Refik Halit Karay’ın, 24 Temmuz’un Gazeteciler Bayramı olarak kabulünde önemli bir rolü bulunmaktadır. Çünkü Gazeteciler Cemiyeti’ne 24 Temmuz’un “bayram” olması önerisini Refik Halit getirmiştir.

Hıfzı Topuz, 1952 yılının temmuzunda “Akşam” gazetesi için Refik Halit ile sansür üzerine bir konuşma yapar ve bir anısını anlatmasını ister. (Gülümseyen Anılar, Remzi Kitabevi.)

Refik Halit, “Yaz öyleyse!” diyerek anlatır:

“Sansürün hüküm sürdüğü o korkunç dönemde beni divanı harbe sevk ederek mahkûm ettirmek işten bile değildi.

Ama beni susturmak isteyenler yanlış bir yöntem uyguladılar. Çünkü divanı harp üyelerinin çoğu edebiyatın ve sanatın ne olduğunu bilen fevkalade olgun insanlardı.

Heyet bana isnat edilen suçu dinledikten sonra yazıda hiçbir suç unsuru bulanmadığına karar verdi. Böylece İttihat ve Terakki’nin elinden kurtulmuş oldum.

Bu olay özgürlüğün ne olduğunu anlamış divanı harp üyelerinin verilen emirlere uymadan vicdanlarının sesiyle karar vermelerinin en canlı örneğidir.” (Bugün o “ses”i duyan var mı?)

1917’de yayın hayatına başlayan “Vakit” gazetesi kurucularından Asım Us da aynı dönemde yaşanan bir başka sansür olayını anlatır.

Us’a göre Mütareke devri sansürünün en titiz davrandığı konu milli mücadele haberleridir. Gazeteler Milli Kuvvetler’den ‘Kuvayı Bagıye’ (Serkeşlik Kuvvetleri) diye söz etmektedirler.

O yıllarda İstanbul’da “Bosphore” adında Fransızca bir gazete çıkmaktadır.

Bir gün bu gazetede milli mücadeleye ilişkin bir resim yayımlanır.

Resimde Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak bir çadır altında, harita başında görülüyordur.

Resim sansürün izniyle basıldığından Asım Us da gazetesinde yayımlamaya karar verir.

Bosphore’dan alınan resmin klişesi sansür heyetine gönderilir.Fakat o gün gazeteye fazla yazı geldiği için resmin yayımlanması ertesi güne kalacaktır.

Sonuçta gazetenin Yazı İşleri Müdürü Enis Tahsin Til, Sorumlu Müdürü İsmail Ramiz ve Asım Us, Kürt Mustafa Divanı Harbi tarafından Bekir Ağa bölüğüne sevk edileceklerdir.

Ama bir türlü sorgulamaları yapılamamaktadır.

Asım Us, oradaki nöbetçiden niçin hâlâ ifadelerinin alınmadığını soracak olunca aldığı yanıt şu olacaktır: “Heyet üyeleri gece mesaisi yapınca ek bir ücret alırlar. O yüzden yatsıyı bekleyecekler.”

Durum kötüye gitmektedir.

Duruşma başlayınca Asım Us, “Aslında ben gazetenin başyazarıyım. Gazeteye giren haberlerle ilgilenmem. Bu yazılar da benim bilgim dışında gazeteye girmiştir.” diyerek savunmasını yapar.

Mahkeme daha sonra Enis ve Ramiz beylerin ifadelerini alacak, Asım Us ve Enis Tahsin Bey aklanırken gazetenin 15 gün tatiline karar verilecektir.

Ramiz Bey ise bir ay hapse mahkûm olacaktır.

Asım Us o gün Bekir Ağa bölüğünde Yakup Kadri’ye rastlayacaktır. O da başka bir suçtan divanı harbe verilmiştir.

Us, Yakup Kadri’ye mahkemenin kararını anlatınca şöyle bir yanıt alacaktır:

“Bu adamların bizi asmadıklarına şükredelim, isteseler pekâlâ asarlar da…”

Asım Us’a her istediğini yazıp yazamadığı sorulunca da şöyle diyecektir:

“Her istediğimi nasıl yazabilirim. Bugün sansür yoktur, ama yazı özgürlüğünü sınırlayan sayısız etkenler vardır. Ceza Kanunu basın özgürlüğünü sınırlayan maddelerle doludur. Birkaç ay önce yazdığım yazıdan dolayı savcılık hakkımda soruşturma başlatmıştı. Aklandım. Olur olmaz nedenlerden gazetecilerin mahkemelere sevk edilmeleri basın üzerinde büyük bir baskı oluşturmaktadır.” (Üstat, bir de bugünleri görebilseydi.)

Sansürün kahrını çeken yalnız gazeteciler midir?

Şair ve yazarlar da gadrine uğramışlardır.

Yine Mütareke döneminde İngiliz sansürü yanında bir de Türk sansürü vardır. Galata’da bulunan İngiliz sansür heyetinden geçen yazılar, bir de Babıâli’deki Türk sansürüne konuk olacaklardır.

Türk sansür heyeti başında Şemsi Bey namında evhamlı, işgüzar biri vardır. Her yazıyı en ince ayrıntısına kadar denetimle görevli sanmaktadır kendisini.

Halit Fahri Ozansoy’un yazdığına göre (Edebiyatçılar Geçiyor, Dergâh Yayınları) örneğin Reşat Nuri’nin “Nedim” dergisinde çıkacak “Komiserin Telaşı” başlıklı hikâyesinin, ancak her komiser sözcüğünün arkasına bir “bey” eklemek suretiyle yayımlaması için izin verecektir.

Şemsi Bey, bir gün de yine “Nedim” dergisinde “Seza” takma adıyla şiirler yazan Ali Mümtaz Arolat’ın “Samson” başlıklı şiirinin dergide yayımlanmasını engelleyecektir.

Ozansoy, nedenini sorduğu zaman Şevki Bey’in “Samsun” ile “Samson”u karıştırdığını görecektir. Çünkü Şevki Bey’in gerekçesi şöyledir:

“Ortalıkta İngilizlerin Samsun’a asker çıkaracağına ilişkin söylentiler dolaşıyor, şair de “Samson” demekle bu söylentileri ima ediyor.”

Ozansoy, her ne kadar “Bu balığın o balık olmadığın” söylese de Şevki Beyi bir türlü ikna edemeyecektir.