Pandemi ve pandemi ile hükümetin ele ele verip derinleştirdiği ekonomik çıkmazlar eşliğinde yaşam, geniş toplum kesimleri için ölümden kaçabilmekle özdeşleşti. Bu nedenle olsa gerek aklıma sık sık Mahmud Derviş’in, “Salt ölümün karşıtı olarak tanımlanmış bir yaşam, yaşam değildir” dizeleri geliyor. Bunu dile getirdiğim Twitter mesajına bir arkadaşım, Haruki Murakami’nin şu sözleriyle dönüş yaptı: “Ölüm yaşamın karşıtı değildi artık. Ölüm, daha hayatımızın başlangıcından itibaren yaşamımın bir parçasıydı, istesem de istemesem de, bilmezden gelemeyeceğim bir olgu. Ve ölüm beni de ele geçirmişti.”

Ölüm bizi bu derece ele geçirmişken felaket tellallığının alemi yok ama meselenin rafa kaldırılacak tarafı olmadığı da açık! Üstelik ölüm, buzdağının sadece görünen yüzü! Tamam ölümle baş etmek için bir mücadele veriyoruz. Ama aynı mücadele nasıl yaşayacağımıza yönelik olarak da veriliyor.

Yaşamı çekilir kılan ve varoluşsal bir güven duygusu sağlayan önemli mekanizmalardan biri günlük yaşamımıza damgasını vuran rutinlerimizdir. Pandemi, bir yılı geçkin süredir o rutinleri de büyük ölçüde rafa kaldırdı. Geçmişte rutin diye not bile düşmediğimiz aile ya da arkadaş toplantılarının, dışarıda yenen bir yemeğin, zaman zaman bunaltan derslikler ve derslerin şimdi geriye dönüp baktığımızda kıymetini bilmediğimiz armağanlar olduğunu düşünenlerimizin sayısı hiç de az değil!

Bir yılı aşkın süredir yaşamımızın en ücra köşelerine kadar müdahale eden bu olağanüstülük hali, fiili olduğu kadar yaşamla kurduğumuz sembolik/fantazmik bağları da temellerinden sarstı. Bir birey olarak özerkliğimizi de büyük ölçüde elimizden alan bu durum karşısında geçtiğimiz dönemde iki uç tepki ortaya çıktı. Bir uçta pandemi yokmuşçasına eskisi gibi yaşamaya çalışan bir yaklaşım dikkat çekerken, diğer uçta risk dünyası ve söylemi altında ezilenlerin toplumsal yaşamdan koşulları izin veriyorsa tümüyle çekilmesine şahit oluyoruz.

Kuşkusuz sağduyu, eldeki kaynaklara bağlı olarak bu iki uç arasında bir yerlere konumlanıyor. Ancak bu tür bir konumlanışın da önemli sorunları var. Dahası sorunlar her gün biraz daha büyüyor. Beklemeye dönüşen bu süreçte, özellikle kendisini solda tanımlayan bireyin otonomisi kadar eyleyici rolünün de biraz daha aşınışına şahit olduk. AKP iktidarının bir biçimde yıkılmasını bekleme haline şimdi pandeminin bir biçimde yaşamımızdan çıkıp gitmesini bekleme de eklenmiş bulunuyor. Ne var ki bekleme süreci, bütün göstergelerin de bozuluşuna işaret ediyor. Kayıplar yaşıyoruz; kamusal alanlarımız daralıyor ve her gün biraz daha fazla özgürlüğümüzü ve irademizi yitiriyoruz.

Bu süreci pasif bir bekleme halinden çıkarmamız gerekiyor. Kuşkusuz kazanımlarımızı korumak önemli. Ama aynı derece önemli bir başka eylem biçimi, yeni toplumsallaşma ve (yeniden) üretim mekanizma ve yolları keşfetmekten geçiyor. Nasıl mı? Kendi bildiğim alandan örnek vereyim. Bütün yaşamımız başta kentler olmak üzere hızla dijitalleşiyor. (Ulus-ötesi) sermayenin öncülüğünde akıllı kent uygulamaları geliştiriliyor. Çok farkında değiliz ama bu alanda da başkaldıranlar var. Tekellere karşı açık erişim yazılımlar yapılıyor. Sermayenin akıllı kentlerinin karşısına, yukarıda ifade ettiğim sıkışmaya da çare olabilecek biçimde çoklu katılım alanları içeren bir başka kamusal kent kurgusuyla çıkmak mümkün! Dahası bu tür bir açılım daha geniş bir toplumsallığı kurmanın da zemini olabilir. Bugün düzenin sundukları dışında alternatif görmeyen kesimler de bu tür bir kamusallık içinde kendine yer bulabilir.

2014 Yerel Seçimleri öncesinde Fikirtepe’ye gittiğimde uyarmaya çalıştığım hak sahipleri, “Hoca top ayağımızda altın vuruşu biz yapacağız demişlerdi”. Kadıköy Belediye Başkanı, “Karşı çıkarsam oy kaybederim” kaygısıyla ortada yoktu. Kurumsal bir yol göstericiliğin olmadığı bir ortamda Fikirtepe halkı dolandırıldı, yersiz yurtsuz kaldı. Aslına bakarsanız, son kripto para işinde de aynı dram bu kez sanal ortamda yaşanıyor.

O yüzden örneğini verdiğim akıllı kent uygulamaları önemli. Kullanırsak karşı-kamusal alanı genişletme olanakları yaratacağız. Kullanmazsak, sıkışmaya devam edeceğiz ve yaşadığımız kentlerin öznesi değil nesnesi olacağız.

Küçük hesaplarla buraya geldik! Hesabı kamusal yapma zamanı…