Tarih öncesi hayvanlara ait yeni gelişmeler

Dr. Pedram Türkoğlu - @PedramTurkoglu

Paleo… Türkçe “antik” anlamına gelen Grekçe palaios’tan türetilmiş bir kelime. Bilimde paleobiyoloji (antik canlı bilimi), paleozooloji (antik hayvan bilimi) ve paleontoloji (antik varlık bilimi) gibi dalların isimlendirilmesini sağlamıştır. Çalışmaları sayesinde 19. yüzyılda “Paleontolojinin Babası” olarak nitelendirilen Georges Cuvier ve ardından William Buckland tarafından ilk dinozorun tanımlanması ile başladığı kabul edilen antik hayvanlara olan merak serüveni günümüzde olağanüstü bir hızla ilerlemeye devam etmektedir.  

Elbette ki insanlığın milattan sonraki ilkin zamanlarında tarih öncesi hayvanlara ait kalıntılar dikkat çekmekteydi. Lakin Doğu Asya’da onların ejderha kemikleri olduğuna; Avrupa’da ise kutsal kitaplardaki devlere ait kalıntılar bulunduğuna inanılıyordu… Modern zamanlarda gelişen teknoloji, bilimsel düşünce külliyatı ve kolektif çalışmalar sayesinde onların aslında yaşamış antik hayvanlar olduklarını biliyoruz ve gerçekte nasıl göründüklerine dair veriler elde edebiliyoruz. 

Bilinen eski deri fosili keşfedildi 

Current Biology dergisinde yayımlanan makaleye göre ABD’nin Oklahoma eyaletindeki bir mağaranın fosil yatağında, türü tanımlanamayan bazı amniyot derileri ile birlikte 289-286 milyon yaşında ilkin sürüngen derisi tespit edildi. Erken Permiyen’de yaşamış, dönemin yaygın sürüngenlerinden biri olduğu düşünülen Captorhinus aguti isimli bir türdür kendisi. Aynı bölgede bulunan başka bir fosilde günümüz kertenkelelerde olduğu gibi kuyruk bırakma (kaudal ototomi) izlerine bile rastlanmıştır! Deri yapısının timsahlar ile benzerlik gösterdiği, bunun karasal yaşama uyum sağlayan bazı ilkin amniyotların adaptasyonu olabileceği düşünülmektedir. Deri demişken, meşhur non-avian (kuş olmayan) dinozor cinslerinden biri olan Allosaurus hakkında da güncel deri izlerine rastlandı. Çene kemiğinin üzerindeki deri fosillerine göre 1-2 mm çapında pullar mevcuttu. Aynı zamanda boynun ön bölgesine ait deri kalıntılarında büyük pullar olan geniş plaklar (scute) fark edildi. Henüz bilimsel anlamda tanımlanmamış olsa da kafatasına ait deri izleri de rapor edilmiştir. Düşünün, eskiden çoğu dinozorun derileri bile bilinmiyorken, şu an bazı dinozorların tüyleri ve hatta renkleri bile bilinmektedir! 

Jurassic Park’ın başrolü Tyrannosaurus rex 

Şüphesiz halk arasındaki en ünlü non-avian (kuş olmayan) dinozordur. Aynı zamanda bilim camiasında en çok çalışılmış ve hakkında araştırmalar yapılmış dinozor türüdür. Uzun yıllardır Tyrannosaurus cinsindeki tek türün neden Tyrannosaurus rex (T. rex) olduğu tartışılmaktaydı. Birkaç sene önce Tyrannosaurus rex dışında Tyrannosaurus imperator ve Tyrannosaurus regina isimli 2 yeni tironozor türünün mümkün olduğunu savunan bir makale yayımlandı. Üstelik bu çalışma, Jurassic Park'ın yapımına da katkı sağlamış paleozooloji ve paleosanat alanında önemli bir isim olan Gregory S. Paul ve ekip arkadaşları tarafından yayımlandı. Ne yazık ki bu argüman, hem kendisine olan ön yargı hem de çalışmada tartışmaya açık olan boşluklar nedeniyle bilim insanları arasında pek desteklenmedi. 

Ta ki 11 Ocak 2024 tarihinde Sebastian G. Dalman ve ekip arkadaşları tarafından Scientific Reports dergisinde yayımladığı yeni çalışmaya kadar. Söz konusu makaleye göre Tyrannosaurus rex’ten önce yaşamış Tyrannosaurus mcraeensis isimli ikinci bir tür daha vardı! Üstelik bu seferki veriler oldukça sağlam ve tartışmaya daha az yer bırakmaktaydı. İlginç kısmı ise T. rex’in hem zamanının öncesinde hem de coğrafyasının dışında yaşıyordu. Oldukça güneyde yaşadığı için büyük otçullarla birlikte türleştikten sonra kuzeye göç etmiş olması olası. Zaten ilginçtir tironozorgillerde T. rex’in birçok yakın akrabası, kendisinin aksine Amerika kıtasında değil Asya kıtasında bulundu. Bu da Doğu Asya’dan Batı Amerika’ya göç etmiş olabileceklerini düşündürmektedir. Tironozorların yaralı veya hastalıklı fosillerinden tutun neredeyse bütün iskeletlerine kadar pek çok fosil kaydı bulunmaktadır. Bu repertuvara yeni bir hamile tironozor da eklendi! Barbara isimli ayağı kırık olduğu tespit edilen tironozor iskeletindeki analizler sonucu hayvanın ölmeden önce gebe olduğuna dair veriler elde edildi. Söz konusu kemikler incelendiğinde, günümüz kuşların yumurtlama döneminde kalsiyum deposu olarak işlev gördüğü bilinen medüller genişlemeye benzer bir genişlemenin tironozorun uzun kemiklerinde var olduğu tespit edildi. Dolayısıyla hayattayken gebe olduğu ihtimali yüksek. Yalnız, bilinen ilk gebe tironozor olmaması bir hayli şaşırtıcı. Günümüze kadar tespit edilen “olası gebe tironozorlar” arasından üçüncü sırada! Omurgalı paleozoolojisi hakkında sahip olunan bu külliyat gerçekten muhteşem. Barbara, erkek bir tironozor fosili olan Peter ile birlikte Yeni Zelanda’nın Auckland Müzesi’nde sergilenmek üzere yola çıktı. Tarihte ilk kez bir “çift” tironozorun bir müzede sergilenecek olması ayrı heyecan verici. Tarih öncesinde yaşamış bu hayvanların aslında film canavarlarından ibaret olmadıklarını, tıpkı günümüzdeki hayvanlar gibi yaşamsal faaliyetlerini sürdürdüklerini bilmek onlara olan bakış açımızı değiştirecektir diye umut ediyorum. Bu merak serüveni boyunca öğrendiğimiz bilgiler aynı zamanda doğaya ve kendimize olan bakışımızı da şekillendirecektir. Zira “gerçeği aramak, onu elde etmekten daha kıymetlidir”.