Kadıköy Sineması’nda gösterimde olan "Bırak Artık Şu Yalanlarını" ders niteliğinde bir Fransız filmi. Her sahnesi aynı naiflikte ilerleyen film, iki gencin aşkını incelikli bir şekilde yorumlayan tutku dolu bir yolculuk.

Yürek burkan bir hikâye
Fotoğraf: IMDb

Deniz Burak BAYRAK

Neden yalan söyleriz? Var oluşumuzdan bambaşka bir kişiliğe neden bürünürüz? Neden yaşam bazıları için gizli saklı duygularla çepeçevre sarılı? Philippe Beson’un aynı adlı romanından uyarlanan ve otobiyografik ögelerle bezeli Fransız filmi “Bırak Artık Şu Yalanlarını” eminim ki izleyen herkese bu soruları sordurmuştur. Olivier Peyon tarafından çekilen filmin prömiyeri Ağustos 2022'de Angoulême Frankofon Film Festivali'nde yapılmış, 42. İstanbul Film Festivali kapsamında da gösterilmişti. Şimdi ise Kadıköy Sineması ve City’s Nişantaşı’nda izlenebilir.

GEÇMİŞİN İZLERİ

İki eşcinsel gencin dokunaklı aşk hikâyesini merceğe alan filmin başrollerinde Guillaume de Tonquédec ve Victor Belmondo’yu izliyoruz. Film eşcinsel bireylerin yalan ve gizlenmeler üzerine süren yaşamlarının yanında köklerine geri dönme, geçmişin izlerini üzerinden ne kadar süre geçerse geçsin silememeyi de işliyor. Film özetle; otuz beş yıl önce ayrıldığı memleketine geri dönmesiyle hayatının değişmesine neden olacak bir karşılaşma yaşayan bir yazarın, Stéphane Belcourt ‘un hikâyesini konu ediyor. İçkiyle hiç arası olmayan yazar 200 yıllık bir konyak markasının yüzü olmayı kabul ediyor. Bu geri dönüş onun için yıllardır aklını kurcalayan soruların da yanıt anahtarı oluyor. Burada karşısına yıllar önce masum ve hazin bir aşk yaşadığı, ömür boyunca unutamadığı Thomas Andrieu’nün oğlu Lucas çıkıyor. Ayrıca senaryo ilerledikçe yıllar önce çektiği acılar taptaze bir yaraymışçasına kanıyor.

Yönetmen iki hikâyeyi paralel olarak ele alıyor. Geçmiş ve şimdiki zamanın ölçülü işlenişi filmin evrenini anlamayı ve duygu yoğunluğunu duyumsamayı kolaylaştırıyor. 1984’te genç Stéphane ve Thomas’ın melankolik, zarif, acemi ve masum aşklarının verildiği sekanslar filmi alıp götüren kısımlar. Yalnızca geri dönüş sahnelerinden oluşan bir film bile alkışı hak ederdi. Thomas’ın eril tahakküme boyun eğişi, cinsel kimlik karmaşası, toplum ve aile baskısından çocukça çekinişi heteronormatif bakış açısına artık dur demek için fazla bile. Öte yandan genç Stéphane’ın duygu yüklü bakışları, dinginliği ve Thomas’a olan sevgisi Jérémy Gillet’den başkası tarafından perdeye bu kadar iyi aktarılamazdı. Benim başrol oyuncularım tartışmasız Gillet ve genç Thomas rolü için biçilmiş kaftan diye düşündüğüm Julien de Saint-Jean. Bu iki genci yaptıklarıyla daha çok konuşacağız.

YALANLAR ÇÖPE

Film derdini eğip bükmeden, yormayan bir senaryoyla doğrudan veriyor. Her gün karşılaştığımız, iktidarlar tarafından körüklenen bir duruma da işaret edişiyle her zaman güncelliğini koruyacak bir konu. Melankolik bir havanın estiği film farklı olanın bırakıp gitmek zorunda oluşunu da acı bir ders gibi aktarıyor. Hemcinsine âşık olan bir bireyin bile homofobik davranış modelleriyle karşısındakini ne ölçüde yaralayabildiğini göstermek büyük başarı. Lucas ile yazarın geçmişte genç âşıkların buluştukları yerlere gidişlerinde yönetmenin mekânın güzelliğini de işin içine katmak istediğini anlıyorum.

Olivier Peyon’un birkaç damla gözyaşı döktüren bu tutku dolu dramı, kendi etrafımıza ördüğümüz duvarları kırmak için ne iyi bir seçenek. Eşcinsellerin aşkta ve yaşamda biz de varız dediği bu yürek burkan ama naifliği de elden bırakmayan hikâye belki bizlere yalanlarımızı da çöpe attırır.