İnsanın ölümsüzlüğüne dair büyük adımlar atılıyor. Organların bir yedek parça gibi yeniden üretileceği bir aşamaya gelindi. Genlerle oynanarak programlanmış hücre ölümünün durdurulması mümkün görünüyor. Artık kalbin ve solunumun durmasıyla tanımlanan geleneksel ölüm anlayışı aşılmış ve onunda ötesinde “beyin ölümü” de beyin ve beyin nakli üzerine çalışmalar yapan bilim-insanları tarafından tartışılır hale getirilmiş durumda.

Ölüm –doğal yollarla ölüm diyelim-, ne kadar sürer bilmiyorum ama, insan türünün gündeminden uzaklaşacağa benziyor. Ancak büyük bir olasılıkla ölümsüzlük bulunduğunda artık “ölümsüz” hale gelmiş olan “insan” olmayacaktır. Çünkü “insan” tanımı biyolojik bir tanımlamadan öte, etik-kültürel-sosyal ve hatta ekonomik tasarıları da içermektedir. Ölüm de insanın bu sosyo-kültürel ve ekonomik tasarımlarının parçasıdır ve dahası bütün bu kültürün oluşumunda başrolü oynar. Ölümlü bir yaşamın insan toplumlarının, dinlerin, insan ahlakının ve siyasetinin oluşmasında önemli bir yeri vardır. Ölümün ortadan kalkmış olmasının sosyal ve kültürel sonuçlarını büyük yazar José Saramago “Ölüm Bir Varmış Bir Yokmuş” adlı romanında anlatır. Onun çizdiği tablo ölümün gerekliliğine ilişkindir. Ölüm ortadan kalktığında artacak olan insan nüfusunun ilk elde sorun olacağını söyleyen Saramago, romanını ilgi çekici örneklerle sürdürür. Ölüm olmalıdır, aksi halde dünyanın kurulu düzeni altüst olacaktır –kim bilir belki de zaten altüst olmalıdır-

Ölümün yokluğu her şeyi altüst edecek gibi dursa da göz önünde bulundurulması gereken en önemli olgulardan birisi, insan ölümlü olduğu için ortaya çıkan hayata kök salma arzusunun ve bu arzunun iki önemli sonucunun ne olacağıdır:
Erotizm/Cinsellik/Üreme ve lüks tüketim. Erotizmin yerini yalnızca “cinsellik için cinselliğin” alacağına şüphe yok gibi. Hıristiyan ahlakı tarafından alt üst edilen ve Hıristiyanlıktan önce bir ilişkinin niteliği olarak anılıyorken, İsa’dan sonra artık kendi başına değer kazanan aşkın durumu da önemli hale geliyor. Ölümün ortadan kalkıyor olması belki de aşkı İsa’dan önceki eski pozisyonuna, hak ettiği konuma getireceğe benziyor. Erotik aşk eski güzel günlerine dönebilir. Eros, kardeşi Anteros’a kaptırdığı hükümranlığını yeniden elde edebilir.

Ancak söz konusu ölümsüzlük eğer yaşlanma ve hastalık yoluyla engellenebilen bir ölümsüzlükse (yani silahla ya da doğal olmayan başka yollarla ölüm hala geçerliliğini koruyacaksa) kuşkusuz bu daha büyük bir felaketin habercisi olacak gibi. Çünkü bir biyo-kütle olarak insan –eğer ahlakı ve aklıyla bu durumu aşamamışsa- her daim tüketebileceğinden fazlasını elinde bulundurma isteği duyacak olan bir organizma ve daha fazlayı elde tutma arzusu zamanla Bataille’ın kavramıyla “lanetli bir pay”a dönüşerek toplumlarda ve kişisel yaşamlarda lükse, gereksiz yatırıma ve şatafata dönüşecektir. Yarı ölümlü bir insanın, tam da bu yarı-ölümlülük haliyle dezavantajlı gruplar üzerindeki sömürüyü artıracağına şüphe yok.

Dolayısıyla bilimin her halinin bir ilerleme olduğunun sanılması ne kadar yanıltıcıysa, ölümün ortadan kalkmasının da yalnızca avantaj ya da dezavantaj sağlayacağına yönelik düşünceler o kadar yanıltıcıdır.

Sanırım ölümle birlikte anılan bir diğer kategori ise “Yaşlılık”. Yaşlılık aslında aklın insana son ve büyük oyunudur. İnsan aklı olgunlaştığı ve artık hem bedeninin hem de kendisinin sırlarını çözmeye başladığında yaşlılık denilen süreçle, bedeni karşısına dikilmektedir. Yaşlılık aynı zamanda kültürel hatta siyasal bir koddur. “Yaşlı insan”ların başta cinsellikten olmak üzere, tutku, erotizm, ekonomik üretim vb süreçlerden uzak olmaları gerektiğine –hatta olduklarına- ilişkin önyargı ve sanıların hepsi, toplum denilen o mecburi cenderenin suçu ve sanrısıdır. Kuşkusuz, “yaşlı”, ölüme giden sürece ve ölüme –teorik olarak- daha fazla yakınlık haline gelen insana verilen bir isim. “Yaşlandıkça” yapılamayanlar, yapılması gerekenler, yapılması gerektiği düşünülenler, üretim sürecinden, para döngüsünden uzaklaşmanın getirdiği yeni durum aslında yaşlılar diye toplumsal bir gettonun oluşmasına neden olmuştur. Kuşkusuz “sağlıklılık hastalığının” –sağlıklı olma takıntısının- en önemli nedeni de yaşlılığa ilişkin bu kültürel ve siyasal kodlamalardır.

Ölüm denilen şeyin yok olma değil, bir dönüşüm olduğunu; doğada ölüm denilen şeyin olmadığını; ölümün insan aklının ürünü olduğunu ve insanın, kendisinin yok olacak olmasını bu denli dehşet verici bularak ölüm denilen şeyi icat ettiğini söylemek mümkündür. Ölüm insan için vardır. Doğada ölüm yoktur, dönüşüm vardır. Hayvanın insandan bir üstünlüğü de budur: Hayvan öleceğini bilmez ve sadece yaşar, onun için ölüm, bir korku değil süreçlerden bir süreçtir.

Yaşlılığa gelince... Bence bedenin ve aklın insanla son imtihanı yaşlılıktır. Bedenin ve aklın birbirini esir eden günlerinden, birbirine muhtaç olduğu günlere geçiştir yaşlılık. Ve tam da bu nedenle güzeldir ve bilgeliğe en yakın haldir.