Öncelikli olarak aslında verimli bir sezonun başlangıcındayız, çok sayıda sanat eseri olarak kabul edilmesi gereken film yapıldı.

YENİ SEZON BAŞLARKEN
Türkiye Sineması’nın genel sorunları…

Öncelikli olarak aslında verimli bir sezonun başlangıcındayız, çok sayıda sanat eseri olarak kabul edilmesi gereken film yapıldı. Bu filmlerin genel özelliklerine baktığımızda, belirli bir sorunla ve tarihle hesaplaşma var ve toplumumuz sinemasal olarak eleştiriliyor, tartışılıyor. Bu anlamda Türkiye’de genelde sanatlar içinde sinemanın toplumu resmetme, belirli bir muhalif kimlik ve aynı zamanda toplumu anlamak için diğer sanatlardan çok daha öne çıktığını görüyoruz. Aslında bu Türkiye için ve sanatımız için yeni bir durum.

Eğer tarihimizde gerilere gittiğimizde, edebiyatın, şiirin, tiyatronun farklı tarihsel kesitlerde toplumu yansıtma, tartışma ve hatta muhalefete öncülük etme aşamalarında öne çıktığını biliyoruz. Edebiyatımız 1980 darbesine kadar her zaman büyük bir ağırlık taşıyordu. Şiir ise başta Nazım Hikmet olmak üzere, 1950’li yıllardaki İkinci Yeni ve daha sonra ise 1970’li yıllarda giderek bir ağıta dönüşen söylemiyle özgün bir ses olmuştu. Günümüzde ne şairlerimizin böylesi bir ağırlığı var, ne de şiirin, edebiyat ise biçimsel aranışlar içinde genel planda kaybolup gitmiş durumda, bir toplumsal muhalefet ya da toplumun anlaşılması için güçlü bir damar özelliği yok. Tiyatro ise özellikle 1960-80 arasında gerçekten çok etkili bir sahneyi on binlerce seyirci ile paylaşıyordu. Hiç unutmuyorum, Dostlar Tiyatrosunun yirminci yılı için hazırlanan belgeselde söyleniyordu, darbeden önce Beyoğlu’nda bir gecede 39 farklı oyun sergileniyormuş. Bugün ne öylesine coşkulu seyirci, ne de tiyatronun hem metin düzleminde hem de sahneden seyirciye geçen anlamında böylesi bir enerjisi var. 1980’li yıllarda ise sinemamız tepetaklak gitmiş, Yeşilçam tükenirken, alternatif bir sinemanın ayak izleri ortalıkta yoktu. Yeni Dünya Düzenini sinemamızın defin töreniyle karşılamıştık.

Son on beş yılda ise sinemamız öyle bir çıkış yaptı ki tarihimizde hiç olmayan bir şeyle karşılaştık: hem Türkiye’de hem de dünyada kabul edilen bir akımımız var artık, sayısız yönetmen ve filmde belirli bir dünya görüşünden duyumsamaya, belirli bir estetik duruştan üretim sürecindeki ortaklıklara kadar bir akımı yüzyıllık tarihinde sinemamız ilk kez üretti.

Yakın Plan Yeni Türkiye Sineması adlı kitabımda bunun uzun öykülemesini yapmıştım. Kitabın tezlerinden birisi ise, sinemasal yaratıcılık ile hiçbir şekilde karşılaştırılamayacak biçimde özel olarak sinemada, genel olarak ise kültürün bütün alanlarında eleştiri kurumunun tam boy yıkılmasıyla karşılaştığımızdır. Yukarıda tarihimiz içinde belirli sanatların farklı dönemlerde öne çıktığını, toplumu incelemek, tartışmak için gündemde özel bir ağırlığını söylemiştim, eleştiri kurumuna geldiğimizde ise, aslında sanatsal üretimi de aşan bir tartışma platformunun 1980 darbesine kadar her zaman canlı kaldığını görüyoruz, kısa kesintilere rağmen. Oysa 1980 darbesinin en büyük marifeti, yine kitabın bir başka teziydi, genel olarak fikir ve kültür hayatını piyasaya bağlaması, bağımsız yazarlığın ve bağımsız yazarların hareket alanını yok etmesiydi, bunun en belirgin sonucu, toplumsal tartışmalarda yaşanan kısırlık ve mecranın yitirilmesi oldu. Türkiye’de hemen hiçbir bilimsel ve sanatsal alanda köklü bir tartışma olmuyor, eğer bir tartışma başlıyorsa, bu tartışma inanılmaz bir hızla düzey açısından irtifa kaybediyor, kaçınılmaz biçimde popüler kültürün içinde soysuzlaşıyor. Bu anlamda üretim süreciyle okuyucu arasında bir rehber işlevi görecek, okuyucuyu ya da seyirciyi yönlendirecek, onları bu eserlerin seçiminden yorumlanmasına ve hatta onlarda ilginin uyandırılmasına kadar asli işlevleri olacak bir tartışma platformumuz kalmadı. Bu da zaten kültürel hayat içinde belirgin biçimde yaşanan kör dövüşüne neden oluyor. Nitelikli eserler, gündemin cılız ve insanı yoracak denli yüzeysel yapısı içinde oto-kritik ve öz-bilgiyi üretecek anlamlandırma süreçlerinden uzakta kalıyor ve yalıtılıyor. Eleştiri kurumunun bir bütün olarak yıpranması bir anlamda kendimize dair ürettiğimizin hesabının verilememesi, aynı zamanda toplumsal bazda aşırı yaygın ve baskın bir ilgisizliğin doğmasına da yol açıyor. Bugün liseler bir kültür alanı olmaktan çoktan çıktı, üniversite kantinlerinde edebiyat tartışmaları ya da sanat akımları üzerine tartışma çoktan yol oldu. Öyle ki bizzat üniversitelilerin düzenledikleri partilerde, ya da eğlence merkezlerinde insanın irite olmadan duramayacağı en bayağı pop şarkılarını rahatlıkla duyabilirsiniz, aynı şekilde belirli bir eğitimden geçmiş insanın şaşırmadan izleyemeyeceği çiğlikteki filmler rahatlıkla ortak paylaşım nesnelerine dönüşebiliyor. Aslında gerçek şu: üniversiteli ile sıradan insan arasındaki kültürel plandaki ayrışma itinayla yok edilmiştir bu ülkede, kültür bir bütün olarak toplumla bağları koparılmış bir alan haline geldi.

Sinemamız yola çıkarken, ne kadar önemli film yapılırsa yapılsın, anlamlı ve uzun süreli bir tartışmaya yol açmadan, gündemden kaybolmaya adaydır, tartışma olmadığı sürece, bireylerin yalnızlaşmış ve yalıtılmış duygularını komünal hayata aktaramadıkları tepkileri ile yetinmek durumunda. Türkiye’de öyle sinema yazarları var ki yıllardır zaten sinema kitapları okumuyor, teorik olarak kültürle, tarihle, estetikle, toplumbilimle ilgilenen güzergâhtan geçmeyen yazarlar ise aşırı yoğunlukta, hayatın hızı karşısında hep gerideler. Zaten dağarcığında yeterince biriktirmemiş bir eleştirmen kitlesi, aslında tartışmadaki kısırlığın da varlık nedeni değil midir?

Bir de ilginç bir hastalık tablosu daha gelişti, eleştirmenlerin yazdıklarına karşı toplum nezdinde köklü bir ilgisizlik geliştikçe, kimi eleştirmenler “vurucu bir eleştiri” ancak işe yarar misali, söylemlerinde, sıfatlarında, hitap tarzlarında sertleştikçe sertleşiyorlar, kimi zaman da kantarın topuzu kaçıyor. Türkiye’ye gündem dayanmamasının bir sonucu olarak eleştiride genel olarak bir hırçınlaşma semptomu ortaya çıkıyor, sanki sert yazınca daha etkili olurmuş gibi. Kısır döngü, aynı yapının içinde kalınarak çözülemez ki!

Yeni bir dönem, yeni bir tartışma platformu, yeni sanat ürünleri, yeni bir izleyici: bütün bunların oluşması için, kolektif bir girişimden gayri tekil olarak yapılabilecek çok şey yok, yılların tekerlemesi gibi oldu, ama basit ve yalın bir gerçek, genel eğilimler ancak toplu direnişlerle değişikliğe uğratılabilir.