halk müziğinin usta yorumcusu Sümeyra’yla kesişmiş. Ve arkadaş olmuşlar... Sümeyra’yı anmak üzere düzenlenen senfoniye davet edilince de hemen kabul etmiş, daha önceki anmalarda olduğu gibi... İşte ortak paydası müzik ve kardeşlik olan bir arkadaşlık öyküsü...

Kaynak: Kültür Sanat Servisi
"Sümeyra’nın hayatımda çok özel bir yeri var!"

Sürgünde yaşadığı Frankfurt’ta 33 yıl önce yaşamını yitiren halk müziğinin unutulmaz yorumcularından Sümeyra Çakır’ın anmak üzere sahnelenecek "Sümeyra Senfonisi"nin İzmir kökenli üç solistinden biri Alexandra Gravas.

Meksika’dan Çin’e dünyanın dört bir köşesindeki müzik projleriyle kendisini takip edenken bile nefes kesen bir profesyonel ve çok renkli üretkenlikle ilerleyen Gravas, Sümeyra’yı Frankfurt’taki yaşamının son beş yılında yakından tanımış, onunla müzik konuşmuş, kendi kariyeri için onun tavsiyelerini almış ve bu yol arkadaşlığına halen sadık kalmış olan bir büyük sanatçı. 

Ne zaman Sümeyra’yı anma hedefli bir projeye olursa, onun katkısı istenirse orada oluyor. Almanya’daki birçok Türkiye kökenli sanatsever bu çok yönlü sanatçıyı Sümeyra’yı anma konserlerinden tanıyor.  Bu akşam Hessen Radyo Televizyon Kurumu’nun konser salonundaki “Sümeyra Senfonisi”nde sahne almak için de Meksika’dan geldi. Buradan da Hindistan’a gidecek. Arada belki Atina’ya uğrayıp, ailesiyle kısa da olsa hasret giderme şansını da zorlayacak.
Alexandra Gravas bu akşam diğer solistler Özlem Soydan (İstanbul Devlet Opera ve Balesi) ve Tülay Yongacı’yla (Frankfurt Güneş Tiyatrosu) birlikte bir dönemler Sümeyra’nın yorumladığı türkü kompozisyonlarını seslendirecek. Örneğin “Allı Turnam”ı Sümeyra’nın düzenlemesine sadık kalarak yorumlayacak.

Profesyonel müzik hayatına klasik müzikle başlayan, ancak artık o dönemleri aşarak, jazdan halk müziğine tüm tarzları içeren kendine özgü tarzıyla bir “dünya müzisyeni” olan Gravas, repertuvarındaki diğer parçaları da bu anlayışla icra ediyor. “Onların orjinal hallerindeki güzellikleri tahrip etmeden yeni hikayeler” yaratıyor...

Frankfurt’ın komşu kenti Offenbach’ta, Yunanistan’dan göçmüş bir ailenin çocuğu olan Gravas, günümüz dünya müziğinin büyüklerinden biri.  Dünya müziğine katkılarından dolayı 2017’de UNESCO Kültür ödülüne layık görülmüştü. Meksika’da çıkardığı  “Elamor es Vida” 2021’de “yılın albümü” seçilmişti. 

Frankfurt Operası’nda önümüzdeki aralık başında icra edeceği yeni projesi #HORIZONS, Yunanistan, Almanya, Çin, Fransa, İtalya, Brezilya, Arjantin, Kübü, Meksika ve Arap dünyası arasında müzikal köprüler kurmak hedefiyle sekiz dilden eserler içeriyor.

Kökleri İzmir yakınlarındaki Söke’ye uzanan Gravas,  birkaç yıldır kurucuları arasında Sümeyra’nın da yer aldığı Ruhi Su Dostlar Korosu’yla da birlikte çalışıyor. Birlikte İzmir’de verdikleri konserin anıları halen taze... 

Sümeyra’yı, arkadaşını anmak üzere düzenlenen konsere katılmak üzere çocukluğu ve gençliğinin geçtiği Frankfurt’a bir kez daha gelen Alexandra Gravas, BirGün okurları için kendisine yönelttiğimiz soruları şöyle yanıtladı:

Türkiye’deki müzik dünyasının, müzikseverlerin yakından tanıdığı, sevdiği bir sanatçınız. Ege’nin bir yakasından diğerine geliyor, salonları sizi sevenlerle dolu salonlarda konserler veriyorsunuz... Yunanistan’daki her sanatçıya nasip olmayan bu buluşmalara ilişkin bir kısa değerlendirmenizi alabilir miyiz?

Türkiye ile özel bir ilişkim var. Büyükannem ve büyükbabam İzmir yakınlarındaki Söke’den. Hep, günü gelince atalarımın izlerini bulmak ve onların yaşadığı yerleri ziyaret etmek istiyordum. Ancak, bunca yıldır bir türlü bunu nasıl yapacağımı planlamamıştım. Ta ki iki yıl önce İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı’nından Ruhi Su Dostlar Korosu'yla konser vermek üzere davet aldığım güne kadar. Böylece büyükbabamın evini bulma dileğim gerçekleşti. Söke Belediye Başkanı ve çalışanları konserden bir gün önce bana güzel bir sürpriz yaparak, bu büyük dileğimin gerçekleşmesini sağladılar. Gittik, gördük. Büyükbabamın evi hala çok güzel bir şekilde ayaktaydı. Bu küçük kasabanın insanları da beni büyük bir sıcaklıkla karşıladılar. Bu gerçekten dokunaklıydı ve bugün hala beni etkiliyor. 

Bu büyük sıcaklık ve dostluğu İzmir ve İstanbul'daki izleyicilerimden de gördüm. Yüzyıllardır paylaştığımız Ege şarkılarımız, melodilerin ve dillerin birbirine aşinalığı, işte bütün bunlar Türkiye'deki deneyimlerimi özel kılıyor.

İstanbul’daki kurucuları arasında Sümeyra’nın da bulunduğu, bir süre onun tarafından yönetilen Ruhi Su Dostlar Korosu’yla ortak çalışmalarımız üç yıl önce başladı. Koronun 40’ncı kuruluş yıl dönümüne ve bu vesileyle gerçekleştirilen güzel bir CD kaydına konuk olarak davet edildim. Birlikte Mikis Theodorakis’in sevilen eserlerinden Omorfi Poli’yi (Güzel Şehir) birlikte icra ettik. Gerçekten çok başarılı ama onun da ötesinde çok dokunaklı bir işbirliğiydi bu. 

Türkiye’deki birçok harika müzisyen arkadaşımla birlikte müzik yapma şansım oldu. Ortak konserlerimiz her defasında çok zevkliydi ve gelecek yıl için Türkiye’de planladığım konserleri de sabırsızlıkla bekliyorum.

Frankfurt’ta şimdiye kadar birçok konser verdiniz. Bunlardan bir bölümü Türkiye kökenli kültür insanlarının organizasyonuyla gerçekleştirildi. Şimdi de öyle sayılır. Türkiye müziği için çok değerli bir sanatçımızla, Sümeyra’yla ilgili çok önemli bir konsere katılacaksınız. Sümeyra’yla bizzat tanıştığınızı  biliyoruz. Gerisini de siz anlatır mısınız? Sümeyra’nın müziği üzerine düşüncelerinizi de...

Almanya'da doğup büyüdüm ve üniversite eğitimime burada, Frankfurt am Main'de başlayıp, Londra'da devam ettim. Bu şehrin en olumlu yanı buradaki çok kültürlü yaşamdı. Ben de, benim kuşağıman birçokları gibi birlikte yaşamın gerçekten bir anlamının olduğu bir Almaya’da yetiştim ve bundan dolayı halen minnettarım. Her kökenden arkadaşlarım vardı. Kimse diğerinin nereden geldiğini ve evinde hangi dilin konuşulduğunu umursamazdı, sormazdı. Her şey gayet normaldi ve bizim hepimizi birbirimize bağlayan dil ise arkadaşlığımızdı ve Almancaydı. Bu çok kültürlülük mentalitesi benim için bugün de hâlâ normal bir şey ve aynı zamanda hayatımın doğal bir parçası. Bir insanın değeri onun karakterinden kaynaklanır, kökenleri ya da dininden değil.
Benim konser programlarımda çeşitlilik çok önemli bir rol oynar.

Önünümüzdeki aralık başında Frankfurt’ta Alte Oper’de de yapacağım yeni konserim #HORIZONS sekiz dilde!

Sümeyra’nın benim hayatımda çok özel bir yeri var. O halen benimle beraber. Burada milliyetlerimiz önemli bir rolü yok. Onunla tanışma şansı bulduğumda, şarkıcı olma hayallerini gerçekleştirmek isteyen bir genç kızdım. 

Ben aslında kendimi bildim bileli hep şarkı söylüyorum. O dönem şan dersleri verecek bir öğretmen arıyordum ve ama kimseyi tanımıyordum. Kader öyle istiyormuş, bir okul arkadaşımın annesi bana Sümeyra’dan bahsetti ve onu aramamı tavsiye etti. Onun bana mutlaka bana bazı tavsiyelerde bulunabileceğini söyledi. 

Ben de öyle yaptım, O’nu aradım ve Frankfurt'taki evinde ziyaret ettim. Ondan sonraki beş yıl boyunca, ölümüne kadar ayrılmaz bir bütün olduk. 

Konuşmalarımız, tavsiyeleri halen kulağımda. Ondan bizzat tanıdığı ve sevdiği Mikis Theodorakis'in şarkılarını, efsane Yunan bestecisi Manos Hacıdakis‘i öğrendim.  .
Her konuda sonuna kadar haklıydı. Birçok konuda akıl hocamdı. 

Onun aramızdan çok erken ayrılan o inanılmaz derecede güzel alto sesine hayrandım. İçinde hâlâ söylemek istediği o kadar çok şarkı vardı ki… Schuman'dan Theodorakis'e ve güzel Türk halk türkülerine birçok şarkı…  

O bir savaşçıydı, müziği için de. 

Sıradanlıktan nefret ediyordu. Ondan çok şey öğrendim.

Bu yüzden Sümeyra’nın onuruna düzenlenen her türlü konser etkinliğini, projeyi destekliyorum. 
Hessen Radyo ve Televizyon Kurumu’nun konser salonunda “GoWEST Festivali“ kapsamında gerçekleşecek  bu senfonik projeyle gurur duyuyorum.

Benim için burada besteci Kerem Memisoğlu'nun harikulade kompozisyonunun ötesinde bu büyük şarkıcının, arkadaşımın onurlandırılması önemli. O’nun unutulmaması gerekiyor.
Sümeyra, bu konser vesilesiyle  Frankfurt şehri tarafından onursal hemşehrilik unvanına layık görüldü. Bu beni derinden etkileyen bir aksiyon.

Kimileri sizi “mezzo soprano” olarak tanımlıyor, kimileri de “mezzo soprana’nın ötesinde” diyor... Siz nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi, tarzınızı. Klasik müzikten, caz’a, halk müziğine uzanan yolculuğunuzu bize de anlatır mısınız? 

Bu uzun bir yolculuk...

Profesyonel şarkıcılık kariyerime operada mezzo-soprano olarak başladım. Ama müzik kariyerimi 12 yıl önce değiştirdim. Bunu çok daha önceden yapmak istiyordum. Ama hayatta her şey zaman alıyor ve doğru zamanı beklemek gerekiyor. Klasik şarkı repertuvarlarının ötesinde kendi konser programlarımı gerçekleştirmek istiyordum. Müzikte ilgilerim her zaman çok yönlü oldu ve klasik şarkı repertuvarlarının sanatsal sınırları bana göre değildi.  

Sadece klasik şarkı repertuvarı bana yetmiyordu. Bugün sanatsal olarak her zaman gelmek istediğim yere ulaşmış durumdayım ve tüm sınırlarından bağımsız olarak kendi projelerimle dünyayı dolaşıyorum. Sevdiğim şeyleri, sesimle yeni bir şeyler yaratabileceğim yerlerde söylüyorum.

Aslında tam olarak bakarsak, Sümeyra'nın yaptığının aynısını yapıyorum. Şu anda iki albüm projesi üzerinde çalışıyorum. Biri Acapulco'dan şarkıları ve diğeri de caz repertuvarımı içeriyor.