Veli-Der, eğitim öğretim yılına ilişkin yayımladığı raporunda en çok çocukların ekonomik krizden etkilendiğini söyledi. Gerici kuşatmanın çocukları hedef aldığının da vurgulandığı raporda “ Laik, kamusal okul öncesi eğitim tüm çocuklarımızın hakkıdır. ÇEDES ve tüm protokoller iptal edilmelidir” denildi.

Kaynak: Haber Merkezi
Veli-Der: ÇEDES ve tüm protokoller iptal edilmeli
Fotoğraf: BirGün

Veli-Der 2022-2023 eğitim öğretim yılına ilişkin raporunu paylaştı. 

Raporda, ekonomik krizden en çok çocukların etkilendiği vurgulanarak “Yoksulluğun, zamların artışı ile beraber en az iki çocuğumuzdan biri açlığı, yoksulluğu yaşıyor. MEB’in TBMM’de açıkladığı verilere göre; ilkokulda 11 bin 654 öğrenci, ortaokulda 28 bin 421 öğrenci, lisede 240 bin 668 öğrenci örgün eğitim dışına çıkmıştır. Asıl gerçek ise çok daha vahimdir. Yoksulluğun derinleştiği her gün kitlesel okul terki yaşanmaktadır” denildi.

Eğitime ayrılan bütçenin de yetersiz olduğu vurgulanarak “1998’de eğitim yatırımlarına ayrılan bütçe %30,03 iken bu oran son 21 yıl süresince düşürüldü” ifadeleri kullanıldı. 

ÇEDES ve tüm protokollerin iptal edilmesi yönünde de çağrı yapılan raporda, “Laik, kamusal okul öncesi eğitim tüm çocuklarımızın hakkıdır. Zorunlu imam hatipleştirme, müfredat değişimi, okullaşma politikası, sınav sistemi değişiklikleri, tarikatlarla eğitimde yapılan protokol, iş birlikleri ile laik eğitim tamamen ortadan kaldırılmıştır. Son Milli Eğitim Şurası sonrası alınan kararla ise bu uygulamaların daha da ötesine geçilmiş, okul öncesi dini eğitim 4-6 yaş Kuran kurslarının yaygınlaştırılmasıyla 4 yaşa düşürülmüştür” denildi.

VeliDer’in açıklamasının tamamı şöyle:

"Salgın, zamlar, ekonomik kriz ve seçim sonrası daha da artan ekonomik kayıplarla birlikte artan yoksulluk en çok çocukları etkiliyor. Ücretsiz okul yemeğinin yalnızca okul öncesi eğitim ve taşımalı eğitimden yararlanan öğrencilerin devam ettiği pansiyonlu okullarda dağıtılacağı açıklaması çocukların yaşadığı gıdaya ulaşım sorununda bir algı yaratmanın ötesine geçmemekte ve yaşanılan beslenme sorununa çözüm olmaktan son derece uzaktır.
Yalnızca 2020 verilerinde dahi ülkemizdeki çocukların yüzde 44,3’ü yoksulluk ve açlıkla karşı karşıya bırakılmıştı. Açlık sınırı 9.814 TL’ye, yoksulluk sınırı 33.948’e ulaşmıştır. 10 milyon işçi asgari ücretle veya asgari ücret civarında çalışmaktadır. Yoksulluğun, zamların artışı ile beraber en az iki çocuğumuzdan biri açlığı, yoksulluğu yaşıyor.

Okullarda yetersiz ve dengesiz beslenme sorunu kadar önemli bir sorun olan sağlıklı içme suyuna erişimdir. Tüm okullarda, üniversitelerde tüm öğrenciler için ücretsiz yemek ücretsiz sağlıklı içme suyu uygulaması başlatılmalıdır. Açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan tüm çocuklara her ay düzenli maddi eğitim desteği verilmelidir.

"YOKSULLUK DERİNLEŞİYOR"

MEB’in TBMM’de açıkladığı verilere göre; ilkokulda 11 bin 654 öğrenci, ortaokulda 28 bin 421 öğrenci, lisede 240 bin 668 öğrenci örgün eğitim dışına çıkmıştır. Asıl gerçek ise çok daha vahimdir. Yoksulluğun derinleştiği her gün kitlesel okul terki yaşanmaktadır. 

2021-2022 eğitim öğretim yılında 570 bin 293 çocuk herhangi bir eğitim kurumuna kayıtlı değildi. Bu çocukların nerede olduğuna, ne yaşadığına ilişkin en ufak bir bilgi yok. Açık öğretim ortaokul ve liselerindeki öğrenci sayısı 1 milyon 738 bin 198 ile zirveye ulaştı. Mesleki eğitim merkezleri adıyla 9. sınıftan 13 yaşından itibaren mevzuatta haftanın 4 günü fiiliyatta çoğunlukla haftanın tamamı esnek çalışma koşullarında çalıştırılan çocuklar ise kâğıt üzerinde okulda gösterilip fiilen örgün eğitim dışına çıkarılmış öğrencilerin sayısı ise bir yıl içinde  %784 artışla 1 milyon 405 bine ulaşmıştır.

Evlenme, nişanlanma durumunda örgün eğitimle ilişikleri kesilir denilerek çocuk yaşta evlilikler yasallaştırıldı. Gerçeklerin üzerini örten açıklamalarıyla inandırıcılığı kalmayan TÜİK verileri bile gerçeklerin üzerini örtmeyi başaramıyor.2021’de yalnızca 16-17 yaş grubunda 14 bin çocuk resmi olarak çocuk yaşta ve zorla evlendirildi. TÜİK 2022 verilerine göre ise 15-19 yaş aralığında 856 bin öğrenci örgün eğitim dışına çıkmıştır. Bu çocuklarımızın 556 binini kız çocukları oluşturmaktadır.

Bu sayı buzdağının görünen yüzü bile değil. 6 yaşında “evlendirilen” H.K.G’nin davası devam ediyor. H.K.G cesaretle açıklamasaydı 6 yaşındaki çocuklara kadar uzanan bu karanlığı kimse bilmeyecekti. 

Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2021-2022 eğitim öğretim yılı okullaşma istatistiklerine göre ilkokulda 195 bin, ortaokulda 298 bin, lisede 373 bin kız çocuğu eğitimin dışındadır. Açık öğretimde okuyan kız çocuğu sayısını ise 636 bin 270 olarak belirten istatistikler, toplamda 1,5 milyonu aşkın kız çocuğunun eğitim sisteminin dışında bırakıldığını göstermektedir.

Çocuklarımız yoksulluktan kaynaklı okullarını kitleler halinde terk etmek zorunda bırakılmaktadır. Çocuklarımızın eğitim hakkı talebimize karşı yok denilen bütçelerin aslında olduğunu ancak bize ait olan halkın bütçesinin çocuklarımızın eğitim hakkından yana kullanılmadığını biliyoruz.

Örneğin mesleki eğitim merkezlerinde 9.10.11. sınıflarda olan çocuklara verilen asgari ücretin %30’u,12.sınıflardaki çocuklara verilen asgari ücretin yarısı olan rakamlar kamu kaynaklarından, bize ait olan kaynaklardan karşılanmakta, çocuklarımız bizim vergilerimizle bedava iş gücü haline getirilmekte ve okullardan koparılmaktadır.

Özel meslek liselerinin sahiplerine ise teşvik adı altında her yıl milyonlarca lira aktarılmaktadır.
TESK (Türkiye Esnaf ve Sanatkârlar Konfederasyonu) başkanı, “Bizim çıraklarımız çocuk işçi değildir, onlar ustalarından meslek öğrenen öğrencilerdir.” cümleleri ile son derece bilinçli bir şekilde çocuk işçiliğini meşrulaştırmaya çalışmaktır. Çocukların yeri organize sanayi bölgeleri, fabrikalar, atölyeler, marketler değil okullardır.

Son 21 yılda en az 888 çocuk çalıştırılırken iş cinayetlerinde yaşamını kaybetti. Geçtiğimiz hafta atölyede değil okulda olması gereken 13 yaşında bir çocuk Ankara’da  çırak olarak çalıştırıldığı oto tamir atölyesinde  üzerine yük asansörünün düşmesi sonucu yaşamını kaybetti. Ölümünün bir yakını onu aradığı için ancak 3 saat sonra fark edilmesi ise çocukların yaşamlarının yok sayıldığının ve esnek çalışma saatlerinin, koşullarının açık kanıtıdır. 
Mesleki eğitim verilen kurumlarda ve örgün eğitim dışına çıkarılan çocuklarımızın eğitim hakkı ellerinden alınmakta, bedava iş gücü haline getirilmekte aynı zamanda yaşam riski ile de karşı karşıya bırakılmaktadır. 2013’te meslek liselerinde okul ortamında ve işletmelerde 239 “iş kazası” yaşanmışken 2019’da bu sayı 2 bin 385 oldu. Ayrıntılı veri olmadığı için çocukların hangi “kazaları” yaşadıkları sonuçlarına ilişkin hiçbir açıklama, veri yok.

MESEM uygulamasına ve özel meslek liselerine verilen teşviğe son verilmeli,MESEM için ayrılan kamu kaynakları için ayrılan bütçe ve bugüne kadar özel meslek lisesi sahiplerine verilen ücretler geri alınarak bu rakamlar açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşayan ailelerin çocuklarına eğitim desteği/bursu olarak verilmelidir. Örgün eğitim dışına çıkarılan çocukların okullara geri dönüşü sağlanmalıdır.
 
"EĞİTİME YETERLİ BÜTÇE AYRILMALIDIR"

1998’de eğitim yatırımlarına ayrılan bütçe %30,03 iken bu oran son 21 yıl süresince düşürüldü. 

Eğitim yatırımlarına 2002’de MEB bütçesinden yüzde 17,18 pay ayrılırken 2023 yılı için eğitim yatırımlarına ayrılan pay 9,18’dir. 2022’de MEB bütçesinin merkezi yönetim bütçesine oranı %10,79 iken,2023 bütçesi mali bütçe kanun teklifi ile bu oran %9,64’e geriledi. 

Bütçedeki bu rakamlar ne olanakların daralması, ne de seçeneksizliktir, bir tercihtir. Ve bu tercih çocuklarımızın kamusal eğitim hakkından yana değildir. 
Eğitime yeterli bütçe ayrılmalıdır.

MEB verilerine göre deprem yönetmeliğinden önce inşa edilmiş okul sayısı 31 bin 307 ‘dir. Son on yılda yalnızca 5000 okula depreme dayanıklılık testi uygulanmış, bunların 1500’ü depreme dayanıklı olmadığı için yıkılmış, 2000 okul güçlendirilmiştir. 

Sadece İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Antalya gibi 10 büyük şehrimizde yıkılıp yapılmayan okul sayısı 234 tür. Bu okulların ihaleleri ödenek yokluğu gerekçesiyle iptal edilmiştir;ancak diğer taraftan özel meslek lisesi sahiplerine teşvik adı altında milyonlarca lira, 25 Mayıs 2022 tarihinde bakanlık bütçesinden yalnızca Maarif Vakfına 1 miyar 871 milyon lira aktarılmıştır ve 2023’te Maarif Vakfı’na 3,5 milyar TL kaynak öngörüldüğü MEB Denklik Yönetmeliği’nde yer alan değişiklikle açıklanmıştır.

Deprem gerçeğimiz son derece açıkken son yıllarda ülkemizin birçok yerinde ve deprem bölgesinde art arda depremler yaşanıyorken bu gerçek yokmuş gibi davranılmasını kabul etmiyoruz. Söz konusu olan milyonlarca yaşamdır. Okullar biz velilerin vergileri ile ayakta. Vergilerimizin bize ait olan kamu kaynaklarının güvenli eğitim hakkı, yaşam hakkı için kullanılmasını istiyoruz. 

Okullarda depremle ilgili önlemler bir an önce alınmalı, deprem riski nedeniyle yıkım kararı verilen okullarda güçlendirme değil yıkım kararı uygulanmalıdır.

Deprem bölgesinde salgında yaşandığı gibi öğrenciler ve öğretmenler yalnız bırakıldı. Depremde yaşamını kaybeden, yaralı olan, engelli olarak yaşamına devam etmek zorunda kalan, evlerini kaybeden barınma sorunu yaşayan öğrencilerin, öğretmenlerin sayısı dahi açıklanmadı.

Depremin yaşandığı ilk saatlerde enkazlardan yaşamların kurtarılmaya çalışıldığı dakikalarda dahi MEB’in gündemi sınavlar oldu. Merkezi sınavlar eğitimin piyasalaştırılmasının ve laik, kamusal eğitimin yok sayılmasının temel aracı. Salgında, depremde çocukların yaşamları, acıları pahasına sınavlardan vazgeçilmedi. Sınavlar iptal edilmedi. Her öğrencinin lisede istediği okulda, okul türünde eğitim hakkı, tüm üniversitelerde ek kontenjan hakkı ile ilgili adım atılmadı.

Evi yıkılan, hasarlı olan, barınma sorunu ve deprem travması yaşayan yüzlerce eğitim emekçisi varken deprem bölgesindeki eğitim emekçilerine koşulsuz tayin hakkı deprem bölgesinde kalan tüm eğitim emekçilerine idari izin hakkı verilmesi, acilen öğretmen atamalarının yapılması tartışılmaz atılacak ilk adımlar olmasına rağmen öğrencilerin acıları, kayıpları nasıl görünmez kılındıysa eğitim emekçilerinin yasağı yıkımlar da görünmez kılındı.
Okulların deprem güvenliğine ilişkin çalışma yapılmadan öğretmenler, öğrenciler okullara çağrıldı. Az, orta hatta ağır hasarlı raporu olan okul binalarına öğrenciler, öğretmenler çağrılarak sürekli artçıların yaşanmaya devam ettiği koşullarda dahi yaşam hakları, kaygıları yok sayıldı.

Deprem bölgesi kayıp, kimsesiz çocukların toprakları oldu aynı zamanda. Kimsesiz kalan çocuklar onlarca örneğini yaşadığımız gibi cemaatlere teslim edildi. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı önce yalanladı, sonra gerçek olduğu tüm açıklığıyla ortaya çıktı. Tüm çocukların kamusal eğitim hakkından sorumlu olan MEB tarafından ise tek bir cümle dahi kurulmadı.
Öğrencilerin, öğretmenlerin yaşadığı barınma sorunu ile ilgili kalıcı, güvenli adımlar atılmadı. Öğretmenlerin bir kısmı okullarından kilometrelerce uzakta çadırkentlere, yurtlara yönlendirildi. Bir kısmı ise yakınlarının evlerinde veya arabalarında kalarak eğitime bu koşullarda devam etmek zorunda bırakıldı.

Çadırlar haftalarca öğrencilere, ailelerine, öğretmenlere ulaştırılmadı. Öğretmenler, öğrenciler ailelerinden ayrı farklı kentlerde yaşamlarına devam etmek zorunda bırakıldı. Konteynerlar ile ilgili defalarca doldurulan anketlere ve belirtilen ihtiyaçlara rağmen adım atılmadı.
Öğrenciler de, aileleri de, öğretmenler de sorunlarını kişisel çabalarla çözmek zorunda bırakıldı.

"YAPILMASI GEREKEN NETTİR"

Yaşanılan kayıplara rağmen öğretmenlere ve tüm öğrencilere maddi ve psiko-sosyal destek sağlanmadı.

Yapılması gerekenler çok açık ve nettir. Depremzede öğrencilere ve öğretmenlere kalıcı ve güvenli barınma olanakları sağlanmalıdır.

Tüm depremzede öğretmenlere koşulsuz tayin hakkı verilmeli, öğretmen atamaları güncellenmeli, yeni atamalar yapılmalı, her okula mutlaka psikolojik danışman ve rehber öğretmen atanmalıdır.

Güvenli olan okul binaları alanın bilgisine sahip demokratik kitle örgütleri ve bilim insanları tarafından tespit edilmeli, az, orta ve ağır hasarlı binalarda eğitime devam edilmemeli, güvenli binalar yapılıncaya kadar okullara konteyner, mobil tuvalet sağlanmalıdır.

Tüm öğretmen ve öğrenciler için maddi ve psiko-sosyal destek sağlanmalıdır.
Liselere geçişte depremzede öğrencilere tüm öğrencilerin en temel hakkı olan istediği okulda ve okul türünde eğitim hakkı verilmeli,üniversitelerde ek kontenjan hakkı yalnızca deprem bölgesindeki üniversiteler için değil ülkenin her yerindeki üniversiteler için yeniden düzenlenmeli, depremzede üniversiteli öğrenciler için tüm öğrencilerin de en temel kamusal hakkı olan barınma hakkı ücretsiz olmalıdır.
Depremde yaşamını kaybeden, yaşamına engelli olarak devam etmek zorunda kalan, yaralı olarak tedavileri devam eden, kayıp olan öğrencilerin ve eğitim emekçilerinin sayısı açıklanmalıdır.

Kimsesiz kalan çocukların nerede olduğu, yaşamlarına devam edebilmek için hangi sosyal destekler sağlandığı açıklanmalıdır. Laik, kamusal okul öncesi eğitim tüm çocuklarımıza ücretsiz sağlanmalıdır.

"4-6 YAŞ KURAN KURSLARI EĞİTİM HAKKI, ÇOCUK HAKLARI İHLALİDİR"

Laik, kamusal okul öncesi eğitim tüm çocuklarımızın hakkıdır. Zorunlu imam hatipleştirme, müfredat değişimi, okullaşma politikası, sınav sistemi değişiklikleri, tarikatlarla eğitimde yapılan protokol, iş birlikleri ile laik eğitim tamamen ortadan kaldırılmıştır. 

Son Milli Eğitim Şurası sonrası alınan kararla ise bu uygulamaların daha da ötesine geçilmiş, okul öncesi dini eğitim 4-6 yaş Kuran kurslarının yaygınlaştırılmasıyla 4 yaşa düşürülmüştür. 
Aralık 2021’de gerçekleştirilen Şura sonrası okul öncesi dini eğitim toplum temelli kurumlar adı altında kısa süre içinde önce %153 oranında artırılmış, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan son  açıklama ile de 4-6 yaş Kuran kurslarına katılmak  zorunda bırakılan çocuk sayısı 2013’ten bugüne 1 milyonu aşmıştır. 2022-2023 eğitim öğretim yılının başında bu sayı 127 bin 258’di. (Son açıklamada 208 bin 920 kişi “mezun” oldu şeklinde açıklandı.) Diyanet İşleri Başkanlığı ve Din Öğretimi Genel Müdürlüğü, MEB işbirliği ile her gün yeni açılışlar yapmaya devam etmektedir. Yapılan açılışlarda, etkinliklerde 4-6 yaş aralığındaki kız çocuklarının saçlarının, bedenlerinin kapatıldığı erkek çocuklara ise takke vb. kıyafetlerin giydirildiği görüntüler DİB tarafından sosyal medya sayfalarında yayınlanarak çocuk hakları ihlalinin geldiği boyutun vahameti ise açıkça görülmektedir.

Okul öncesi eğitim kamu okullarında zorunlu ve tamamen ücretsiz değilken 4-6 yaş Kuran kurslarında ücret alınmamakta,Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan protokol ile de 5 yıl geçerli olmak kaydıyla her çocuk için ailelere 150 TL verilerek bu “kurumlar” fiilen zorunlu hale getirilmektedir.

Aslolan çocuklarımızın üstün yararıdır.4-6 yaş arası çocuklarımız bilişsel,psikolojik gelişimi açısından soyut bilgiyi öğrenme döneminde olmadığı koşullarda bu sürecin uygulanması yaşamlarında telafisi olmayan sonuçlara yol açacaktır.Açıklanan raporlar ayrıca okul öncesi dini eğitim veren kişilerin okul öncesi eğitim almayan kişilerden oluşmaması ve toplum temelli kurumlar adıyla açılan yerlerin çocuklarımızın güvenliği açısından eğitim kurumu niteliğini taşımamasından kaynaklı yaşanılan sorunlara da dikkat çekmektedir.Anne-babalardan gelen bu eleştiriler,kaygılar da Diyanet İşleri Başkanlığı sayfalarında paylaşılmaktadır. 
Okul öncesi dini eğitim uygulamasına son verilmeli, okul öncesi eğitim tüm çocuklarımıza ücretsiz, kamusal, bilimsel, eşit sağlanmalıdır. 

"ÇEDES VE TÜM PROTOKOLLER İPTAL EDİLMELİDİR"

Protokoller ve iş birlikleri adı altında tüm eğitim kurumları “iş gücü piyasasının ihtiyaçlarını karşılamak” ifadesiyle sermayenin ve cemaatlerin,tarikatların ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kuşatması altına girdi.

“Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) protokolü ise bugüne kadar imzalanan protokollerin daha da ötesine geçerek hem öğretmenlik mesleğini hem de öğrencilerin laik,bilimsel eğitim hakkını hedef alan ve Diyanet’in, dini yapıların eğitim kuşatmasını kalıcı ve sürekli hale getiren bir protokol.

Protokol kapsamında Eskişehir ve İzmir'de yer alan 842 okulda, “Manevi danışman” adı altında imam, müezzin ve vaiz gibi din hizmetlerinde çalışan kişiler görevlendirildi.

Protokolle imam,vaiz,vaize adıyla din görevlilerinin ve gönüllü öğrencilerin, öğrencilere, “Değerler Eğitimi” vermesinin önü açılıyor. Protokol ile ayrıca, Diyanet’in belirlediği görevlilerin veliler ile ayda bir kez bir araya gelebilmesine olanak sağlanıyor. Bu kişileri ise il/ilçe müftülükleri belirleyecek. Deprem bölgesinde de çalışmalar yürütülecek. Deprem bölgelerindeki öğrencilerin AFAD, Kızılay, Yeşilay ve Diyanet Vakfı’nın çalışmalarında yer almaları sağlanacak.

Protokol kapsamında, okul dışındaki mekanlarda da etkinlikler düzenlenebilecek. ÇEDES kapsamındaki kurslar, “İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin onay vermesi” halinde protokol taraflarınca sağlanan mekanlarda gerçekleştirilebilecek.

Değerler kulübü öğrencilerine rol model olabilecek vasıftaki gönüllü öğrencilerin proje kapsamındaki çalışmalara destek verebileceği maddesi  ise son derece ucu açık ve çocuklarımızın kimlere teslim edileceği  konusu son derece tehlikelidir.Okullarımızın,eğitimin dini yapılara teslim edilmesinin en ağır sonuçlarını yaşamamıza rağmen aynı uygulamalara devam edilmektedir.

Çocuklarımızın kurslara, okul dışındaki mekanlarda katılımının önünü açan madde de çocuklarımızın kimlere,hangi yapılara teslim edileceği noktasında geçmişte yurt,vakıf,dernek vb isim altında çocuklara yaşatılmış istismarı bilen veliler olarak kaygılarımızı daha da artırmaktadır.

Akdeniz Üniversitesi  kampüsü KYK yurdunda manevi danışmanlık uygulamasının başlaması sonrasında art arda 3 intihar vakası yaşanmıştır.İntihar vakalarından sonra  manevi danışmanlık uygulaması kaldırılmış aradan geçen 7 ay sonrasında ise tekrar başlatılmıştır.
Söz konusu olan çocuklarımızın eğitim hakkı,yaşamları ve geleceğidir.
ÇEDES ve tüm protokoller iptal edilmelidir.

Tüm velileri ÇEDES protokolüne karşı dilekçe vermeye ve çocuklarımızın laik,bilimsel eğitim hakkı için mücadele etmeye çağırıyoruz.

"PROJE OKULLARI UYGULAMASINA SON VERİLMELİDİR"

Proje okul uygulaması için ilk adım 2014’te 652 sayılı KHK ile atıldı.Türkiye’nin en köklü liseleri başta olmak üzere başlangıçta 155 okul proje okulu ilan edildi.Bu KHK ile MEB’e söz konusu okullara öğretmen atama,okulda görev yapan öğretmenleri görevden alma,okula müdür ve yöneticileri atama yetkisi verildi. “Aynı okulda sekiz yıldan daha fazla çalışmış öğretmen olmayacak” düzenlemesi ile öğretmenler fiilen sürgün edildi

Velilerin,öğretmenlerin haftalar süren itirazlarına,eylemlerine rağmen o günden bugüne proje okulları kadrolaşma politikalarının hayata geçirildiği,eğitimin laik niteliğinin ortadan kaldırıldığı ve piyasalaştırıldığı,okulların tarihinin,kültürünün festivallerini,etkinliklerini yasaklayarak yok edilmeye çalışıldığı kurumlar haline getirildi.

Okullaşma politikası ve sınav sistemi değişiklikleri ile sayıları her geçen yıl artırıldı.Dönemin Milli Eğitim Bakanı tepkileri azaltmak için “Sayıları 3’ü 5’i geçmez” demişti, proje okullarının sayısı 2000’i aştı. Bu okullarda çalışan öğretmenlerin neredeyse tamamı başka liselere fiilen sürgün edildi.Proje okullarında en az 8 bin idareci,140 bin öğretmen çalışıyor,yaklaşık 150 bin eğitim emekçisinin atamasına bakanlık karar veriyor.

Depremin henüz ilk günlerinde tüm ülke olarak en derin acıları yaşadığımız günlerde dahi 8 Şubat 2023’te yönetmelik değişikliği yapılarak öğretmen atamaları yine Bakan onayına bağlandı.Proje okulu uygulaması şu anda göreve gelen Milli Eğitim Bakanı’nın müsteşar olduğu dönemde yasalaşmıştı ve Milli Eğitim Bakanı 35 bin öğretmenin yer değişikliğine karar verecek.

Geçtiğimiz günlerde Cağaloğlu Anadolu Lisesi öğrencilerinin okul müdürünün konuşması sırasında gerçekleştirdiği eylem,Kabataş Erkek Lisesi mezunlarının gerçekleştirdiği protesto proje okullarında yaşanan sorunların artarak devam ettiğini göstermektedir.

Proje okullarına öğretmen atama ve yönetici görevlendirme kılavuzu ve yönetmeliğine göre 4 yılını dolduran öğretmenler de ilk defa başvuran öğretmenler gibi yeniden başvuru yapacak.Bu düzenleme öğretmenler açısından güvencesiz çalışma biçimini olağanlaştırmakta aynı zamanda eğitimin sürekliliği ilkesini de ortadan kaldırmaktadır. Kılavuzda atamaların bakanlıkça yapılır ifadesi ise eşitsizliği ve adaletsizliği daha da artıracaktır.

Proje okulu uygulaması her geçen yıl öğrencilerin ve öğretmenlerin hak ihlalini daha da artırmaktadır.

Proje okulu uygulamasına son verilmelidir.
 
"EN AZ 100 BİN ÖĞRETMEN ATAMASI YAPILMALIDIR"

2002-2022 döneminde 19 bin 708 köy okulu kapatıldı. Eğitime erişim en temel hak olmasına rağmen köylerde yaşayan çocuklarımız okulsuz,öğretmensiz bırakıldı.Taşımalı eğitime mecbur bırakıldı.

2022 verilerine göre öğretmen yetersizliği nedeniyle okullarımızda en az 80 bin ücretli öğretmen bulunmasına ,20 bine yakın köy okulunun kapatılmasına,anlatılamaz acılarla kaybettiğimiz öğretmenlerimize ve başta deprem bölgesi olmak üzere her okul için en az 1 psikolojik danışman ve rehber öğretmen ihtiyacına rağmen yeterli öğretmen ataması yapılmadı.

Çocuklarımız okulsuz,öğretmensiz,ataması yapılmayan öğretmenler ise özel okullarda asgari ücretin dahi altında veya başka işlerde açlık sınırı altında çalışma koşulları ile baş başa bırakıldı.Geleceğine dair umudu kalmayan onlarca öğretmen yaşamına son verdi,atamaları yapılmadığı için farklı işlerde çalışırken iş cinayetlerinde hayatını kaybetti.Geçtiğimiz günlerde bir öğretmenimizi daha özel okulda çalışırken işsiz kaldığı için inşaatta çalışırken kaybettik.
Çocuklarımızın eğitim hakkı,öğretmenlerin mesleki hakları için bir an önce en az 100 bin öğretmen ataması yapılmalıdır. 

"ÖZEL OKULLAR KAMULAŞTIRILMALIDIR"

Özelleştirme güzellemeleri ve kamusal eğitime ayrılmayan kaynakların özel okul sahiplerine aktarılması sonucu her geçen yıl özel okullar hem çocuklarımız hem de öğretmenler için daha da büyüyen emek ve eğitim hakkı sömürüsüne dönüşmüştür.

Özel okul ve özel okula giden öğrenci sayıları tüm zamanların rekorunu kırmış durumdadır. Eğitimde 4+4+4 uygulaması öncesinde Türkiye’de 4 bin 664 özel okul bulunmaktayken, 2022 yılı itibariyle özel okul sayısı 14 bin 179’a toplam öğrenci sayısı ise yaklaşık 2,5 kat artarak 535 bin 788’den 1 milyon 578 bin 233’e (önceki 1 milyon 310 bin 605) yükselmiştir. 
4+4+4 uygulamasının başlamasından bu yana öğrenci artışına rağmen kamuya ait ilkokul sayısı 5 bin 697 azalmıştır.

Yaşanan enflasyon artışını gerekçe gösteren özel okul sahipleri özel okulların bir ticarethane olduklarını açıkça kanıtlayan bir şekilde velilerden yüz binlerce lira talep etmekte,öğretmenleri ise haftanın yedi günü esnek çalışma koşullarında ve asgari ücretin dahi altında çalışmaya zorlamaktadır.

Özel okul sahipleri ne istese yapan MEB özel okul ücretleri zam oranını 2023-2024 eğitim öğretim yılı için %65 olarak açıklamıştır.Bu devasa rakam bile özel okul sahipleri için yeterli olmamış bu oran yalnızca ara sınıflarla sınırlanmakta yeni kayıtlarda ise çok daha yüksek ücretler talep edilmektedir.

Özel okullar ile kamu okulları arasındaki eşitsizlik her geçen yıl öğrenciler arasında daha da artmakta aynı eşitsizliği ve ayrımcılığı özel okul öğretmenleri de yaşamaktadır.

Eşit,parasız eğitim kamusal bir haktır ve MEB’in sorumluluğudur,eğitim hakkı alınıp satılamaz.
Özel okullar kamulaştırılmalı,özel meslek liselerine teşvikler sonlandırılmalı,halka ait kaynaklardan özel okul sahiplerine verilen teşvikler geri alınmalı tüm özel okullar kamulaştırılmalı,özel okul öğretmenleri de kamuda ve eşit işe eşit ücret ilkesi esas alınarak istihdam edilmelidir.

Biz veliler her yeni güne kaygıyla başlıyoruz.

Çocuklarımızın okullara aç gitmediği,yoksulluktan kaynaklı okullarını terk etmek zorunda bırakılmadığı,çocuk yaşta işçileştirilmediği,deprem riski nedeniyle yaşamlarına ilişkin kaygı taşımadığı,okulsuz,öğretmensiz kalmadığı,okulların cemaatlerce kuşatılmadığı,laik,kamusal eğitim hakları için mücadele etmeye devam edeceğiz."