İspanya İç Savaşı (1936-1939) İkinci Dünya Savaşı provası gibiydi. İspanya’da Milliyetçiler ve Cumhuriyetçiler arasında geçen bir “iç” savaş olarak adlandırılır. Ancak çok taraflı bir savaştır bu. Milliyetçi/Faşist cephedeki General Franko’ya Portekiz diktatörü Salazar’ın, uluslararası emperyalizmin ve Hitler faşizminin doğrudan desteği vardı. İlginçtir, az sonra başlayan İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler Almanya’sıyla savaşan ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeler, İspanya’da Hitler’le aynı safta yer almıştır. Yani milliyetçi faşistlere destek olmuşlardır. Karşı cephede, Sovyetler, Komintern, Fransa Komünist partisi başta olmak üzere, sol ve sosyalist dünya İspanyol İç Savaşı’nda Cumhuriyetçilerin yardımına koşmuştur. Yani yaşanan bir bakıma dünyanın sağı ile solunun savaşı olmuştur.

Uluslararası devrimci dayanışma bu savaşla ete kemiğe bürünmüştür. Öyle ki, dünyanın elliden fazla ülkesinden elli bin dolayında insan savaşmak için İspanya’ya koşmuştur. Savaşa ve ölüme! Nitekim elli bin kişiden – farklı verilerle olmakla birlikte- yaklaşık yirmi bin kişi o topraklarda kalmıştır. Savaş için gelip, ölenlerin arasında İrlandalı Charles Donnelly, İngiliz  R. Winston Fox, John Cornford gibi şairler de vardır. Unutmadan belirtelim ki bizden bir şair, Yahya Kemal Beyatlı, İspanya’da kan gövdeyi götürürken, onun gözleri başka bir kırmızıda takılı kalmıştı; “Zil, şal ve gül” diye sayıklıyordu “Endülüs’te Raks” şiirinde! Belki 1936’da Lorca adlı bir İspanyol şairin milliyetçiler tarafından öldürüldüğünden haberi yoktu!

Uluslararası dayanışma deyince elbette akla Che ve Küba Devrimi gelecektir. Meksika’da Küba Devrimi için hazırlıklar yapılırken, gerilla savaşına katılacak olanların eğitimi zorunluydu. Başta Che olmak üzere kimsenin henüz böyle bir deneyimi yoktu. Orada deneyimli biri bulundu; General Alberto Bayo! Kendisi İspanya İç Savaşı’nda Cumhuriyetçiler safında savaşmıştı. Başka savaşlarda da yer almıştı. Küba doğumlu bir İspanyol’du ve Meksika’da yaşıyordu. İşte bu İspanyol, içlerinde bir Arjantinlinin bulunduğu seksen iki kişiyi sıkı bir gerilla eğitimine tabi tuttu. Uluslararası dayanışma işte böyle, her toprakta çok farklı bir biçimde filiz verebiliyordu. Bir ucu İspanya’ya dokunan mücadele deneyimi, Küba’da devrimle sonuçlandı!

Şimdi Rojava topraklarına canını feda/emanet edenler bu geleneğin temsilcisidir. Suphi Nejat Ağırnaslı, Serkan Tosun, Sibel Bulut, Emre Aslan, Erkan Altun, Coşkun İnce, Selahaddin Adın, Kadriye Ortakaya, Sinan Sağır… Türkiye’den gittiler. Ve öldüler.  Rojava, İspanya gibi dünyanın  “merkezi” değildi. Ama Ortadoğu ve Mezopotamya için olası bir umudun doğduğu yerdi. İnsanlığı savunmak için yaptıkları savaşta ölen birer isim değiller.  İnsanlığın vicdanını aklayan birer kesin kanıt onlar. Picasso’suz bir yeni Guernica her biri…

Mihri Belli’nin Yunan İç Savaşı’na katılıp, yüzbaşı rütbesi ile savaşması şimdi bizim için bir devrimci mirastır. Onur duyduğumuz bir manevi değerdir. Rojava şehitleri de bu mirası zenginleştiriyor.

Serekaniye’de soğuk bir akşam bize çok sıcak bir karşılama yapmıştı savaşçılar.. Oturup konuşurken, İvana’nın arkasındaki duvarda ölmüş yoldaşlarının fotoğrafları vardı; Sibel’in, Serkan ve Suphi Nejat’ın, Arin Mirkan’ın… Askeri sakınca nedeniyle kendisinin değil, o duvardaki fotoğrafları çekmiştik… Şimdi İvana da o duvarda bir tanık. Kötülüğe karşı sıradan insanların, dünyanın neresinde olursa olsun kahramanca savaşacağına dair bir tanık.

Haftaya dize; “gündüzleri aynalara girip uyuyorum” (Müesser Yeniay, Ben Olmadan Çöller Vardı, Şiirden Y.)