Siyasal İslamcı rejim her yanından tel tel dökülüyor. Dış politikadan ekonomiye kadar krizlere çözüm bulunamıyor. Başkanlık sistemi tartışmalarından yeni parti girişimlerine kadar birçok emare, sürecin giderek bir devlet krizine doğru ilerlediğine işaret ediyor.

AKP’nin Suriye’de izlemeye çalıştığı mezhepçi, cihatçı politikalar iflas etti. Bir süredir ABD ile bir karşıt görünüm içinde (kimi zaman Rusya dengesine sarılarak) izlenen taktik alan da artık işlemiyor. Erdoğan ve AKP, içerde (dağılmaya yüz tutan) konsolidasyon ve ittifaklarını sürdürmek için ABD karşıtı bir söyleme sarılmaktan geri durmuyor. Ancak burada da tam bir ikiyüzlü ve oportünist bir siyaset tarzı izleniyor.

ABD ile bir yandan ‘güvenli bölge’ çalışmaları sürdürülürken, bir yandan da “İstediğimiz noktada değil, bir gece ansızın girebiliriz” retoriklerinden vazgeçilmiyor. Kandırılmaya gönüllü olanlar da manşetlerine taşıdıkları sözlerle, Erdoğan’ın arkasında sözde anti-emperyalist duruş gösterdiklerini iddia etmeye devam ediyorlar! Ancak Erdoğan, BM zirvesinde de olduğu gibi, ABD ile görüş ayrılıkları olsa da ‘stratejik ittifakın’ devam ettiğini her fırsatta dile getiriyor. Şimdi bel bağladıkları Trump’ın kendilerine olanak sağlaması için sıraya giriyorlar. Trump’ın ticaret hacmini artırma sözünün ardından ABD’li şirket temsilcileriyle yürütülen çalışmalar ve askeri yetkililerle sürdürülen görüşmeler hız kesmiyor. Tüm bunlar içinde AKP, şimdi Suriye’nin sınırında belli bir alanda (tabii ABD ve Avrupa’nın desteğiyle) bir inşaat sahası oluşturarak, Avrupa’ya göçmen akınını dizginlemek için tampon görevini üstlenmeye çalışıyor.

İçerde ise ekonomik kriz her geçen gün derinleşiyor. Albayrak’ın bilmem kaçıncı YEP sunumları hiçbir şeyi değiştirmiyor. İktidarın krizden çıkış için tek politikası emekçilerin haklarından kesintiler yapmak, yeni vergi ve zamlarla krizin yükünü emekçilerin sırtına yüklemekten ibaret. Bu da doğal olarak AKP’nin etki alanındaki emekçi yoksul halk kesimlerinin tepkilerini de artırarak tabandaki çözülmeyi de hızlandıran bir etkiye sahip.

İktidarın bu politikalarının, adı konulmamış bir IMF programı olduğu açık. Geçen hafta muhalefet partilerinin IMF ile görüşmeleri üzerine kopartılan fırtına bir yana, AKP’nin çareyi uluslararası sermayenin, IMF politikalarının ve ‘emperyalizmin güveni’nde aramaya devam ettiği de bir gerçek. Ekonomideki çöküntünün arkasında da AKP ile birlikte hızlanan emperyalizmin neoliberal sömürü politikaları var. Sıcak para girişine bel bağlayan ekonomi artık küresel sermayeye de güven vermiyor. Dünya ekonomisindeki durgunluk nedeniyle de bir türlü toparlanamıyor. Hem kamunun hem de özel sektörün artan -ve giderek ödenmez duruma gelen- borç yüküyle birlikte ekonomik kriz, siyasal ve toplumsal krizi de tetikleyerek derinleşiyor. Bu da iktidar için, şimdiye kadar yaptığı en iyi iş olan sermayenin çıkarlarını temsil etme noktasından uzaklaştırdığı oranda yeni arayışları da gündeme getiriyor.

İktidarın çözümsüzlüğü siyasal alanda yeni bir durumu da ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı seçimleri için yüzde 50 barajının yüzde 40’a indirilmesi yönündeki tartışmalar iktidar blokundaki güç kaybının geldiği boyutlarla birlikte bir yönetim krizinin de işaretlerini veriyor. Üzerinden 2 yıl geçtikten sonra AKP tarafından tartışmaya açtıkları ucube sistem işlemez hale gelmiş görünüyor. AKP sözcüleri, konuyu gündeme taşıdıktan hemen sonra “Gündemimizde yok” dese de cin şişeden çıkarıldı.

Tüm bu gelişmeler ülkenin içine sürüklendiği kriz karşısında burjuvazinin yeni seçenek arayışlarının daha çok gündeme geleceğini gösteriyor. AKP, yaşanan güç kaybının farkında olarak bir tür ‘tutunma’ ve ‘güç kazanma’ stratejileri geliştirmeye çalışıyor.

Evet, Türkiye şimdi böyle bir kritik noktaya doğru ilerliyor. Ancak bu gelişmelere soldan müdahale edebilecek etkili bir öznenin yokluğu, her gündemde kendini yeniden gösteriyor.