Aşılanmış olmak kişiyi korur ve hastalık kontrolünü sağlarken, aşılanmış olanların sayısının artması hâlâ salgının kontrol edilebileceği umudunu sürdürmemizi sağlıyor. Tabii olacak olanlar insan davranışlarına ve sürekli yeni kart dağıtan virüsün yapabileceklerine bağlıdır.

Yeni başlayanlar için Covid-19 salgını ve aşı kılavuzu

Prof.Dr. Esin Davutoğlu Şenol

Alışamadığımız ama çoktan teslim olduğumuz salgın yeni bir evrede artık. Bu evrede, henüz yeterli düzeyde bağışık olmayan ama kısmen bağışık toplumlar ile hızlı, çok bulaşan ve çok çoğalan Delta karşılaşıyor. Salgın, heterojen, akışkan ve kontrol edilebilmiş olmaktan çok uzak. Bu aşamada ne zaman ve nasıl kontrol edilebileceğini öngörmek ve söyleyebilmek de pek mümkün değil. Bir mucize olarak bulunmuş olan aşıyı istediğimiz hız ve düzeyde ve tüm dünyada eşit dağılımla yapabilseydik, bu yüzyılın salgınını kontrol edebilmiş olacaktık.

Dünyada aşılama tam bir yamalı bohça gibi. Az gelirli ülkelerde ancak 72 kişide 1 kişi aşılanabiliyorken, yüksek gelirli ülkelerde her 2 kişiden biri aşılanıyor hatta takviye edici üçüncü dozlar yapılmaya başlanılıyor. Yürütülen başarısız aşılama programı ise çok başarılı olan “aşı”yı gölgeliyor. Salgını, kontrol edebilmiş olsaydık, aşılarımızı olacak, maskelerimizi çıkaracak , okula başlamış olan çocuğumuzun her kış zamanı olduğu gibi burnu aktığında yalnızca sıcak bir çorba içirip, iki gün okula yollamayacaktık. Ama salgın tüm ülkelerde tüm yaşam alanlarını kaplıyor ve hızla yayılıyor. Mayıs ayında 43 ülkede olan Delta şimdi 130 ülkede ve bu ülkelerden 65’ine de Ağustos ayında yayıldı. Salgın yalnızca “hızla” yayılmıyor aynı zamanda “hızlı” yayılıyor.

ABD’de, ilk olarak mart ayında tespit edilen Delta, haziran başında olguların yüzde 10’undan sorumluyken, Ağustos ayında yüzde 80-87’sinden sorumlu. Aynı ülkede haziran ayında, yedi günlük ortalaması 13 bin olan olgu sayısı ağustosta 92 bin oldu. Modelleme çalışmalarına göre bu seyir ile ağustos ortası ve eylül arası günlük sayıların 29.000 -176.000 arası olabileceği ve kasım başına kadar fazladan 76.000 ölüme yol açabileceği öngörülüyor. Bu ölümlerden 49.000’inin ise yalnızca maske takılarak bile önlenilebileceği öngörülüyor.

Türkiye’de temmuz ortasından beri arttığı saptanılan vakaların da, resmi olarak bildirilmeyen ama kendi pratiklerimizden derlemeye çalıştığımız verilere göre Temmuz başında yüzde 10 ama şimdi yüzde 80 kadarı bu varyant ile ilişkili. Ülkemizde Delta etkisi, ABD ‘den bir, İngiltere’den iki ay sonra başlamış gibi anlaşılıyor. Yaz mevsimine ve okullar henüz açılmamış olmasına rağmen son bir aydaki hızlanma ve Diyarbakır’daki sağlık sistemini felç eden taşma önümüzdeki haftalarda durumun hızla kritikleşeceğini ve Eylül ayının kolay geçmeyeceğini anlatıyor. Delta, adeta bir amok koşucusu gibi kovalıyor. İyi haber ise Delta’ya yakalansak bile aşılar bizi hastalanmaktan, hastaneye yatmaktan ve ölmekten koruyor. Kendi kişisel pratiğimizden ve henüz ön analizde olan veriler, hastaneye yatanların yüzde 80’den fazlasının aşısız, yüzde 10’dan fazlasının ise henüz tek doz aşılı olduğunu gösteriyor. Ancak, aşılamak, her sokağa çıktığımızda bizi yakalamaya azmetmiş bu amok koşucusunun elinden tümüyle kurtulmamızı mümkün kılmıyor. Kabul etmeliyiz ki, bugünlerde aşıların etkisini ve aşılama stratejisinin ne olması gerektiğini anlatmak oldukça güç.

Öncelikle her yeni varyantta, aşıların etkisinde bir azalma oluyor. Delta varyantına karşı, mRNA aşıları, tamamlanmış iki dozdan sonra, bizi yüzde 88 koruyor. Bu Alfa varyantına göre yüzde 8 etki azalması demek. Ama ciddi şekilde hastalanmayı hâlâ yüzde 96 önlüyor. Delta varyantına karşı, aşı etkisi niye azalıyor sorusunun cevabı ise çünkü Delta çok ve hızlı bulaşıcı. Delta geçirmekte olan kişilerin viral yükü, Alfa varyantından bin kat fazla ve suçiçeği, kızamık virüsleri gibi mutlak havayolu ile bulaşıyor. Ama Delta, doğal ya da aşı bağışıklığından kaçabilmekte, Güney Afrika’da başlayan Beta ve Brezilya ‘da başlayan Gama gibi farklılık göstermiyor. Bağışıklıktan kaçabilen ve özgün virüsten gerçek anlamda farklı olan bu iki varyant ise yayılma üstünlüğüne sahip olmadığından bölgesel kaldı, bir anlamda Delta’ya yenildi.

Öncelikle aşılamanın , hastalık kontrolü ve hastalığa bağlı ölümleri azaltmadaki belirli etkisine ilişkin bazı veriler paylaşayım. Aşılamayı yoğun şekilde sürdüren ve an itibarıyla nüfusunun yüzde 60’ını tam doz aşılayan , İngiltere’de aşılamanın 19 Haziran itibariyle 7, 2 milyon enfeksiyonu ve 27 bin ölümü önlediği gösteriliyor. Dünyada nüfusunu aşılamaya en erken başlayan ve en hızlı sürdüren İngiltere’de bile aşılanmış nüfusun oranının henüz bir önceki varyant için belirlenen yüzde 70 olmadığını, Delta için gereken kitle bağışıklığı eşiği olan yüzde 80 ve 85’i ise yakalamasının zor olduğunu belirtmeliyim. Aşılamanın, ABD’de ise şimdiye kadar 1, 25 milyon kişinin hastaneye yatışını ve 279 bin ölümü önlediği bildiriliyor.

Aşılar koruyor

ABD’deki, Hastalık Kontrol Merkezi, CDC (Center for Diseases Control ) verilerine göre aşılama, ölüm ve hastaneye yatış sıklığını 25 kat, hastalık sıklığını ise 8 kat azaltmaktadır. Bu analize göre aşılanmış bir kişinin hastalansa bile Covid nedeniyle hastaneye yatma ihtimali yüzde 0.02 yani 100 binde 200 ve ölme ihtimali ise yüzde 0.001 yani 100 binde birdir. Şimdi kafaları karıştıran ve hesapları şaşırtan başka bazı veriler ile ilerleyelim. Aşılanmış nüfus, bulaşma için bir duvar örecek düzeye gelmemişken başka bir deyişle virüs böyle bir duvara çarpıp durdulamıyorken, aşılanan sayısı arttığı halde hastalığın bulaşması nihai olarak önlenilememektedir. Ancak son derece doğal ve öngörülebilir olan bu durum ciddi bir algı yanılsamasına neden oluyor.

Bugünlerde pek çok manşette yer alan ve aşı “etkililik” ve “etkinlik” kavramları ile ilişkili yeterli bilgisi olmayanları şaşırtan hesabı şöyle bir örnek ile basitleştirelim. Örneğin; 100 kişilik bir köyde 99 kişi aşılı bir kişi aşısız ise bu köyde hastalanan 2 kişi olduğunda iki kişiden biri, yani yüzde ellisi aşılıdır gibi bir sonuç çıkmaktadır. Oysa yalnızca 99 aşılı kişiden biri ve aşısız olan tek kişi hastalanmıştır. Aslında iki doz tam aşılılarda enfekte olma riski, analizlere göre yüzde 0.05 gibi çok düşük bir risk olmakla birlikte, aşılanan nüfus İngiltere örneğindeki gibi milyonlarca olduğunda, bu düşük riske bağlı sayılar büyümekte ve aşılananlar arasında da enfekte olan ve hastanelere yatan kişi sayısı çoğalıyor gibi algılanmaktadır.

Kafa karışıklığına yol açan ve umudu çaresizleştiren bir başka yanılsama da neden aşılı olduğumuz halde hala maske takmak zorunda olduğumuz ve istediğimiz gibi özgürce yaşayamadığımızdır. Bu sorunun cevabı iki şekilde verilmelidir, birincisi girdiğimiz ortamlarda aşısız kişi sayısını bilmiyor olacağımızdan, aşılama oranları yüzde 80-85’lere ulaşmadan sürekli risk var gibi davranmak zorunluluğudur. İkincisi ise, aşılanmış kişiler çok düşük olan risklerine rağmen hastalanabilmekte ve kısa bir süre de olsa hastalığı bulaştırabilmek potansiyeli taşımaktadır.

İngiltere, İsrail ve Kanada çalışmaları aşılıların aynı evde yaşayan kişilere dahi bulaştırıcılıklarının yüzde 50-75 azaldığını göstermektedir. Ancak sözü edilen milyarlarca kişi olunca “çok nadir” olan riskler dahi hesaplanmalı ve risk yönetim sürecine eklenilmelidir. Benim kendi özelimde, 2 doz inaktif ve 1 doz mRNA aşısı ile deltanın tırmanmakta olduğu bugünlerde, kişisel risk yönetimimde, hastane dışındaki tüm kapalı ortamlarda kısa süreli ve maskeyle kalmaya devam ettiğimi ve daha çok açık havada sosyalleştiğimi belirteyim.

Aşılanmış olmak kişiyi korur ve hastalık kontrolünü sağlarken, aşılanmış olanların sayısının artması hâlâ salgının kontrol edilebileceği umudunu sürdürmemizi sağlıyor. Ama biz hep salgın başlamadan önceki yaşamlarımıza dönmek, başlangıcı bitirmek istiyoruz. Tabii olacak olanlar insan davranışlarına ve sürekli yeni kart dağıtan virüsün yapabileceklerine bağlıdır.

“Başlamadan önceki normale dönme şansımız yok, tek mümkün olan bitişi iyileştirmek.”

(Vincent Racaniello, Microbe TV, Virolog)