Öylesine tuhaf insanlar Yılmaz Güney hakkında konuşuyor ki bu kadar tuhaflık, abeslik olmaz. İnsanın aklı almıyor. Adam Yılmaz Güney anmasına geliyor ve başlıyor kendi dertlerini anlatmaya: Ey tuhaf mahlûkat oraya gelenler seni ve senin çıkarlarını dinlemeye gelmedi, Yılmaz Güney’in sanatı ve mücadelesine dair diyeceğin bir şey varsa, onu anlat, yoksa da sus.

Tam anlamıyla mükemmel bir Azerice söz var:

Deyeceği var goy deysin, deyeceğin yoktu beni neyliyersin.

Tam Türkçesini yazarsam, daha rahat anlaşılır:

Yani diyor ki; Eğer senin karakterinin söyleyeceği bir şey var ise, bırak söylesin, dinliyorum, ama diyeceğin yok ise, beni uğraştırma, boş yere zamanımı alma, işim var.

Türkiye’deki sinemacıların konuşmaları meselesi artık bana gına getirdi: hepsi boş havanda su dövüyorlar: Şikâyetler aynı, talepler aynı, hepsi en gayri ahlaki şeyi dillendiriyorlar, sektöre karşılıksız para versinler, biz de dümeni dövdürelim, film yapmamız için bize karşılıksız para verilmesi lazım. Bizim yaptığımız filmleri halk seyretmediği için seyirciden para kazanamayız.

Arada birileri esip gürlüyor, Türkiye’de yapımcı kalmadı diye. İşin gerçeği bu değil, Türkiye’de yapımcı yok değil. Sinemacıların dediklerinin Türkçesi başka: yani diyorlar ki bizim yapmayı tasarladığımız filmlere karşılıksız para yatıracak enayi bulmakta zorlanıyoruz.

Niye böyle? Çünkü bir yapımcının işi kendilerine verilen tasarıyı gerçekleştirmek için para veren değildir! Yapımcılığın başlangıcı nettir: ilk önce yapımcı iş yapacak ve seyirciyi salona çekecek projeyi seçer, sonra da bu amacına ulaşacak kadroyu kurar, sonra da en iyi şekilde bu hedefe varmak için film yapım sürecini yönetir.

Türkiye’de olmayan yapımcı değil, tam aksine Türkiye’de iş yapacak, topluma seslenecek ve hem sanat değeri, hem de toplumsal bir anlamı olacak proje üretilmiyor.

Tekrar ve en açık haliyle söylüyorum: Bu ülkede kendisine sanat sineması yapıyorum diyen yönetmenlerin filmlerinin ve hatta daha ileri giderek söylüyorum projelerinin çoğu “işsiz güçsüzün toplum hakkındaki sayıklamaları”na benziyor.

Kısaca, BU ÜLKEDEKİ YÖNETMENİM DİYEN VE SENARYOLARIMI KENDİM YAZIYORUM DİYE BÖBÜRLENENLERİN TAMAMINA YAKINININ NE SİNEMA SANATIYLA NE DE SİNEMA SEKTÖRÜYLE HİÇBİR YAPICI İLİŞKİSİ YOKTUR VE BUNLARI SİNEMA DÜNYASINDAN KOVMAK GEREKİR. Kısaca, bunlar bu sektörün sinema sanatçıları değil, tamamen sistemi içeriden yıkan asalaklardır.

Yılmaz Güney hakkında ilk söylenecek olan, sektördeki yaptıklarına baktığımızda, çok başarılı bir girişimci ve proje üreticisidir, yaptıkları açısından bakıldığında ilk söylenmesi gereken, sektörün en başarılı aktörlerinden biridir. Buradaki aktör lafı oyuncu anlamına gelmiyor, sektörün başarıyla ticari olarak ayakta durması için en etkili ve başarılı girişimcilerden birisidir. Yılmaz Güney sinema sektöründe çok başarılı olmuş bir sektörü kurucu-ayakta tutucu ve sektördekileri besleyici iş adamıdır.

Dolayısıyla, Türkiye’de halkımız sanat filmlerini anlamıyor diyenler yalancıdır, çünkü bu sanat filmlerine baktığımızda gördüğümüz en net nitelik, bunların sanat filmi olmadığı ve hatta çoğunun film olma vasıflarını taşımadığıdır. Türkiye’de festivallerde böylesine tuhaf filmlerin ödül alması korkunç bir şey!
İki net özellik var:

1. Türkiye’de destek verilen filmlerin % 90’ı çöptür.

2. Türkiye’de ödül verilen filmlerin % 90’ı yüksek ateş altındaki hasta ruhların sayıklamalarına benziyor, net olarak sanatsal değildir, ticari olarak ise Yeşilçam’ın deyişiyle “yerlerden kazınan” filmlerdir.

Türkiye’de işsiz güçsüz insanların “yönetmen-yapımcı-senarist” imzasıyla film yapmaları tam anlamıyla bir garabete benziyor, çünkü bunların yaptıkları filmlerin ne rejisör vasfı, ne bir prodüktör zekası ne de dramatik yapı olarak ayakta kalacak bir özelliği var.

Türkiye’de sistemi kurmak ve işletmek için ilk önce sektördeki “yönetmen-yapımcı-senarist” asalaklarını temizlemek gerekir, kendi başına “öz-bakımını” yapamayacak insanların kasılarak binbir vasfı kendinde taşıyan insanlar gibi kasıntılı konuşmaları yetti artık.

Yiğidim aslanım! Filmleriniz iş yapmıyor, çünkü yaptığınız filmlerin maddi-manevi bir değeri yok, ne Türkiye’de ne de dünyada, bu işleri yapmak için şuradan buradan aldığınız ödüller ile ne sistemi ne kendinizi ayıklayabilirsiniz.
Oysaki sektörde Yılmaz Güney’in çok sevilmesinin en temel nedeni: Yılmaz Güney’in çok iyi bir ekmek kapısı olması, yani filmlerinin çok iş yapmasıdır, adamın filmi iş yapıyor ki çalışan insanların hakkını da veriyor. Kısaca Yılmaz Güney sektördeki insan için: ilk önce bir Ekmek Kapısı idi.