Burada, Trump’ın Çin ile kurduğu ilişkinin/dış politikasının ABD devlet aklının istediği ilişki olmadığı üzerine son zamanlarda epeyce düşünce dile getirildi. Söylenenleri şöyle özetleyebilirim: “Ticaret savaşları olarak anılan ve ekonomik yaptırımlarla ABD hegemonyasına boyun eğdirmeyi hedefleyen politikanın Trump ve çevresindeki bir avuç bağnaz ve fanatik cahilin patolojik tercihinden ibaret olduğu düşünülüyor. Bu süreç, Çin’e önemli zarar vermediği gibi, Trump’ın umduğunun aksine sonuçlar üretiyor: ABD’yi yalnızlaştırıyor ve hegemonyasındaki zayıflamayı hızlandırıyor.

Trump (ve Trumpgiller) bugüne kadar daha iyisi olmadığı vazedilen batı demokrasisi (Çin’e göre “liberal demokrasi”), hukuk, insan hakları, diplomasi vs gibi kapitalizmin siyasal kurumlarını da tahrip ediyorlar. Böylece, kapitalizm-emperyalizmin kendini yeniden üretebilme, restore edebilme araçlarını da işlevsizleştiriyor ve değersizleştiriyorlar. Dolayısıyla, etkisizleştirilmedikleri takdirde kapitalist sistem içinde ağır bir yıkıma neden olmalarının kaçılmaz olduğu düşünülüyor. Küresel kapitalizmin mülk sahibi ABD devlet aklının Trump’ı (diğer Trumpgilleri) bitirme kararı almış olma olasılığının yüksek olduğuna dair bir kanı var.

Trumpgiller, hepimizin bildiği gibi, saygıyı hak eden insani vasıflara sahip gelişmiş kişiler değiller. Onları öne çıkaran şey, ağır kibir, mutlak onay ve itaat bekleyen zorbalık, hukuk-kural tanımaz haydutluk gibi kötücül özellikleri. Bunların yanı sıra, son derece sıradan-çapsız, özgüvensiz, ödlek, cahil, ağır yalancı, demagog, lümpen, dürtüsel davrandıkları için sürekli yeni sorunlar üreten döküntüler olmaları da ortak özellikleri.
Ukrayna dosyasıyla başlayan Trump’ın azil sürecine başka dosyaların da eklenmesi beklenmeli. Pek kimsenin dikkatini çekmese de, New York mahkemesinin Halkbank dosyasını tam bu zamanda açmış olması anlamlı görünüyor. Bu dosyadan Trump’ı suçlayacak ve daha fazla köşeye sıkıştıracak bir şeyler çıkma olasılığı yüksek.

Ekonomi ve dış politikaya giriş

Herkesin bildiği gibi, RTE, büyük bir iktisatçıdır; hem de olgular arasındaki neden-sonuç ilişkisini “netice-sebep ilişkisi” olarak tersinden okuyacak kadar… İlmi açıdan eşsiz değerdeki bu keşif/katkı en az “Dört bacağı da koparılan pire sağır olur. Dolayısıyla, zıplayamamasının nedeni ‘zıpla’ komutunu duyamamasıdır” diyen büyük ilmi bulgu kadar değerlidir. İktisat ilmi haddini bilse, tersinden okunan bu “ilmi hakikat” fukara milletlerin iktisadi hayatını çoktan değiştirmiş olurdu. Yakın çevre ve yanaşmaların iktisadi durumunun nasıl değiştiği görülünce, “O netice”nin (en son Haydarpaşa Garı ihalesinde olduğu gibi) nelere “sebep” olduğu açıkça anlaşılıyor. Yani girişteki mevzunun bir bilimsel ilkeyi tepetaklak görmek gibi bir bağnazlıkla ilgisi yok. Sorun, gerçeğin o “Büyük Fantastik Faiz-Enflasyon Kuramı” ile inatlaşmakta ısrar eden had bilmezliği…

Büyük bir iktisatçı olmasına rağmen, ekonomi ve dış politika-diplomasi alanı ile ilgilenmediği hepimizin malumu. İlgilenmiyor; çünkü (1) ekonomi denen yarı varsayım yarı spekülasyon bir alanla ancak kasaba zahirecisi ve kasaba komisyoncusu “işbitiriciler” ilgilenir. Ne mal olduğu zaten Türkçe bir kelime olmasından da belli. İyi bir şey olsa ya Arapça ya da Osmanlıca olurdu. 2) Dış politika-diplomasi denen şey ise zaten (bütün dünyada) verilen her kararda, atılan her adımda hem kendini hem de ülkeyi daha beter bir belaya bulaştıran, daha fazla köşeye sıkıştıran bir öngörüsüzlük, çapsızlık, haddini bilmezlik, hayalperestlik demek. Büyüklerden sopa yiye yiye haddini öğrenmek, boyunun ölçüsünü almak diye özetlenebilecek bir alanın neresi ilgilenmeye değer ki? Dünyanın gözü önünde madara edilmek de işin bonusu.

Yine de insanın “O büyük iktisatçı keşke ekonomiden de birazcık olsun çaksaydı” diyesi geliyor. O zaman, “paraşütsüz düşen birini uçtuğuna ikna etmeye çalışmaktan” ibaret olan ekonomi verilerini hemen fark ederdi. Ekonomi, özellikle enflasyon verileri, burada bile alay konusu oluyor. Bir iktisatçı dostum “Kibirli yeteneksizlerin yarattığı yalan mucizesi” diye dalga geçti. Ardından da şu üç şaşmaz kuralı hatırlattı: (1) Ekonomi, onu bitireni (iflasa sürükleyeni) mutlaka bitirir. (2) Din ile ambalajlanmış bile olsa, yalanın ekonomik değeri yoktur. Dolayısıyla, yalan/yalan veri üreterek ekonomi iflasın eşiğinden kurtarılamaz. (3) Geçim derdine düşmüş, açlık sınırına her gün daha fazla yaklaşan veya o sınırda/altında yaşayan, çocuklarının yarınından korkan büyük çoğunluğu hiçbir felaket masalı -ne kadar yalana bulanmış olursa olsun- bu kaygılarından uzaklaştıramaz ve kendilerine o sefaleti yaşatandan hesap sorma isteğini engelleyemez.

Ekonomiden çakmanın, birçok faydasının yanı sıra, müzik bilgisi ve zevki üzerinde de olumlu etkileri vardır. Artık kabak tadı veren (ve iki kez biten: 31 Mart ve 23 Haziran) bir şarkıyı zorla dinletmeye kalkıştığında, insanların ağzında bir çürük sakız tadı oluştuğunu bilmeni sağlar. Toplumu biraz dikkatle dinlersen, “Bu şarkı burada bitti. Anla artık” dediklerini bile duyabilirsin.