Yazının başlığı konusunda rivayet muhtelif. Semavi dinler peygamberlerle konuştuğunu söylüyor. Ben Tanrı’yla konuştuğunu iddia eden başkalarını da tanıdım (Psikiyatri servislerinde) ama onlar konumuzun dışında. Bir de Tanrı’yla bir şekilde iletişim halinde olduğuna inanılan ara formlar var. Böyle biri “seçilmiş kul” olduğuna ve dünyaya “özel görevle” gönderildiğine inanır. Varsın inansın ama Tanrı bir “özel kul” seçecekse, bence müptezeller, faşistler arasından seçmez.

Bu sınıftan bir de bir tür ilahi kâtiplik işi yaptığını iddia edenler var. Böyleleri “zamanının bulunmaz Hint kumaşı” sayılan “din âlimleri” arasından çıkar ve bazı lafların bilemediği bir uhrevi kanaldan “kendisine bir şekilde yazdırıldığını” iddia eder. Yıllar sonra bir sürü adam da onun zırvalarını tevil etmek için uğraşır durur.

Neyse, sadede geleyim. Pekin’de her gidişimde uğradığım bir kitapçı dostum var. Geçenlerde gördüğümde biraz kafası karışmıştı. Aklı karışmış bir adamın savrukluğuyla bana “Kam, Tanrı kiminle konuşur?” dedi. Soru çalışmadığım yerden geldi, hazırlıksız yakalandım. “Benimle değil” der gibi boş boş baktığımı görünce, “Tanrı mesajlarını insanlara neden doğrudan kendisi iletmiyor veya onlarla doğrudan konuşmuyor da bir başka insanın aracılığına gerek duyuyor? Her şeye kadir bir güç istese bunu yapabilir” diye sorusunu anlaşılır hale getirdi. Buralarda garipsediğim birçok soruya muhatap oldum ama beni dini otorite yerine koyan bir soruyla ilk defa karşılaştım. “Ne anlatmaya çalışıyorsun” diye sorar gibi baktığımı anlamış olmalı ki konuyu anlattı: Son günlerde bir arkadaşı vesilesiyle birkaç defa bir Hıristiyan misyonerin toplantılarına katılmış. Tanrı’nın oğlu, Tanrı’nın elçisi, vahiy gibi Çin dinlerinde olmayan paranormal mevzular aklını karıştırmış. Zihnindeki “beyaz adam eşittir Hıristiyan” şablonu uyarınca beni Hıristiyan zannediyormuş ve dolayısıyla benden bilgi almak istemiş. Nereden bilsin o soruyla bana bir nevi “Papa’nın vekili” muamelesi yaptığını…

“Din böyle bir şeydir, adamın aklını berbat eder” diyemedim. Zaten bu söze gerek olduğunu da sanmıyorum; zira Mao’nun Dalai Lama’ya “Çok zeki bir adamsın ama din senin aklını zehirliyor” dediğini burada neredeyse herkes bilir.

Sonunda, “Bir dine inansaydım, o Taoizm olurdu” diye mesajımı doğrudan ve açıkça ileten bir cümle kurdum. “Ben Taoistim” dedi gözleri gülerek. Böylece, “emperyalist beyaz adamın dininin” Çin’de ne aradığı ve aradığı o şeyin Çinlilerin hayrına olmadığı konusunda fazla konuşmaya gerek kalmadan anlaştık. Bir eski zaman “anarşisti” olan Tao efendimiz bize doğru yolu gösterdi… Buraların devlet felsefesi ve dini Konfüçyüs öğretisidir desem yanlış olmaz. Çok özet olarak, Konfüçyüs “Otoriteye saygı göster” der. Tao ise “Otoriteyi sorgula” der. Bu nedenle, buralarda son yıllarda devlet açısından makbul bir Tanrı sayılmaz.

Benzer bir kafa karışıklığını ben de Çin dinleri ile ilgilenmeye başladığımda yaşamıştım. Semavi dinlere göre formatlanmış aklım, insan akılını semavi âleme serpiştirmek yerine kendi varlığına-insana yönelten Çin dinlerini anlamakta zorlanmıştı. Şimdi bu dostum aynı şeyi tersinden yaşıyor. Neyse ki Tao efendimizin anarşist aklı onu kurtardı…

Çin’de son yıllarda türeyen bu misyonerlerin bazıları Hong Kong’da doğup büyümüş beyaz adamlar. Fakat çoğu HK’a üniversite eğitimi için gelip bir şekilde yolu bu adamlarla kesişen ve onların rahle-i tedrisinden geçip bir Hıristiyan-misyoner olarak yetiştirilen Çinli gençler. ÇKP bu adamlara hiç iyi gözle bakmıyor. Faaliyetlerine şimdilik ses etmese bile, ben sonlarını iyi görmüyorum.

Çinli Müslümanlar bu misyonerlerin korkulu rüyası olmuş. Kendi bölgelerinde faaliyet yürütenleri “bir şekilde” kaçırmışlar. Velhasıl, misyonerler, kendi canlarını kurtarmak uğruna, o bölgelerdeki günahkârlar kulların ruhunu kurtarma vazifesini Tanrı’ya iade etmişler.