Dünyada ciddi bir enflasyon endişesi yaşanıyor. Hiçbir ülke yerel parasının güçsüzlüğünden ötürü enflasyon ithal etmek istemiyor. Böyle bir tehlikeyi hafifletmek için de faiz artışlarına gidiliyor.

Tersten kur savaşları

Küresel ekonomideki son gelişmelerle yeni bir terim dolaşıma girdi: tersten kur savaşları (reverse currency wars). İsterseniz önce yakın geçmişte kur savaşları ifadesinin kullanıldığı bağlamı bir hatırlayalım. 2010’da dönemin Brezilya Maliye Bakanı Guido Mantega kur savaşlarından, küresel finansal kriz sonrası başta ABD neredeyse tüm belli başlı ülkelerin faiz indirimine gitmeleri, piyasalara likidite pompalanması, böylelikle paralarının değer yitirip, dış ticarette rekabet güçlerini artırma hamleleri bağlamında söz etmişti.

Daha sonra ABD’nin sürekli dış ticaret açığı verdiği Çin’i, yuanı düşük tutarak avantaj sağlamakla suçlamasıyla kur savaşları polemiği kızıştı. 2013’te G-20 ülkeleri sonuç bildirgesinde rekabet gücünü artırıcı devalüasyonlardan kaçınılacağı taahhüdüyle tartışma biraz yatışmıştı.

Şimdi ise tüm dünyada ciddi bir enflasyon endişesi yaşanıyor. Bu nedenle hiçbir ülke yerel parasının güçsüzlüğünden ötürü enflasyon ithal etmek istemiyor. Böyle bir tehlikeyi hafifletmek için de faiz artışlarına giderek, paralarını güçlendirmeye çalışıyorlar.

FAİZ ARTIŞLARI REVAÇTA

Amerikan Merkez Bankası (Fed) geçtiğimiz hafta politika faizini 50 baz puan yukarı çekip, önümüzdeki iki toplantıda da faizleri aynı miktarda artıracağını beyan edince ABD doları son 20 yılın en yüksek düzeyine sıçradı. İngiltere Merkez Bankası da ekonominin durgunluğa sürüklenmekte olduğunu itiraf etmesine karşın, yine de 25 puan faiz artışına gitti. Ukrayna savaşından en fazla etkilenmesi beklenen avro bölgesinde de dolar/avro paritesi 1,05’e kadar geriledi, 1’e kadar düşeceği beklentileri güçlendi.

Dünyanın ekonomik büyüklüğüne oranlayınca, döviz piyasalarında en fazla işlem gören parası İsviçre frankı da değerlenmeyi sürdürüyor. Ülkenin para otoritesi İsviçre Ulusal Bankası, yıllardır izlediği frankın değerlenmesine izin vermeme stratejisini terk etmiş, müdahalede bulunmayarak enflasyonu törpüleme kaygısını ön plana almış görünüyor. Sadece, yıllarca deflasyon, yani enflasyonun yapısal anlamda düşme sarmalına girmesi korkusu yaşayan Japonya fiyat artışlarına karşı bir önlem almama yolunu seçiyor, Japon yeni de 70`lerden bu yana en düşük düzeyinde bulunuyor.

GOÜ’LER ZOR DURUMDA

Türkiye’nin de arasında bulunduğu yükselen ülkeler grubunda ise, dolar cinsi borçların ağırlığı nedeniyle alarm zilleri çalıyor. Özellikle şirketler kesiminin döviz borçları endişe konusu oluyor. Bu durum gelişmekte olan ülkelerden (GOÜ) yatırımların kaçmasına yol açıyor. Sermaye çıkışlarını engelleme çabası, söz konusu ülkelerin faiz artışlarına gitmesini getiriyor.

Önceki krizlerden farklı olarak, GOÜ’lerin döviz rezervleri bugün göreceli daha güçlü. Brezilya ve Arjantin gibi bazı emtia üreticisi ülkeler ise yükselen küresel enflasyondan döviz gelirlerinin artışı nedeniyle daha az olumsuz etkileniyor.

Ancak geriye dönüp baktığımızda metropol kapitalist ülkelerdeki faiz artışları dalgasının genellikle küresel durgunlukla sonuçlandığını, 80’lerin ve 90’ların başında görüldüğü gibi GOÜ’lerde de borç krizlerini tetiklediğini biliyoruz. Bu kez de, Güney ülkelerinin Amerika’nın hapşırmasıyla nezle olacağını düşünmek için pek çok neden bulunuyor.

GÖSTERGELER ALARM VERİYOR

Gelgelelim Türkiye’ye; tüm bu küresel gelişmelere karşı hiçbir önlem almadan, yüzde 70 tüketici enflasyonu ortamında yüzde 14 politika faiziyle bütün olanaklarını döviz kurunu tutmak için seferber etmiş, bıçak sırtında bir ekonomi manzarasıyla karşı karşıyayız.

İsterseniz son verilerle durumun ciddiyetini bir kez daha sergilemeye çalışalım:

Merkez Bankası (TCMB) rezervleri 41,5 milyar doları altın olmak üzere 106,9 milyar dolar düzeyinde seyrediyor. Net uluslararası rezervler -15,4, swap sonrası net döviz pozisyonu ise -47,6 milyar dolar.

Son açıklanan verilere göre kur korumalı mevduat (KKM) hesaplarında 782 milyar lira var. Bu son kurlar üzerinden 52,3 milyar dolara denk geliyor. Ancak dövizlerin bozuluşu sırasındaki kurların ortalama daha düşük olduğunu göz önüne alarak 55 milyar doları aşan bir döviz mevduatının KKM’ye geçtiğini düşünebiliriz. Buna karşın TCMB brüt rezervlerin artmak bir yana dursun, 2021 sonundan bu yana 22 Nisan haftası itibarıyla 3,1 milyar dolar azaldığını görüyoruz. Altın rezervlerindeki artışın ons fiyatlarının yükselmesinden kaynaklandığı varsayımı altında brüt döviz rezervlerindeki gerileme 6,5 milyar doları buluyor. Bu rakamlar reeskont kredilerini ve ihracat dövizlerinin yüzde 25`inin devrini de göz önüne alınca. arka kapıdan döviz satışı iddialarını destekliyor.

Döviz mevduatlarına gelince; gerçek kişilerin döviz mevduatlarında 2021 sonuna göre 7,6 milyar dolarlık, tüzel kişilerin hesaplarında ise 11,2 milyar dolarlık bir artış gözleniyor. Bu da KKM’ye geçişlere karşın, aynı mevduat sahiplerinin ve/veya yeni tasarrufların dövize yöneldiğine işaret ediyor.

Nisan ayı Kamu Borç Yönetimi Raporu’na göre Mart 2022 sonunda Hazine’nin toplam 3.109 milyar lira borcu var. Bu borcun zaten 1.626 milyar lirası, yüzde 52,9’u dış borç. 431 milyar lirası, yüzde 13,9’u döviz cinsi iç borç. 368 milyar lirası, yüzde 11,8’i TÜFE’ye endeksli; 222 milyar lirası, yüzde 7,1’i değişken faizli borç. Geriye kalan sadece 426 milyar lira, toplamın yüzde 14,9’u lira cinsi sabit faizli borç. Diğer bir ifadeyle, Türkiye’nin kamu borcunun yüzde 85’i ya dövize ya da faiz ve enflasyona endeksli. Özetle kamu tüm finansal risklere açık durumda.

5 Mayıs’ta açıklanan verilere göre, 2022 Nisan ayında ihracat 23,4 milyar dolar, ithalat 29,5 milyar dolar olarak gerçekleşti. Böylelikle dış ticaret açığı aylık 6,1 milyar doları, Ocak-Nisan döneminde toplam 32,5 milyar doları buldu. Almanya başta gelmek üzere başlıca ihracat pazarımız AB ülkelerindeki ekonomik yavaşlama da göz önüne alınırsa, yılın ilk iki ayında 12.6 milyar dolara ulaşan cari açığın yıl sonunda 40 milyar doları aşması kaçınılmaz görünüyor.

Daha birkaç ay önce ekonomi yönetiminin döviz kurlarına yol vererek, “Çin Modeli” kalkınma modelini savunduğu gözleniyordu. Bugün ise, o günkü söylemler rafa kaldırılıp tüm ekonomi daha büyük bir sarsıntıyı engellemek için döviz kurunu zaptetmeye odaklanınca, reel efektif döviz kurunun belirgin biçimde değerlendiği görülüyor. Aralık 2021de 47,72’ye kadar düşen, TÜFE bazlı reel efektif kur bugün 57,05’e fırladı. Daha anlaşılır bir örnek olması bakımından, 2021 sonunda avro kuru 14,87 lira idi. Bugün ise 15.76 lira. Yani sadece yüzde 6’lık bir artış gerçekleşti. Buna karşın yıl başından bu yana tüketici enflasyonu yüzde 31,71 arttı.

Haliyle ihracatçının fiyat kırarak ihracatı artırma marjı kalmadı. Buna karşın ithalatçılar döviz kurunun bir noktada kalamayacağı düşüncesiyle siparişlerini öne çektiler. Tüm, “ihracatta rekor” bübörlenmelerine karşın. gerçekte ödemeler dengesi sorunları giderek ağırlaşıyor.