Uluslararası dijital platformda dizilere uyarlanan kitaplarıyla tanıdığımız Afşin Kum “Bilime olan inanç yıkıldığında bunun üzerine kurulu uygarlık ve barış da yıkılacaktır.” diyor.

Uygarlık ve barış için bilim şart
Emre Melemez, Afşin Kum ve Sümeyra Gümrah (Fotoğraf: BirGün)

Sümeyra GÜMRAH

Afşin Kum’un kalemiyle ilk tanışmam pandeminin ilk senesinde oldu. Ödüllü ilk romanı “Sıcak Kafa”yı okurken dişlerimin kamaştığı hissine kapıldığımı hatırlıyorum. “Biri nasıl böyle çabuk bir ‘pandemi’ romanı yazabilirdi?” Oysa kitabın ilk basım tarihi 2016 idi. “Sıcak Kafa” okuyucuları romanın uluslararası bir platformda dizi olacağını duyduklarında eminim şaşırmadılar. Yapmasalardı ayıp olurdu. Kübra da şaşırtmadı.

Bilgisayar mühendisi, yazılımcı, proje yöneticisisiniz. İlk romanınız ödül alıyor, uluslararası dijital platformda dizi oluyor. İkinci romanınıza da talip çıkıyor. Afşin Kum bu kez öykülerinden oluşan “Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru” isimli kitabı geçtiğimiz kasım ayında okuyucuyla buluştu. Bu hikâyelerin insanlarla buluşma serüveninin diğer iki kitaptan farklı olacağını düşünmüyorum. Tüm bu kitaplar üzerine sorulacak sonsuz sorular varken biz sohbete başka bir yerden girdik. Kum’un her iki kitabına sesli kitap dünyasında hayat veren Emre Melemez de bize eşlik etti.

Nasıl bir yazarsınız? Gelişine mi yazıyorsunuz, matematiği var mı?

Sinema üzerine yüksek lisans yaptım, orada senaryo dersi de aldım. Senaryonun matematiği Antik Yunan tiyatrosundaki üç perdeli yapı üzerine kurulmuş. Bu yapı tüm hikâyeler için geçerli çünkü zaten hikâye anlatımının doğal akışında mevcut. Edindiğim bu teorik bilgiyi yazarken kullanıyorum. Fakat özellikle edebiyat söz konusu olduğunda böyle şeyleri insan daha çok hissederek buluyor. İskelete uymadığını bildiğim halde yazmak istediğim birçok şey olabiliyor. Bana sağlam, güzel ve doğru görüneni yapıya aldırmadan ekleyebiliyorum. Edebiyat senaryoya nazaran bu konuda serbestlik tanıyor. Hangi yapının, neyin doğru olduğunun bir önemi kalmıyor. İşin teorisini bilmenin faydası elbette büyük. Fakat bana göre birçok yazar bu teorilerden habersiz yazdı ve o teorinin kurulmasına katkıda bulundu. Buna eminim.

“Kırk Üçteki Traktör Yağmuru’ndaki cümlelerin sadeliği ve yalınlığını çarpıcı buldum. Kısa, net cümleler.

Bir fikri iletmeye çalışıyorsam onu açık şekilde anlatmaya çalışıyorum. Aynı zamanda aralarda edebiyata lezzetini katan bi çok başka numara da var.

Nedir o numaralar?

Metaforlar, edebi sanatlar, dilsel ahenk… Özellikle aliterasyonu incelikle yerleştirmeyi seviyorum. Fakat okuyucunun ilk karşılaştığı açık bir metin oluyor.  Kübra’da bir sahne var. Yazılımcı Deniz, Gökhan’ın aklının başına geleceği umuduyla ilk kez ona Kübra’nın kimliğini açıklıyor. Fakat beklediği olmuyor, tam tersi Gökhan’ın inancı daha da güçleniyor. Deniz’in bunu duyduğu an şöyle anlatılıyor: “Yüzündeki tatminkâr tebessüm yerini sitrik bir sırıtışa bıraktı”. Başka türlü de yazılabilirdi ama orada seslerin tekrarının anlatıma tat kattığını düşünüyorum. Bunları okuyucunun gözüne sokmadan yapmaya çalışıyorum. Sanırım o akış ve dalgalanma hissini veren de bu tür detaylar olsa gerek.

İki kitabınız da uluslararası platformda dizi oldu. Yeni kitabınız da dizi olmaya aday. Formülü nedir?

Bu konuda bir girişimim olmadı. Yapımcılar bana ulaştı ve anlaştık. Yapım süreçlerine karışmadım. Sıcak Kafa’da bilerek dahil olmak istemedim. Kübra’da dahil olmak istedim ancak nasıl uyarlanacağı konusunda uzlaşmaya varamadığımız için sürecin dışında kaldım. Bir kez evet dedikten hem yasal hem de ahlaki açıdan müdahalede bulunmamanız gerekiyor. Değişmesini istemiyorsak uyarlama yapılmasını da istemeyeceğiz. Çünkü illa değişecek. Edebiyattaki özgürlük alanı orada yok. Hikâyenin büyük kitleye ulaşacak olmasının cazibesi ağır basıyor. İnsanlar projelerini nasıl kabul ettirebilirler bilemem. Bu bana biraz gökten zembille indi. İki kitabın da özgün ve güçlü fikirler üzerine inşa edilmiş olmasının bunda payı olduğunu düşünüyorum. Kitabın veya sunulacak senaryonun nasıl yazıldığından ziyade, fikir ve orijinallik yapımcıların ilgisini çekiyor.

Kübra yapay zekâyı anlatan bir hikâye mi?

Değil, kitabın esas cümlesi insanın yaratılışına dair. Yazarken aklımdaki izlek buydu. Amacım yapay zekâyı anlatmak, onun yüzünden yaşanabileceklere dair bir öngörüde bulunmak değil, nötr bir zekanın gözünden insanın yaratılışına bakmaktı. Burada sadece Gökhan’ın değişimini değil onun etrafındaki insanların da değişimini düşünmek gerekiyor.  Yapay zekâ bu insanların da değişim ihtimalini hesaplıyor. Bu da insana dair bildiğimiz ama rahatça itiraf edemediğimiz gerçeği, yani inancın rasyonel akıldan daha güçlü olduğunu ve konu iktidar olduğunda onun her zaman asıl araç olacağını anlatıyor.

Kırk Üçteki Korkunç Traktör Yağmuru’nda da inanç meselesi var.

Orada işin diğer yönüne, yani bilime olan inanç kısmına bakıyoruz. Bilim de inanç gerektiriyor. En azından her şeyin bilinebileceğine dair bir inançla bakmak gerekiyor. Baştan “bazı şeylerin asla bilinemeyeceği” varsayımıyla yola çıkarsanız bilimsel bilgiden de şüphe edersiniz ki böyle insanlar var. Birkaç yüzyıldır bilimin dünyayı değiştirme gücüne şahit olduk, hayatımız teknoloji sayesinde hiç olmadığı kadar değişti ve bu sayede bütün doğa olaylarının da makul şekilde açıklanabildiğini görüyoruz. Bu inanç yıkıldığında bunun üzerine kurulu uygarlık ve barış da yıkılacaktır. Öykünün temel varsayımı bu.

∗∗

SESLENDİRME EĞİTİM İSTER

Afşin Kum ile sohbetimiz sırasında sesli kitap dünyasında Kum’un kitaplarına sesiyle hayat veren Emre Melemez de bize eşlik etti.

Seslendirirken kim oluyorsunuz? Yazar mı? Kahraman mı?

Seslendirirken kimse olmuyorum. Hikâye nereye götürürse oraya gidiyorum. Seslendirdiğim kitaba dair ön okuma yapmıyorum. Bir okuyucu kitabı eline aldığında ne yaşıyor ve hissediyorsa aynı duyguyla okuyorum. Okurken karakterlerin her cümlesi ruhsal durumuna ve tipolojisine dair alt bilgi veriyor. Bu süreçte otomatik olarak o karaktere bürünüyorum. Hikâyeyi okuyup bilinçli şekilde kayda girsem heyecanı yitiririm, ortaya monoton bir şey çıkar. İlk elden bir okuyucu neler hissediyor, şimdi ne olacak diyorsa aynı aymazlıkla okuyorum.

Bunu iş kolu olarak düşünenlere tavsiyeleriniz nedir?

9 yıldır sesli kitap işindeyim, 27 yıldır oyunculuk yapıyorum. Oyunculuk, sahne emeğim ve çok iyi ustalarla çalışmış olmam etkili. Oyunculuk bir maraton, her an her şeyi öğrenmeye açık olmak, sürekli gözlem yapmak ve iyi bir okuyucu olmak gerekir. Yaptığım işin esbabımucibesi oyuncu olmam. Oyunculuk eğitimi almalarını, karakter tahlili ve çözümlemesi yapmalarını, diyafram ve ses kullanımına yönelik çalışmalarını tavsiye ederim. Oturduğunuz yerden kitap okuyorsunuz ve dinleyiciye sinematik bir evren sunuyorsunuz. Bu gerçek anlamda eğitim gerektiriyor.