“Sosyolog Irwin Goffman tarafından geliştirilen toplam kurum kavramı dört ana özellik etrafında tanımlanmaktadır; i) toplumsal yaşamın tüm alanları arasındaki sınırların kaldırılması ve ayrım gözetmeksizin tek bir otoritenin kontrolü altına girmesi, ii) yönetilen kesimin tüm etkinliklerinin herkesin gözü önünde cereyan etmesi, iii) otoritenin yönetilenlerin yaşamını ve genel işleyişi katı kural ve rutinlere bağlaması, iv) tüm etkinlik ve işleyişin otoritenin tasarladığı bir büyük plan ve amacın parçası olarak kurgulanması ve gerçekleştirilmesi.

Bu özellikleri çerçevesinde, toplam kurumun tanımladığı nüfus üzerinde, kurumsallaşmış despotluk ve zor yoluyla, iktidar üretme aracı olduğunu söyleyebiliriz. Bu tür bir sistem yönetilenleri, haklarından arındırırken, yaşamlarının tüm alanlarını kapsayacak biçimde, sürekli gözetim altında yaşamak durumunda bırakır. Sistem, itaatsizliği şiddet ve yoksun bırakmayla cezalandırılırken, sadakat küçük ve düzensiz ödüllere konu olur....
Bugün medya kuruluşlarından yargıya, üniversitelerden askeri alana mevcut iktidar yumağının isteği, tek bir mantık ve sesin bu kurumlara hâkim olmasıdır; o da iktidarın kendi sesi ve mantığıdır. Tam da bu nedenle, iktidar çevreleri, en tepedekinden en deredekine, bu mantığın dışından konuşan herkesi, standart biçimde, ya ideolojik-siyasi, ya da yıkıcı olmakla suçluyor. Suçlamaları soruşturma ve davalar izliyor. Sadakat gösterenlerse, konumlarına göre, siyasi-idari pozisyon, ucuz kredi, yoksulluk yardımı, kömür ve yiyecek paketleriyle ödüllendiriliyor.
Bütün bu örnekler iktidarın, ciddi biçimde, Türkiye’yi bir bütün olarak toplam kurum olarak görmek istediğine işaret ediyor.
Bu gerçekleştirilebilir bir hedef midir sorusuna yanıt vermek için, önce toplam kurum uygulamasının mümkün olduğu durumlara bakmakta yarar var. Goffman, modern toplumun toplam kurumlarına bir dizi örnek veriyor; askeri birlikler, akıl hastaneleri, hapishaneler, toplama kampları, manastırlar.
Verdiği çok sayıdaki örneğe karşın, Goffman toplam kurum modelini, üzerinde uzun süre çalıştığı akıl hastanesi üzerinden geliştirmiştir. Daha sonra, benzer bir yaklaşımla, ünlü düşünür Foucault, bir toplam kurum olarak, hapishanelerde iktidar ilişkilerinin nasıl işlediğini inceler. Diğer bir anlatımla, toplam kurumlara en iyi iki örnek olarak, akıl hastaneleri ve hapishaneler öne çıkmaktadır.
O zaman soru şu; her şeyin tek bir odaktan ve tek bir mantıkla kontrol altında tutulduğu bir modeli akıl hastanesi ve hapishanede kurarsınız da, sınırları içinde yetmiş üç milyon insanın yaşadığı 814.578.000.000 m2’lik bir alan bir toplam kuruma dönüştürülebilir mi?
İşte tam da bu soru çerçevesinde, akıl hastanesi ve de hapishane örneklerini hatırlamak önemli. Çünkü tüm uyarılara gözlerini kapatıp, bütün ülkeyi bir mutlak kurum olarak “düşleyen” iktidarın bu çabası ya bir suça, ya da bir akıl sağlığı sorununa işaret ediyor.
Öte yandan, bu akıl tutulması ortamında, iktidarın bu çabası başarıya ulaşırsa, işte o zaman, akıl hastanesi/hapishane melezi toplam Türkiye’ye hoş geldiniz.”

Bu yazıyı bundan yaklaşık altı yıl önce BirGün’de yine bu köşe için yazmıştım. O günden bugüne iktidar, ülkeyi bir bütün halinde toplam kuruma dönüştürmek için bir hayli mesafe kat etti! Bugünlerde, “imzacı öğretim üyeleri” vesile yapılarak, üniversitelerin üzerine toplam kurum tabelasını asma denemeleri yapıyorlar. Bu çaba kuşkusuz yeni değil; üniversitelerin yönetim yapılarına toplam kuruma dönüştürme yönünde önemli müdahaleler geçtiğimiz dönemde yapılmıştı. Öğrencilerden sonra şimdi öğretim üyelerine, aynı mesaj en güçlü biçimde gidiyor. “Burası bir toplam kurumdur. Ayağını denk al”!

İktidarın her yeri bir toplam kuruma dönüştürme stratejisinin altını bir kez daha çizme ihtiyacı duymanın gerisinde önemli bir neden var; toplam kurumlar diğer toplumsal ortamlardan farklı olarak, insanların kendi yaşamları üzerinde sınırlı kontrollerinin olduğu yerlerdir; çünkü bu kontrolü sağlayacak, kaynaklar, güç ve statü ellerinden alınmıştır. O yüzden, bu tür kurumlarda direnmek, muhalefet etmek her zaman daha zordur; toplam kurum tabelalarının sayısı arttıkça direnmenin, muhalefet etmenin imkanları da büyük ölçüde ortadan kalkar.
Kaynağınız, gücünüz ve statünüz “yerindeyken” direnmezseniz, onlar yokken nasıl direneceksiniz? O yüzden bugün üniversitelerin baskılar karşısında sergilediği onurlu duruş hem kendi statüsünü koruması açısından, hem de bu tür kaynakları sınırlı kesim ve kurumlar için son derece yaşamsal.
Öbür türlü ya tutsak olacağız, ya da “deli”!